- 1247 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
TEK BİR BAKIŞLA YENİDEN DOĞUŞ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İstanbullun orta hali bir semtinde, üç katlı taş evin giriş katında oturan 68 yaşındaki emekli matematik öğretmeni ihsan beyi,
Şubat ayının soğuk bir pazar günü, sabahın erken saatinde, evin kapısından uğurlayan 65 yaşındaki eşi nesime hanım, kısık ve yorgun sesiyle ihsan beye sesleniyordu.
- paltonun Yakasını kaldır üst düğmesini de ilikle üşüme kahvehaneye vardığında ilaçlarlarını almayı da unutma tamam mı?
-tamam, tamam sen gir içeri üşüyeceksin, ben iyiyim beni düşünme.
İhsan beyin kışın azan romatizmal ağrılarına birde soğuk algınlığı eklenmişti. Ayakta atlatmak zorunda kalsa da şiddetli öksürük nöbetlerinin tuttuğu gribe yakalanmıştı. Evine beş yüz altı yüz metre mesafedeki kahvehaneye ağır aksak yürüyerek ulaşmış, üşüyen ellerinin arasındaki anahtarla Köhne kahvehanenin kapısını açmıştı.
İçeriye sinmiş keskin nikotin kokusu karşılamıştı ihsan beyi, bu koku onu çok rahatsız ediyordu ama yapacak bir şey yoktu. İhsan bey o kahvenin çay ocağında çalışıyordu ve o kötü kokuya katlanmak zorundaydı. Öğretmenlikten aldığı üç kuruş emekli maaşını ancak evin kirasına odun kömür ve diğer faturalara yetiştire biliyordu. Mutfak ve giyim ihtiyaçlarını karşılamak içinde çalışması gerekiyordu.
Semtteki binaların birçoğu koca bir asrı geride bırakıp, ahşap yâda yığma taştan yapılmış. İki veya üç katlı binalardı. Kahvehanede yığma taş tan yapılmış, alt katı kahvehane üst katı da bina sahibinin oturduğu eviydi.
Yaşlı bir Rum kadına ait kahvehaneden,
İçeri girdiğinde kararmış tahta yer döşemelerinin ve duvarlarında asılı mahallenin önemli birkaç şahsiyetinin Siyah beyaz fotoğrafıyla, zamanla renkleri solmuş birkaçta eski manzara resimlerinin süslediği, otantik görünümdeki kahvehanenin. Çay ocağına geçip önce su kazanının altını yakmıştı.
Sonrada kahvehanenin ortasındaki içi tuğla dışı saçtan yapılmış, sobayı yakmak için buruşturduğu eski gazete kâğıtlarını sobaya atmış, üzerine de birkaç tahta parçası koyup bir kaçta odun ilave etmişti. Kibritle tutuşturduğu gazete kâğıtlarının alev aldığını gördüğünde sobanın kapağını kapamış, Yeniden çay ocağına geçmişti. Kaynayan su kazanının üzerindeki çaydanlıklara ikişer ölçek kuru çayı koyup sonrada kazanın musluğundan sıcak su doldurup demlenmesi için kazanın üzerine bırakmıştı.
Akşamdan yıkadığı kül tablalarını masaların üzerine birer birer koyup yapılması gereken bütün işleri yapmıştı.
Artık her şey hazırdı.
Kahvehane müdavimi olan müşterilerini bekliyordu.
Hararetle yanan soba, iyiden iyiye içeriyi ısıtmıştı.
İçerinin ısınmasıyla üzerindeki paltosun çıkaran ihsan bey, Nesime hanımın tembihlediği ilaçlarını da içmişti.
Küçük bir taburenin üstüne çıkıp çay, şeker paketleri gibi malzemeleri koydukları, ahşap dolabın üzerindeki radyoyu açmış,
Türk sanat müziği yayını yapan radyo kanalarının cızırtılı frekansları arasından güzel bir şarkı bulmaya çalışıyordu ki tamda istediği gibi güzel bir şarkıya denk gelmişti. Hem de en sevdiği sanat müziği eserlerinden biriydi bulduğu şarkı.
‘’anlatamam derdimi kimseye ağyar ağyar duymasın diye’’ hicaz makamındaki bu şarkıyı dinlerken kendisine bir bardak da çay doldurup gürül gürül yanan sobanın yanındaki sandalyeye oturmuştu.
