- 823 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Diktatörün Alkışlanması Nezaketten Sayılamaz!
Diktatörün Alkışlanması Nezaketten Sayılamaz!
Muhittin ÇOBAN
Önce şu gerçekliğin altını çizerek yazımızın esas konusuna girelim.
Yazmak devrimci bir eylemdir!
Bir grevde gözcü olmak, bir barikatta direnişçi olmak gibidir. Hafife almak, küçümsemek, bizim istediğimiz gibi yazmadı diye saldırıda bulunmak, hakaret etmek devrimci tavır, dostane tavır olamaz.
İnsanlar birgün sonra ne yemek yapacağını, nerde ne yiyeceğini düşünürken, yazan insan konuşurken bile ne yazacağını düşünür.
Yazana karşı bu saldırı sadece dün değil, Kenan Evren, Hitler, Mussolini, Franko döneminde değil, bugün ülkeyi sivil faşist diktatörlüğe doğru hızla sürükleyen Tayyip dönemünde de yaşıyoruz. Kendini ve temsil ettiği sermaye düzenini eleştiren yazarların/ gastecilerin işine son verdirmekle kalmıyor, küfrediyor, hakaret ediyor, aşağılıyor, hedef gösteriyor.
Bu olgu sadece burjuvazinin cephesinde mi yaşanıyor?
Hayır!
Sol cephede, demokrasi cephesinde de yaşanıyor. Ne yazık ki yaşanıyor!
Sevgili Teslim Töre hepimizin sevdiği bir siyasetçi, sevgimizden kuşkumuz yok, “Akıl Tutulması, Demirtaş’ın akışı” başlıklı yazıma bakın nasıl karşılık veriyor:
“Sevgili Muhittin, HDP’ lilere, şuna buna akıl vereceğine, sen ya aklını değiştirip yeni bir akıl belle, ya da yaşanmış olanlara bakıp bir sentez yaparak eski aklının işe yaramadığını anlayarak kimseye akıl vermeye kalkma.” Ve yazını söyle noktalıyor: “Sevgili Muhittin belki üzülecek ama, HDP zor yıkılır, zahmetin yanına kar kalır.”
Eleştiri ile yıkmak arasında kocaman ve kalın uzlaşmaz bir çizgi var. Her eleştiriyi yıkmaktan, darbeden, hakaretten, düşmalıktan sayarsak dostlukları ilişkilerimizden çıkarmamız gerekir. Ozaman sizlerde (HDP/BDP) solu, sosyalistleri eleştirme, “Türk Solu” diye aşağılama, devrimciler mücadelenin neresinde diye hakaret etme hakkını kendinizde görmeyeceksiniz; bu hakkı kendinizde görüyorsanız eleştirilmeyide olgunlukla karşılayacaksınız.
Oysa Teslim Töre, “Dikkat ÖDP’ yi Kemiren Kurtlar HDP’ ye Yöneldi” başlıklı yazısında olduğu gibi, her fırsatta rahatlıkla, korkusuzca ÖDP’ yi eleştirmiş, sosyalistlerin hoş görüsünden de faydalanarak sözünü esirgememiş, söyleyeceklerini söylemiştir. Eleştirilmeye gelince aynı hoş görüyü göstermediğini yazısının sonunda görüyoruz:
“Bu kaynaktan yararlanarak bunu teorileştirmek yerine gri teori ile bu yem yeşil hayat ağacını eleştiriye tabi tutmaktan daha ‘aptalca’ bir şey olamaz.”
HDP’ yi eleştirmemiz ‘aptallıktan’ saymış!
Alın size bir hakaret ve nakavutluk bir yumruk.
ÖDP’ yi ve diğer Sosyalist yapıları eleştirmek ‘akıllılıktan’ sayılıyor.
Demek ki akılılar safına girmemiz için HDP’ yi eleştirmemek gerekiyor.
Biz yine ‘aptallığa’ devam edelim, dostane eleştirilerimizi kırmadan dökmeden, aşağılamadan sürdürelim.
HDP’ yi yıkmak deyince, haliyle hepimizin aklına HDP’ nin kurulması geldi. BDP, HDP’ ye katılınca HDP BDP’leşecek mi, yoksa BDP HDP’leşecek mi kaygısını taşımış, bunun yanıtını zamana bırakmıştık. Zaman da bize şunu gösterdi: BDP HDP’ leşmedi, tersi oldu.
