- 1406 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Hayal'i muhal
Ah yalnızlığın gömük kapıları bir yağmuru dinlercesine bütün anları içebilirim.Bizimle demirlenen gecenin, gömük kapıların eşiğinde dikilir kalır dünden kalma mutsuzluklar.Karaya çıkan tayfalardan suları bulandırmış bir yolculuk sürdürdüm senin alnına değene kadar,
çok yoruldum..!
Öyle çok sarıldı ki geceye kokun, fosforlu sesin kamaştırdı ruhumu,aysız ayışığı gibiyim, güneşten bir sürü renk çıkartabilirim.. Aydınlıkken gözün görür, geceyken gönlün.
Kükürt renginde yıldız uyanır, ay gıcırdarsa göğün damarlarını görürsün.Kopmuş uykunun iskeletiyim ben, bazen bir ölür bir dirilirim..
Eyy yaralı göğsüme düşen yelken, denizin mi durdu, eridimi yıldızların gün görmüş kayalıkta artık yelin göğsü olamam. Sen hiç gördün mü ölümün gözündeki mor rengi, aşkın altın yasasıdır o...
Bitimsiz bir zamanın can sıkıntısında, huysuz kuşların dağıttığı rüzgar, bunamış yaşlı gibi dilsizim şu aralar. bakmayın yazdıklarıma (anlayın) Bir delinin hayaliyle düşüncesiyle yargılayın (susun)
Uyur gezer yosunları delirten poyraz misali bakmayın (görün) işte, çırpınan bir kavağın yalnızlık sancısı dolaşıyor bahçede.Eylül’ün evine gidiyoruz, melez yaprakların sararması yasaklanmış
doğallığını yitirmiş yaşam gibi...
Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi, yarışı başlatan tabanca sesi gibi,
kalbimiz koşuya çıktıntan sonra duyuyoruz söylediklerimizi..
Gözler yitirdi mi gerçekliğini, sus pus olmuşluğunla kavrulan ateşi kim söndürdü?
Rüzgârla kırbaçlanmış kabuslar gördüm çıplak, unutulmuş ve kıraç.Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?