Radyoda çalan şarkı ihsan beyi hüzünlendirmişti süveter kazağının yakasından ellini içeri sokup gömleğinin cebinde çıkardığı resme bakıp iç çekiyordu. Hep yanında taşıdığı resmi ara ara öpüp okşuyordu. duygusallıkla ve gözleri dolarak baktığı o resim üç yıl önce trafik kazasında kaybettiği çok sevdiği oğlunun fotoğrafıydı.
İhsan beyin ve nesime hanım’ın uzun yıllar çocukları olmamış, epeyi zaman süren tedavinin sonunda adını Tayfun koydukları bir erkek evlatları dünyaya gelmişti.
Gözünün içine baktıkları onlar için çok şey ifade eden evlatlarını özenle büyütmüş, kısıtlı imkânlarına rağmen iyi bir eğitim almasını ve makine mühendisi olarak hayata atılmasını sağlamışlardı. 28 yaşında ki oğullarının, üniversiteden tanışıp uzun süredir âşık olduğu Sevgilisi nilüfer ile nişanlamış birkaç ay sonrada yapacakları düğünlerinin tatlı heyecanı içerisindeydiler. evlatlarının mutluluğuyla mutlu olacakları o günü sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Tayfun çalıştığı şirketin işleriyle ilgili çıktığı uzun yol seyahatinde kendisinin kullandığı şirketin aracı ile kaza yapmıştı. Uykuya dalmış şoförün kullandığı yolcu otobüsüyle çarpışmış bu çarpışmada Tayfun’un aracıyla birlikte otobüste uçuruma yuvarlanmıştı. otobüs yolcularından da onlarca insan öldüğü bu feci kazada ölenlerin birçoğu tanınmaz haldeydi. Öyle ki hastanenin morg’un da kefenlenip yakınlarının bile görmesine izin verilmeden defin işleri gerçekleştirilmişti.
İhsan bey ellindeki fotoğrafa bakıp içinden bir kez,bir kez olsun çocuğumu görebilseydim. Onun gözlerine bakıp yeniden seni çok seviyorum diyebilseydim. Ah aslan oğlum ah şu fani dünyada bizi bir başımıza koydun gittin. Diye İç geçirirken o esnada yolun karşısına park eden lüks otomobilden inen bir adam.
Kahvehaneye doğru yürüyüp İçerinin sıcaklığından yer yer buğu yapmış camdan içeriyi görmeye çalışıyordu.
Kısa süreli içeriyi görme çabalarının ardından kapıyı açıp içeri giren adam oğlunun resmine bakarken dalıp giden ihsan beye…
-hayırlı günler bey amca!
Diye seslenmesi üzerine kendine gelmiş ve ellindeki fotoğrafı yeniden gömlek cebine koymuştu.
-size de hayırlı günler buyurun oturun çay içer mi siniz? Yeni demledim.
-evet içerim.
Yüzün de koyu renk gözlükleri olan orta yaşlı iyi giyimli bu adamı ilk kez görüyordu belli ki mahalle sakinlerinden biri değildi.
Çay ocağına geçen ihsan bey biryandan cay doldururken bir yandan da sobaya yakın bir masadaki sandalyeye oturan daha önce görmediği bu gizemli adama sorular soruyordu.
-bu mahalleye yenimi taşındınız?
-hayır, ben burada oturmuyorum aslında İstanbul da da yaşamıyorum. Bir iş için buradayım
-öyle mi? özel değilse sorabilir miyim? Sabahın bu saatinde üstelik pazar günü nasıl bir işiniz var bizim bu mütevazı semtimizde.
-bir iş derken aslında birini arıyorum, onu sormak için girdim içeri.
İhsan bey adama çay dolu bardağı uzatarak karşısında ki sandalyeye oturup,
-kim, o birisi adı ne? Belki tanıdığım biridir.
-emekli öğretmen ihsan bey isminde birisi ihsan öztürk eşinin adı da nesime öztürk tanıyor musunuz?
Bir an eski öğrencilerinden bir olabileceğini düşünerek adamın aradığı ihsan beyin kendisi `nin olduğunu söyledi.