Bizim amacımız olsa olsa dost ve Anti-Faşist saflarda gördüğümüz HDP ‘ yi yıkmak değil, sermaye karşıtlığı, diktatörlük karşıtlığı saflarına çekmek, yüzünü emek eksenli mücadeleye döndürmektir.
Biz Tayyip gibi HDP’ kanla beslenen bir partidir demedik, demeyiz.
Biz Perinçek gibi HDP’ye milliyetçi ve şöven bir parti de demedik.
Biz Beşir Atalay gibi HDP’ yi Milli İstikbarat Teşkilatı kurdurdu demedik. Bunu dediğimiz anda Tayyip’ten bir farkımız kalmaz. Böyle bir iddia çok ciddi bir iddiadır. Aynı zamanda HDP’ içindeki demokratlara, devrimcilere, sosyalistlere haksızlık olur. Bu haksızlığı yapamayız.
Ülkelerin Milli İstikbaratları tarafından kurulan partiler ve örgütler asla kurucularına ihanet edemez, her daim yanında ve safında yer alırlar.
CIA tarafından kurulan Isid’in lideri ne demişti: “Tanrı bizi İsrail ve Amerikayla savaşmak için görevlendirmedi.”
Süriye istikbarat örgütü El-Muhaberat tarafından kurulan Partiya Yekitiya Demokrat (PYD) onca baskıya, saldırıya, ambargoya, katliama rağmen Esad’a ihanet etmemiş, Tayyıp’in de desteklediği Suriye Özgürlük Ordusu safında yer almamış, Suriye’nin ve Rojava’nın çıkarlarını korumuştur.
Bu anlamda Beşir Atalay’ ın iddiasını kabullenmiyorum, kabullenmekte istemiyorum.
Şimdi bunca şeyi niye söyledim, niye değerli vaktinizi çaldım?
Şundan:
Bu tartışma, yine hepimizin sevdiği Selahattin Demirtaş’ ın mecliste bir diktatörü alkılama eylemizle başladı.
Bir diktatörü alkışlayan bir sosyalist olsaydı, ya da bir ÖDP’ li yer yerinden oynardı. Haklı olarak ben de yeri yerinden oynatırdım. Çünkü bir diktatör asla, hiç bir koşulda alkışlanmaz.
Demirtaş, ben Tayyip’e oy veren % 52 iradeyi alkışladım diyerek bir savuma yaptı. Biz de bu söylemden yola çıkarak İtalya da 1924 yılında yapılan seçimde %61.3 oyla iktidara gelen Benito Mussolini’ yi, ya da 1933 Mart’ında yapılan, % 71 katılımın olduğu bir seçimde oyların % 44’ nü alan Adolf Hittler’ i alkışlayalım.
Burada sorun Demirtaş’ ın oturarak mı, ayakta mı, düğmesini ilikleyerek mi alkışladığı sorunu değil; böyle basit bir eleştiri yöneltecek kadar beyinlerimiz dumura uğramadı.
Ama bu alkışlamayıda nezaket sınırları içine sokamayız, bu nezakete haksızlık olur.
Seçime olmadık hileyi katmış, devletin tüm kurumlarımı kullanmış, Yüksek Seçim Kurulunu kendine göre dizayn etmiş,Araştırma şirketlerini kendine bağlamış, ekonomik ve medya gücünü ardına almış; bunlar yetmemiş mevsimlik işçilerin en yoğun olduğu, tatil döneminin yaşandığı bir tarihte seçim kararı almış, hadi dediğinde sokağa dökülecek, kelle kesecek sivil militarist gücü bulunan bir diktatörü alkışlamak elbette sıradan bir eylem değildir, naif bir alkış olarakta görülemez.
Barış adına bunlar yapılmaz!
Bunu derken savaştan yana olduğum(uz) anlaşılmasın. Barışın önüne hiç bir engel kurulmamalı. Tüm kesimler hassasiyetle davranmalı, enerjilerini barış için harcamalılar. Çünkü bu savaş halklara zarar veriyor, ayrıştırıyor, düşmanlaştırıyor. Emperyalistlerin istediği de bu zaten. Halkları savaştırarak tıkanan sistemerinin tıkanıklarını açmak ve Semaye (Kapitalizm) karşıtı savaştan uzak tutmak. Bugün bunuda iyi başarıyor. Toplumu bölerek emek eksenli mücadeleden koparıyor.
