KARNIM AĞRIYOR ÖĞRETMENİM
Ana gibi yarı anladık da Bağdat gibi diyar niçin bulunmaz? Yoksa herkesin Bağdat’ı farklı mı? Şu bülbülü altından kafese rağmen ‘ah vatanım’ demesi gibi bir şey mi acaba?
Kabul edildiği üzere günümüzde eğitim vaz geçilmez bir gerçek. Onun için her şeyi yapıyoruz. Okullar, öğretmenler, memurlar, hizmetliler eğitimin parçası, gövde ise öğrenci. Her şey onun geleceği için.
Ama…
…
Ayşegül yatılı bir okula gitmektedir. Daha birinci sınıfta okumakta. Aynı okulda bulunan ağabeyi onun için bir destektir. Teneffüsler buluşma saatleri…
Ayşegül bir gün cesaretini toplayarak idare odasının yolunu tutar. Atkuyruğu şeklinde bağlı saçlarını omuzlarından salmış, gözleri dolu dolu.
Orada bulunanlardan birine doğru hüzünlü ve bir o kadar umut dolu sorar:
-Eve gitmek istiyorum.
-Niçin
-Karnım ağrıyor öğretmenim.
Bir anlık suskunluğun ardından yaşlı müdür yardımcısı Ayşegül’ün boy hizasına kadar eğilir. Gözlerinde birikmiş iki damla yaşı kalın parmaklarıyla silmeye çalışır. Bu arada sorar:
-Karnın mı ağrıyor?
-Evet.
Oradakiler hemen söze karışırlar. İstersen ilaç verelim, doktora götürelim derler. Ayşegül’ün bir anlık kurulanmış gözlerinden iki damla daha yaş akar. Titrek sesiyle konuşmaya başlar:
-Doktor bana izin vermiyor. Hep ağabeyimi yolluyor eve… Ben de eve gitmek istiyorum.
Ayşegül, ağabeyine kabakulak teşhisi konulduğunu bilmediğinden gönderilmesini izin gibi algılıyordu. Ayşegül’ü ikna çalışmaları bir sonuç vereceğe benzemiyordu. Sonunda baskılara dayanamayan Ayşegül:
-Ben anne mi, baba mı özledim dedi.
Buz gibi bir hava esti bir anda. Ayşegül ağlıyordu. Doğrusu biz de ağlıyorduk. Aradaki fark Ayşegül’ün yaşları dışarı bizimki içeri akıyordu.
Ayşegül’ün ağrısı karnında değildi. Ağrı minicik yüreğinde idi.
Devlet kimsesiz çocuklar için okul yapmıştı. Okula müdür atamıştı, müdür yardımcısı atamıştı, öğretmen atamıştı…
Devlet; memur ve hizmetli de atamıştı…
Ama anne baba atayamamıştı.
Okulda yemek vardı, yatacak yer vardı, sınıf vardı, ders vardı…
Ana sıcaklığına benzemese de ısıtacak kalorifer vardı…
Ah kalorifer! Seni ne kadar yakarlarsa yaksınlar annemin bana sarıldığındaki sıcaklığı veremezsin ki…
Ayşegül ağlıyordu…
Yaşlı müdür yardımcısı gurbet sızısını biraz hafifletmek için Ayşegül’e sarılırken kendi çocuğunun da yola baktığını hatırladı. İçi acıdı. Yanındaki ağlayan yavrunun sıcaklığı kendi çocuğununkine benzemiyordu. Tabii kendisi de babasının yerini tutmuyordu…
Ah vatanım!
Bağdat gibi diyar…
Evet devletin atayabilecekleri sınırlıydı. O ne aile ana-baba ne evlat tama yetkisine sahipti. Evde pişen tatsız iki kaşık yemek, soba yanmayan bir odanın ısısı nasıl oluyor da başka şeylerden daha fazla olabiliyordu.
Ayşegül ağlıyordu…
Ayşegül’ün karnı değil yüreği ağrıyordu.
Ah bu yürek ağrısı… Diner mi hiç...
YORUMLAR
Olmadı şimdi.
Çoluk çocuğundan binlerce kilometre uzakta,
vatandan, aileden,kendi coğrafyasından uzak yaşamak,
üç beş kuruş ekmek parası kazanmak uğruna,
yalnızlığın sızısı asla geçmeyen kırbacına yaren olmak zorundaki bizlere,
çok acı geldi bu hikaye.
Canımızı biraz daha fazla mı yaktı ne?