Adam ellindeki çay bardağını masanın üzerine bırakarak ayağa kalkıp nazikçe ceketinin önünü ilikleyip büyük bir saygıyla İhsan beyin ellini öptü.
-berhudar olun eski öğlecilerimden mi siniz? Özür dilerim tanıyamadım.
Adam cüzdanından çıkardığı ve o semtte birkaç ev alına bilecek kadar yüklü bir çeki elinde tutup konuşmaya devam etti.
- ben sizin eski öğrenciniz değilim fakat uzun zamandır sizi arıyordum. İsmim Hakan. İzniniz olursa? Sizinle önemli bir konu hakkında görüşmek istiyordum.
-tabi buyurun
-söze nereden başlayacağımı bilemiyorum ama dediğim gibi uzun zamandır görüşmek için sizi arıyordum.
-delikanlı ne söyleyeceksen lütfen rahat ol
-İhsan bey Trafik kazası geçiren oğlunuz hastaneye getirildiğinde henüz rahmetli olmamış ve bilinci acıkmış, ölmeden öncede sağlam organlarını bağışlamış. Yıllar önce kendi fabrikamda geçirdiğim bir iş kazasında gözlerimi kaybetmiştim oğlunuzun bağışladığı gözleri sayesinde yeniden görmeye başladım. Eğer kabul ederseniz bende sizin manevi evladınız olmak isterim. Minnettarlığımın ifadesi olarak ta şu mütevazı çeki, kabul etmenizi istirham ederim kabul ederseniz beni çok ama çok mutlu edersiniz.
İhsan bey adamın anlattıkları karşısında ne söyleyeceğini bilememişti söyleye bildiği tek şey.
-Oğlumun gözleri mi?
-evet efendim
Hakan bey yüzündeki koyu renkli gözlüğü çıkardığında, İhsan bey, çok sevdiği oğlu Tayfunun gözleriyle karşı karşıya kalmıştı.
O gözler İhsan beye adeta
-ben geldim baba diyordu.
Serhat BİNGÖL
05/09/2014
Edebiyat Defterinin Değerli Yöneticilerine,
Seçki kuruluna, yazımı okuyup değerlendiren dostlarıma çok teşekkür ederim.
Selam saygılarımla,
YORUMLAR
Cumartesi günü sırf yazına yorum yazmak için siteye girdim
ama şanssızlık mı demeli bilemiyorum internet gitti... :)
Olsun - ben biliyordum zaten yazının güne geleceğini ki...
Okurken tüylerim diken diken oldu...
Çok yakın tarihlerde, çok yakın iki ayrı arkadaşım da biri 25 biri 21 yaşında oğullarını kaybettiler...
Birinin üstünden iki yıl geçti ama aile hala kendine gelebilmiş değil...
Allahım hiç kimseyi evlatlarıyla sınamasın inşallah...
Oğlunun gözleri İhsan amcamıza teselli olmuş...
Güne gelen küçük ama duygu açısından çok etkili olan öykünüzü kutluyorum değerli dostum :)
Serhat BİNGÖL
Sevgili Denizce
Böyle bir yoruma ihtiyacım mı vardı ne? Çok iyi geldi yorumun sağ ol
Kaleme aldığım bu öyküyü birkaç saatte yazdım ve yayınladım sayfadan değerli dostlarımın öykünün yazım hatalarıyla ilgili haklı eleştirilerinden sonra doğrusu güne gelmesini beklemiyordum. Bu nedenle güne gelmesi beni şaşırtmıştı sanıyorum Defterinin Değerli Yöneticileri ve Seçki Kurulu da sizin gibi düşünüp öykünün duygusu açısından değerlendirip yazımı güne getirdiler sağ olsunlar.
Arkadaşlarınızın oğullarını kaybetmelerine çok üzüldüm hele gencecik yaşta. düşünmesi bile çok zor bir durum sabırlar diliyorum. Gencecik fidanlar NUR içinde yatsınlar.
Yorumun ve güzel sözlerine çok teşekkür ederim
Sizin dostunuz olmak ayrıcalıklı olduğunu hissettiriyor insana.
Saygı sevgi selamlarımla.
Hayata başka bir gözle bakmak.Başka bir bedende en sevdiğinin gözlerini görmek...
İçim ürperdi.
Kutlarım.
Selam ile...