Bu oyuna gelmemek için eleştirilerimizi düzeyli yapmak, yapılan eleştirilere de hoş görülü bakmak gerekiyor.
Ben bu eleştiriyi bir siyasetçi olarak yapmıyorum, bir yazar (Edebiyatçı) olarak, bir insan olarak yapıyorum; yalnız şunu da söylemekte yarar var: Her siyasetçi bir edebiyatçı değildir, ama her edebiyatçı (yazar) bir siyasetçidir gerçekliğinden yola çıkarak bu eleştirileri yapıyorum.
Bir Diktatörün alkışlanmasını hoş görenler (Teslim Töre) aşağıda sıralayacağım önemli beyanatlarıda/ tavırları da kaçınılmaz olarak hoş görüyorlardır sanırım.
Hani dedik ya barış adına bunlar yapılmamalı, hakikaten de yapılmamalı. Bari yapıldı, bundan sonra yapılmasın diyerek anımsayalım:
Reyhanlı katliamını hiç birimiz unutmadık, unutulacak cinsten de bir katliam değil. Bu katliamı AKP/ Tayyip’ in desteklediği, silahla ve yiyecekle beslediği, eğitim kamplarında eğitti Isid terör örgütünün yandaşı EL-Neusranın yaptığını, hatta bu örgütün olayı üstlendiğini bilmemize rağmen, bu katliam sol örgütler üzerine yıkılmak istendi. Bu katliamın suçlusu AKP protesto edilmesi gerekirken S. Demirtaş Siirt’ in Eruh ilçesinde şu açıklamayı yapıyor:
“Bir defa saldırının Suriye sınırındaki Reyhanlı’da gerçekleşmiş olması, meselenin Suriye bağlantısını hemen akla getiriyor. Fakat bu dönemde özellikle sivil yurtaşlarımızı hedef alan saldırılar karşısında hükümeti sorumlu tutmak ve eleştirmek yerine birlik içerisinde hareket etmek zorundayız. Biz, bu saldırılara karşı tedbir alınmasını ve bu saldırılara karşı hükümetin dikkatli ve duyarlı davranması hususunda hükümetin yanında olacağız.” (Hürriyet gazetesi 12 Mayıs 2013)
Ya Gezi isyanına nasıl bakılmış, ona da bir bakalım:
Grup başkanvekili İdris Baluken 3 Haziran 2013 de Stara şu beyanatı veriyor:
“BDP olarak hiç bir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yanyana durmayacağımızı tekrar ifade etmek istiyoruz.”
29 Temmuz 2013 de CNN Türkte şu açıklamayı yapıyor Demirtaş:
“Gezi olaylarında bir süre sonra Sırrı beyi de aşan (S. Süreyya Önder) bir durum ortaya çıktı. Gezide büyük çoğunluk barış sürecini destekledi ama sonra Gezi’ den hükümeti devirebilir miyiz amacı doğdu ve biz buna karşı çıktık.”
Devam edelim. 17 Aralık operasyonunu anımsayalım. Hırsızlığın belgelendiği, ayakkabı kutularında ve kasalarda paraların çıktığı operasyondan sözediyorum. Ve yine Hükümet/Tayyip BDP tarafından korunup kollanılıyor. Milletvekili Nursel Aydoğan kürsüden söyle sesleniyor:
“Hükümetin çözüm sürecinde daha dik durması, daha çözüm sürecinin arkasında durmasını engellemeye çalışmaktır. Hükümetin gücünü azaltmak istiyorlar.”
13 Ocak 2014 de T24 şöyle diyor Demirtaş:
“17 Aralık bir darbe girişimidir. Geri çekilme sırasında süreçle ilgili yasa çıkarılması gerektiğini söylemiştim. Bunu Başbakanı korumak için değil sürecin selameti açısından önermiştim. Ateşe benzin dökmeyeceğiz.”
Daha çok aktarılacak şey olmasına rağmen biz bu kadarla yetinelim.
Ve soralım:
Mecliste, Ülkeyi adım adım sivil faşist diktatörlüğüne doğru sürükleyen Erdoğanı alkışlayanlardan daha çok bu alkışlamayı savunanlar (Sosyalistliğinden ve iyimserliğinden kuşku duymadığımız sevgili Teslim Töre’ de) bu açıklamaların altınada imzalarını atıyorlar mı?