- 1107 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
NEDEN Mİ SEN
Kısa bir süre sonra görüşeceğiz biliyorum. Ama yine de zamandan çekiniyorum; her şeyi unutturuyor. Uzun yıllar görüşmediğim çocukluk arkadaşlarımla mesela konuşacak bir şey bulamıyoruz. Ortak anılarımızdan birkaç tanesini anlatıp yapmacıktan gülüşüyoruz. Sonra acaba daha neyden konuşsak da aramız buz kesmese diye düşünüp duruyoruz. “E daha nasılsın?” gibi aptalca ve komik diyaloglardan sonra “Hadi kendine iyi bak.” demenin gerekliliğini anlıyoruz. İşte bundan korkuyorum. Dahası, doğru dürüst tek arkadaşı olan bir insanın yalnızlığını nasıl taşıyacağımı kara kara düşünüyorum. Biliyorsun insanın zihin yapısı boşluk kaldırmıyor. Boşluk en kötü kavramdır intihara bile sürükleyen. Ve sen onlardansın; insanın hiçbir şeye değmiyor diyerek alıp başını gidişinde hatırlanan, arkada kalanlara değer katan, bardağın dolu tarafı. Benim hissiyatıma göre şehri dolduran birkaç kişinin varlığıdır.Ve yine aynı insanların yokluğuyla şehir boşalır. Her bir ferdi çok değerli de olsa, kalabalıklarına rağmen yine de boş bir şehre sabreder miyim bilmiyorum.
Dostum, neden fazla dost edinemediğimi mutlaka biliyorsundur. Sanırım fazla dost canlısı sayılmam. Dost deyince aklıma yapmacık hareketlere, sözlere gerek duymayan bir insan gelir. Yani bana karşı rol yapma gereği duymayan, yapay gülümsemesi olmayan, hayatıyla dürüst insan gelir. Kabul edersin ki sözlerimizdeki yalandan çok davranışımızla yaptığımız yalanlar bazen daha kötü olabiliyor. Misal, beş para etmeyen bir insana sırf menfaatimiz dokunduğu veya korktuğumuz için saygı göstermek ağır bir suç değil midir? Ya da inanmadığımız veya tasdik etmediğimiz bir düşünceyi çoğunluk öyle istiyor diye kabul ediyor gözükmek kadar aşağılayıcı bir eylem var mıdır? Yücelttiğimiz ahmakları topluma bela edip görmezlikten geldiğimizin mahkûmu oluyoruz. Kaşına ve gözüne vurgun olmasam da seni bu yüzden seviyorum. Nesli tükenme noktasına gelmiş huzuru hep yanında buluyorum. Senin gösterişle kirletilmemiş bir karakterin var. Etik bir davranış olsaydı kendinle övünebilirdin.
Evine geldiğim zamanlar bana yer göstermeyip istediğim yere oturma rahatlığını sağlayışını, çayları benim doldurmamı (ama bazen) isteyişini, yemeğe oturduğumuz zaman ısrar etmeyişini ve doyduğum zaman “ Pek bir şey yemedin.” gibi saçma ifadeleri kullanmayışını seviyorum. Ciddi şeyler konuştuğumuz zamanki havayı dağıtan alakasız esprilerini de seviyorum. Farklı fikirlerimi olağan karşılayıp kendi fikirlerini ispat etme uğraşını, orta yol bulunmasa bile kırgınlık göstermeyen tavrını seviyorum. Bana ne tepeden bakan ne de cüssemi muazzam gören kişiliğindir belki de bizi dost yapan.
Biliyorsun ki insanların kayda değer bir kısmı aşırı gelenekçiler ve oldukça şekilsel ilişkilere değer veriyorlar. En basitinden örnek vermek gerekirse taziye, hasta ziyareti gibi önemli sosyal görevleri içlerinden geldiği için değil, bizi görsünler mantığıyla yerine getiriyorlar. Ya da ihtiyacı olanlar için şakırdayan ceplerine elleri ancak terli bir şekilde varabiliyorken kodamanlara ikramda kusur etmezler. Sonra biz cömerdiz edalı bir gururla şişinirler. “Nasılsın?” diye hal hatır sorduğunda sana “Sağol canım!” diyen, kendilerini dev aynasında sanan basit insanlar da var. Hep seni övdüğümü düşünerek tafra yapma sakın. Boynu birkaç sözle vurulunca bir soytarıya dönüşeceksen burada keselim. Dönüşte sen yine çay yaparsın, ben kuruyemişleri getiririm; havadan sudan konuşur, kabukları etrafa dağıtırız. Sonra toplarız nasıl olsa. Olduğun gibi kal işte daha ne diyeyim?
Biraz saçmaladım galiba. Bu duygusallıkla sarfettiğim cümlelerle toplumu eleştiren bir züppe tavrına benzedi biraz. Esasında kendimi de kritiğe tabi tutuyorum da pek de sağlam bir karaktere sahip olduğum söylenemez. Ama yine de uğraşmak önemli diyerek haybeye atmıyorum. Bir şey anlatırken asilce şahin bakışlarımı takıyorum. Biraz sonra bakıyorum da neredeyse şişmekten patlamış bir kurbağa oluvermişim. İnsan halidir diyerek çamurlu sudan çıkıyorum. Yine de iyi kurbağalarız. Görüyorsun ya seni de kattım cümleme. İşte bir yanın da buydu. Anlayışlısın yani ve de gülüyorsun. Ya gitmesen diyorum! Ha ne dersin?
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Dostluk, bir sevgiliyle bile olsa, aşkın yanında mutlaka olması gereken dostluk, bana mı öyle geliyor bilmem ama, sanki zamanlarının en kötüsünü gibi...Sanki büyük bir fırtına, ölümcül bir afet geçirmiş ve kendi derdine düşmüş, kendi yaralarını sarmaya çalışıp biz insanları unutmuş gibi...
Yalnız hissettiğim zamanlarda tüm şehri, en önemlisi şehrin canı olan insanlarıyla birlikte yabancı ve uzak hissederim. Dost kelimesi de nasibini alır, ilk kez duyup anlamını bir türlü kavrayamadığım ağdalı bir felsefi kavram gibi uzaklaşır.
O zamanlarda ya okunacak güzel bir öyküye ya da seyredilecek güzel bir drama tesadüf etmeyi dilerim.
İşte aklıma gecenin bu geç saatinde, çok uzak diyarlarda bunları getirdin...
Sağlıcakla...
Dost diye bir gerçek kaldıysa kaybetmemek gerektiğine inanıyorum. dört elle yapışmalı insan dostum diye hitap ettiğine.
Olduğu gibi kalmak... Bu da artık fazla bir anlam ihtiva etmiyor diğer yandan.
Bu yüzden sahip çıkılması gereken değerlere ve duygulara gereken önemi vermeli ve yitirmemek adına da sürmeli mücadele.
İçeriği de anlatımı da gerçekçi ve içtendi. Kutlarım, efendim.
Saygılarımla...