Serhat BİNGÖL
Sayfamı ziyaretinize güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla,
Hüzünlü bu hikaye güzel mesajı ile de güne yakışmış.
Kaleminize sağlık.
Sevgiler,
Serhat BİNGÖL
Sayfamı ziyaretinize güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla,
Duygulanmamak elde değil. Hayat sürprizlerle doluya güzel bir örnekleme olmuş, her ne kadar hayal mahsulü olsa da.
Ancak şu organ bağışlama konusunda çok tereddütlerim var. Yani bir belge var, organlarımı bağışladım diyorsunuz ve doktorların elinde hayatınız. Para uğruna yapılıyor günümüzde cinayetlerin çoğu. Her kesimden namussuz var. Ya canınızı teslim ettiğiniz doktor paracı çıkarsa. çekiliverir fiş. Bu feci bir düşünce ama gerçekleşme olasılığı yüksek.
Yazıda imlâ hataları var. Düzelmeyecek bir şey değil. Onu da başarırsanız çok güzel. Yüreğinize sağlık.
Serhat BİNGÖL
Mücella hanım merhaba
Organ bağışı konusunda ne tür prosedürler var doğrusu bilmiyorum ama belli bir hukuki prosedürleri denetimi ve kontrolü vardır her halde doktorun hastanın fişini çekebilmesi o kadar basit olmaması gerekir diye düşünüyorum öyle ya! Aksi halde ispatı noktasında cinayetten yargılanır. Böyle bir ihtimali göze alabilirler mi? emin değilim.
Mücella hanım Kendi yazımda da başkasının yazısında da bazı ufak tefek imla hatalarını seviyorum. Dil bilgisi kuralları elbette özenle uygulanmalıdır. Ancak o ufak tefek imla hataları yazının yazarın kendi düşünce ürünü olduğunun ipuçlarını veriyor. o hatalar yazarın düşünme hızıyla yazma hızı arasındaki farktan kaynaklandığını anlaya biliyorsunuz. Sayfada bazen öyle yazılara denk geliyorum ki felsefi yönüyle ağır ve dolu harika pürüzsüz tertemiz bir yazı hayranlıkla okuyorum hele benim gibi yazma özürlü biri için kıskanılacak düzeyde. Sonra yazarın yorumlara verdiği cevaplara bakıyorum imla hatalarıyla dolu haa anlıyorum ki o yazıda, içinde geçen düşünce ürünleri de yazara ait değil kopyala yapıştır türünden bir yazı eh o zamanda hoş olmuyor tabi.
Sayfamı ziyaretinize güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla.
Mücella Pakdemir
Serhat BİNGÖL
Yorumunuza verdiğim cevabımı tekrar okudum kıymetli arkadaşımı kızdıracak yanlış bir cevap mı? verdim acaba diye düşündüm sanırım anlatmak istediğimi doğru anlatamadım.
Genel yorumlarda yapılan imla hatalarını kastediyorum.
Söylemek istediğim şey şuydu; ( Öylesine pürüzsüz bir yazıyı kaleme alan kişinin O yazıya yapılan yorumlara verdiği cevaplarda sırıtan yığınla imla hatasından aslında yazının orjinalinin kendisine ait olmadığının anlaşılabilindiğinden bahsetmiyorum) bunda yanlış anlaşılacak ne var? Bende bunu anlamadım.
Sonuçta;
Kitapçıdan aldığımız yayın evinin editörünün denetiminden geçmiş kitaplarda bile küçük imla hatalarına rastlamak mümkünken,
‘’hoş görmek’’ adına söylemiyorum ama bu sayfalarda yazı yazan kimi ev hanımı kimi ssk ‘dan emekli vs kimi de benim gibi edebiyat defteri üyeliğiyle yazma işlerine başlamış ve hatta edebiyat öğretmeni olduğunu bildiğimiz insanların (gözden kaçmış) imla hatalarının insani bir yönünü vurgulamak istedim. Yani imla hataları yazının o yazara ait olduğunun masum ipuçlarını veriyor. Yoksa elbette ki, kimse bilerek ve isteyerek yazısında imla hataları yapmaz.
Pürüzsüz hatasız bir yazıdansa beni kandırmayan içinde masumiyet bulunan (gözden kaçmış) imla hatasının olduğu yazı benim için daha saygıya değerdir.
Kendi düşünce ürünü olmayan başka yerden kopyalayıp okuyucuya kendi düşüncelerinin bir ürünü gibi sunulmuş bir yazıyı ben etik bulmam.
Bu şekilde yazılmış bir yazıyı sanırım siz normal ve hoş karşılamazsınız. Aksi halde yok normaldir derseniz de buna söyleyecek bir sözüm olmaz saygı duymaktan başka.
Selam saygılarımla,
Mücella Pakdemir
Ben sizin yazınızdaki imlâ hatalarından rahatsız olmadım. Sonuçta dönüp düzeltebilirsiniz. "Kendi yazımda da başkasının yazısında da bazı ufak tefek imla hatalarını seviyorum" demenizi doğru bulmadım.
Başkasına ait ürünü kopyalayıp yapıştıran ve kendi yazısı gibi takdim eden konusuna ise hiç girmedim. Dolayısıyla savunma gibi bir durum söz konusu değil. Buraya yazı eklerken altta eserin bize ait olduğunu kabul ettiğimiz bir kutucuk var ve orayı işaretliyoruz. Ben hiç çalıntı bir şey eklemedim, başkaları ne eklemiş onu da bilemiyorum.
Yanlış anlaşılmak istemem. Yazınızı zaten beğenmiştim. Bir kere daha tebrik ederim.
Serhat BİNGÖL
Merhaba Nazik Hanım
Amin
Güzel yorumunuza ve temenninize çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla
Biraz Yeşilçam, biraz Serhat ve duyguların değişmiyen yüzü.
Hüzün, ölüm, oğul ve geçim zorluğunu yaşayan bir aile. Biraz ezber edilmiş duyguların sıralanışı gibi. Beklenmeyen ölüm, beklenmeyen bir kavuşma. İkincil bir kavuşma, sade bir şaşırmayı aşmadı. Anlatımın ve kullandığın kelimeler, hikayenin üstünde.
Aslında sürekli kendimizi, kendimizle tekrar mı ediyoruz? Takip ettiğim kişilerle, kendimi kıyaslıyorum hepimiz aynı konu ve çerçeve içindeyiz. Sorunun ne olduğunu kendime sorduğumda, sanırım okumadan uzak kalmak, diye düşünüyorum. Tabi kendime yakın gördüğüm insanlar için, böyle düşünüyorum.
Biz tüm duyguları bir konuya, bir konuyu tek sebep üzerinden görüyoruz. Önce körlük sanırım. Ardından görmek bizi açacak bundan eminim.
Saygılar, Sevgiler Değerli Dostuma
Serhat BİNGÖL
Sevgili Can
Biz sana secici yorum yaz dediysek böylede yaz demedik ayıp oluyor ama))))
İşin şakası bir yana
Nefis bir yorum yapmışsın gönülden tebrik ederim çünkü senin bu yorumun aslında edebiyattan tiyatro sinema sanatına hata müzikten diğer görsel sanatlara kadar ülkenin gelişim düzeyinin tartışılması açısından çok önemli saptamalar içeriyor.
Yorumunda yerden göğe haklısın kendimizi tekrar gibi oluyor öykülerimiz genel de.
Aslında buda doğal bir durum sonuçta yeşil çam filmleriyle büyüdük okuduğumuz kitaplarda seyrettiğimiz filimler den çok farlı değildi. Ellili yılardan bu yan birilerinin izin verdiği ölçü de filmler seyrettik onların sansür denetimin den geçmiş kitapları okuduk hal böyle olunca ortaya çıkan sanat ürünleri de beli bir kalıbın dışına çıkamıyor.
Şimdi böyle bir fikri savunduğunuzda hemen birileri çıkıp Yahu bu ülkede artık her şey serbest yasaklanan bir şey mi? var diye çıkışa biliyor. Ama işte öğle değil sanat evrimleşerek toplumun kültürünü oluşturur bu günden yarına olacak bir şey değildir. Kaldı ki bu gün var olduğu iddia edilen özgürlük oda ne kadar varsa gökten zembille inmemiştir geçmişte insanlar okuduğu kitaplar dolayı işkence görmüştür. Çevirdiği filimden dolayı hapis yatmıştır. Yazdığı kitaptan dolayı suikasta uğramıştır vs vs kısacası kolay olmamıştır bu günlere gelmek.
Oysa bu ülke sahip olduğu tarihsel ve kültürel zenginliğiyle ne Oscar ne Nobel edebiyat ödülünü nede diğer sanat alanlarındaki ödülleri kimseye kaptırmayacak kadar güçlü bir kültüre sahiptir.
Gerçi kendi adıma şu parantezi açmak isterim. İtiraf etmem gerekirse benim hayatım boyunca okuduğum roman sayısı bir elin parmaklarını geçmez nedense öykü roman hikâye tarzı kitaplar beni pek sarmamıştır. Bu gün bir öykü kaleme almaya kalktığımda bunun eksikliğini fazlasıyla görebiliyorum. Neyse uzun ve derin bir mevzu.
Aslında yazacak konu anlamında bu ülkede çok materyal var ama maalesef buna da toplum hazır değil özgürlük bilincinin gelişmesi için daha epeyi bir zamana ihtiyaç var.
O zaman oluşana kadar bu tür öykülerle yetineceğiz.
Yorumun için çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
CaNMaYBuLL
:) Bir elin sayısı kadar, bir dost tavsiyesi, 5 kitap önersem ? Bu kitaplardan sonra başkalaşım olacağından eminim. Ve bu başkalaşım ,olumlu bir ilerleyişle kaleme dökülecek.
Ne dersiniz ?
Evet hüzünlü bir öykü daha diye aklımdan geçirirken, hüzünsüz bir yaşamın da ne kadar sığ olacağını düşündüm.
Öyküdeki o şarkıyı ben de çok severim ama aktardığınız sözler yanlış. ‘’anlatamam derdimi kimseye o yar o yar duymasın diye’’ değil de "‘’anlatamam derdimi kimseye ağyar, ağyar duymasın diye’’ olmalıydı.
Kaleminize sağlık...
Serhat BİNGÖL
Merhabalar kıymetli dostum Nitem Bey
Uyarınız için çok teşekkür ederim.
Doğrusu o şarkının sözlerinin ağyar olduğunu bilmiyordum.Gogol dan girdim baktım gerçektende ağyarmış hemen düzelttim.
Hani bir söz vardır ya Hz Aliye ait ban bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum diye. Doğrusu ben o kadar iddialı değilim fakat kısmet olur da bir gün karşılaşırsak bir kahve borcum olsun )))espri biryana ilginize ve yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla.
Çok güzel ve konu olarak anlamlı bir yazı
Bu gün çocuklarımla konuşyorduk . Eğer organlarımı bağışlayacak biçimde ölürsem kalbim hariç bütün organlarımı bağışlayın dedim. Onlarda inşallah olmaz ama senden önce ölürsek sende bizimorganlarımızı bağışla anne dediler. Evlat acısını güzel Allahım göstermesin.
Yinede Rabbim ani ölümden bizleri korusun
Tebrikler
Serhat BİNGÖL
Uzun zaman sonrasında sizi yeniden sayfamda görmekten çok mutlu oldum. Hoş geldiniz.
Organ bağışı konusunda duyarlı tavrınızdan dolayı sizi ve çocuklarınızı gönülden kutlarım.
Yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla.
Konu güzel,
Fakat kurgudaki işleyişi biraz daha açık şekilde anlatabilirdiniz Sn. Bingöl. Dönüp tekrar okumak zorunda kaldım, acaba ben mi yanıldım diye.
Mesela ölen çocuğun yaptığı kazayı daha detaylı bir dille anlatabilirdiniz.
Yaşlı adamın maddi gücünün eksik yanlarını başka bir şeyler koyarak anlatabilirdiniz.
Bu şekilde, sanki çocuk aniden ortadan kaybolmuş gibi oldu. Tekrar okuyunca fark ediliyor. Sonra yaşlı adamın oğlunun gözleri karşısında para alması tuhaf oluyor. Oysa maddi imkansızlıkları daha detaylı anlatılmış olsaydı, o zaman okuyucuya Hızır gibi yetişmiş gelirdi. Yanlış mıyım bilmem.
Yine de benim düşüncem bu Sn. Arkadaşım, sakın yanlış anlamayın beni. Kötü eleştiri yapmak istemiyorum inanın, eleştiri doğrular demektir.
Düzeltin bence bu kısımları, konunuz çok güzel.
Saygımla efendim.
Serhat BİNGÖL
Çok kıymetli Davidoff
Öncelikle şunu söylemek isterim ki siz benim bu sayfalarda kalemine saygı duyduğum müstesna dostlarımdan birisiniz dolayısıyla eleştirinizi yanlış anlamam mümkün değil.
Davidoff gibi bir kalem benim acizane öykü denememi eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmişse söylediği her sözü hiç kuşkusuz dikkate alırım.
Yazı üzerinde söylediğiniz bölümleri düzeltme konusun da doğrusu başaramayıp öykünün omurgasını bozarım diye çekiniyorum ama uyarılarınızı bir başka öyküde mutlaka göz önünde bulunduracağım.
Emin olun okul yılarımdaki bir iki kompozisyon çalışmasının dışında hayatımda bu ikinci öykü denemem. Kaleme alacağım diğer öykülerin kurgusunun zaman içerisinde daha iyi olması için çaba sarf edeceğim.
Kıymet verip yorum yaptığınız için çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
Davidoff
Öykünün güne gelmesine çok sevindim Değerli Bingöl.
Ayrıca eleştirimi yanlış değerlendirmediğiniz için de ayrıca memnun oldum, sağ olun.
Zaten madem ki eleştiri bölümleri açılmış, bu tip doğru eleştirileri yapmamız, bizlerin yollarını daha da düzeltecektir eminim.
Başarılarınızın daim olması dileklerimle.
Öykünün güzel olduğu kadar verdiği mesaj da güzel.
Toprak olacak organlarımızı bağışlasak bir başka insanın yaşamasına, kendimizi onda tekrar yaşatmaya başlayacağız aslında.
duralı yüreğinizi kutlarım
saygılar
Serhat BİNGÖL
Güzel yorumunuza sayfamı ziyaretinize çok teşekkür ederim.
İnsan derin düşündüğü zaman gerçektende toprak olacak organlarımızı bağışlarsak bir başka insanın yaşamasına vesile olacağız müthiş bir şey
acizane öyküde de azda olsa bu mesajı vermeye çalıştım beğenmenize mutlu oldum.
Saygı selamlarımla.
Gerçekten çok anlamlı ve etkileyici bir hikaye olmuş.
Gözlerim yaşararak okudum.
Hem hikaye güzel,
hem sunuluşu güzel,
hem de verdiği mesaj anlamlı.
Ne demeli?
Yani,
resmen yaşadık İhsan hoca ile olayı.
Tek evlatlarını kaybedişleri de üzücü idi.
meslektaşım olması da, daha çok mu üzdü, nedir?
Serhat BİNGÖL
Kıymetli dostum Gökhan Bey
Şunu açıkça söyleyebilirim ki benim âcizane öykü denemelerimde sizin cesaretlendirici yorumlarınızın ve kaleme aldığınız yazılarınızdaki mükemmel anlatımınızdan esinlenmemin büyük payı var daha öncede söylemiştim siz benim bu yazı işlerinde öncelikli rol modelimsiniz.
Dolayısıyla sizin kaleme aldığım öyküyü beğenmeniz benim için ayrı bir önem taşır.
Vefat etmiş mühendis tayfunun meslektaşınız olması sizi daha fazla üzmüş olabilir bence de)) ama sonuçta öykü üzmeyin kendinizi))) siz sağlıklı mutlu uzun bir ömür yaşayacaksınız inşallah bizlerde yazılarınızı okuyacağız bu arada farkındaysanız kendime de pay çıkartıyorum)))
Saygı sevgi selamlarımla.
Gece gece ağlattınız beni... Yaşlı adamcağız o kadar içten dilemişki evladını görmeyi... :-( inanın şu an ne yazsam boş... Allah herkese önce can sağlığı sonrada sağlık sıhhat versin... Bu kurgusu çok güzel yapılmış gerçek olarak hayatımızda yaşanan hikaye için teşekkürler... Sağlıcakla kalın....
Serhat BİNGÖL
Değerli arkadaşım
Sizi ağlattığıma üzüldüm fakat öykünün kurgusunu güzel bulmanıza ayrıca sevindim.
Dediğiniz gibi sağlık ve sıhhat çok önemli yaşadığımız her anın kıymetin bilmemiz gerekir.
Samimi yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla.