- 853 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ekoloji ve Kentleşme
Ekoloji günümüz çağında sadece doğa ile sınırlandırılmıştır . Ekolojiyi eğer sadece doğa ile sınrılandırırsak toplumsal anlamda ekolojiyi kavrayamayız. Bahsedilen Ekoloji toplumsal ahlak , doğa ve yaşamın sürekliliğini her defasında bizlere , insanlara , toplumlara öğreten , hatırlatan kadındır. Yani denile bilinir ki Ekolojik toplum anaerkilliği temisileden ve Kapitalist sistemi kesinlikle rededen sistemdir .
Doğanın , evrenin bir parçası olan insanlar doğayı amaçtan araç haline dönüştürmesiyle toplum/lar doğadan tamamiyle kopuk bir yaşam sürdürmeyi seçmiştir . Doğanın yer altı ve yer üstü kaynanklarının cazibeli güç tılsımı oluşu, insan toplumlarını bir biri arasında güç rekabetine dönüşmesine neden olmuştur. İmparatorlukların daha zengin kaynaklara ulaşması için genişleme yanlısı politikalar izlemesi gibi . Avcı erkeklerin uzun sopalarının ucunda kesici taşların olması , sonrasında ucundaki taşların demir oluşu , daha keskin taşların yerine demirin gelmesi avcı erkeklerin güçlerinin , kuvvetlerinin farkına varması ve toplayıcı kadınları evlerine kapatmaya başlamasıyla ataerkil düzene geçiş başlamış oldu . Kabileler arası savaşların , dövüşlerin başlamasıda toplumların kabilecilik hayatından yerleşik uygarlığa geçişleriyle başladığı sanrısı tartışıla bilir .
Toplumun doğadan kopuk bir yaşam sürdürmesi iki farklı cinste vahşi hayvanı kafese tıkamak gibidir . İki vahşi(dişi - erkek) hayvanı kafese kapatılması bir süre sonra o hayvanların bir birini parçalayarak yok ettiği gerçeği göz önüne bulundurulması gerek . İnsanlarda tıpkı doğadan ekolojiden kopuk bir dünya hapishanesindedir.
Hes projeleri , barajlar toplumun ihtiyaçlarının dışında gelişen , tamamiyle Ulus devletlerin stratejik güç birliğene paralel oranda biçimlendirilmiş bir sistem ağıdır . Toplumun ihtiyacı , hatta doğası olan ekoloji tümüyle araç haline dönüştürülmesinin kısaca etkilerinden bir kaçıdır . Uzunca Ekoloji , doğa , İnsan arasında düşünüldüğünde aradaki korkunç farkı göre biliriz birinci doğa toplumunun anaerkil düzenden ataerkil düzene geçişi , uygarlıkların yükselişi , devletlerin oluşumu ve savaş çağlarının başlangıçları .
Bu temelde Ekolojiyi sadece doğa ile sınırlandırılmamlı Toplumsal bir ekoloji modelini tarif eden Murray bookchin’e göz atalım ;
’’Toplumsal ekoloji, sadece ahlakın yeniden canlandırılması için değil, aynı zamanda ve her şeyden önemlisi- toplumun ekolojik bir temelde yeniden inşa edilmesi için de talepte bulunur. Toplumsal ekoloji, kör piyasa güçlerine ve acımasız bir rekabete dayanan iktidar odaklarından etik taleplerde bulunmanın, kendi başına ele alındığında, kesinlikle sonuçsuz kalacağını vurgular. Kendi başına ele alındığında böylesi bir talep, ekolojik bir topluma ulaşmayı sadece bireysel tutumların değişmesi, tinsel bir yenilenme ya da yarı dinsel bir arınma ile ilgili bir mesele haline getirerek günümüzde hüküm süren asıl iktidar ilişkilerini gözlerden saklar. Yeni bir etik bakışın taşıdığı önemin her zaman farkında olsa da toplumsal ekoloji, öncelikli olarak, birinci doğayı hakimiyet altına alma gibi fikirlerin hem yapısal hem de öznel kaynaklarına inerek günümüz toplumunun doğal dünya üzerindeki ekolojik sömürüsünü sona erdirmeyi amaçlar. Kısacası, bütün bir tahakküm sistemine (onun ekonomisine, tekniği kötüye kullanımına, idari aygıtına, siyasi hayatın itibarını zedelemesine, kültürel gelişmenin merkezi olan şehri yerle bir etmesine, tüm o ahlaki ikiyüzlülüklerine ve insan ruhunu kirletmesine) meydan okuyarak, kendilerini insanlığa dayatan ve insan dışı doğa ile insani doğa arasındaki ilişkiyi tanımlayan hiyerarşik ve sınıf temelli değer yargısı sistemlerini ortadan kaldırmayı amaçlar.’’
Kentlerde yaşayan insan miktarı, sanayi devrimi ve endüstriyeleşmenin hızla artması ile birlikte insan nüfusununda katlanarak artmıştır. Megalopolis (birleşik kentler), kendisini giderek insan yaşamına yerleştirmesi yaşanıla bilir tek düzen hayat biçimi olarak tarif etmesi ve insan bilincine yerleşen bu yeni model yaşam kentlerin en son şeklidir.
Kent, Kentleşme, Megapol Kentler yani yeni düzen elit kültürü ve bölge yerlileri ya da iki karşıt sakin arası, bir yabancılar dünyasıdır. Gerçekte, dünya tarihindeki tüm kentler, eşsiz, evvelce alışık olmayan ortamlar ve aykırılar dünyasıdır. Devasa kentlerin insan dünyasında bir düş , hayal olması merkezinde, ortasında ve zirvesinde, en baskın karakterinde egemen kültür vardır .
Weber’e göre kent: “Ticareti ve endüstriyi kolaylaştıran kentteki her aygıt, daha ileri işbölümü ve daha ileri görev uzmanlaşmasının yolunu açar.” Daha ileri tek tipleştirme, standartlaştırma, eşdeğerliliktir. (1)
Araç gereç, teknoloji sistemleri olduğunda – sosyal karmaşıklık geliştiğinde – kent ortaya çıktı. Kent-makinesi, ilk ve en büyük teknolojik fenomendi, iş bölümünün zirvesiydi. Veya Lewis Mumford’un tanımladığı gibi, “kentin imi, onun maksatlı sosyal karmaşıklığıdır.” Bu bağlamdaki iki yöntem aynıdır. Kentler, şimdiye dek icat edilmiş en karmaşık yapay olgulardır; tıpkı kentleşmenin, gelişmenin birincil ölçülerinden biri olduğu gibi.
Yaklaşan dünya-kenti, yapay olanın lehine tabiatı yok ederek ve kırsal bölgeyi kent önceliklerine riayet eden önemsiz bir “civara” indirgeyerek, doğaya karşı açtığı savaşı mükemmelleştiriyor. Tüm kentler toprağa karşıttır. (2)
Sistemin böylesine müthiş bir cazibelikle genileşmesi ve çözümsüzleşmesi ; kentlerin devasa şekilde yükselmesi , insanların bir birinden kopuk, dış dünyaya kapalı , duyarsızlaşması, kentler ve kentleri yükselten bilinçsiz ekonomi ( rant ) Kentleşmelerin tüm gücüyle tavan yapttığı ve her yerin beton yığını haline dönüştürüldüğü, bunu yaparken de taşeronluk sisteminin serbestleştirilmesiyle işçi sınıfını eylemsizleştirerek ve hatta avm , moda vb. gibi müthiş bir incelikle işlenen yapılarla toplumu duyarsızlaştırarak kör , sahır , dilsiz toplum yaratılmıştır. Günümüz toplumların kadınlara uygulanan baskı , zorbalık , tecavüz , kadın ticareti , savaş , katliam , sürgün 21.yy dünyasında açlık ve susuzluktan öldürülen insanların çığlıklarına kulaklarını tıkıyarak adeta sistemin yaratmak istediği model topluma uygun Robot yaratılmıştır .
Uygarlığı ayakta tutan kent ve endüstriyalizmdir . Kentlerin Müthiş yapılarla kendini AVM’lerle megalaştırması ve AVM’lerin yükselmesi , binaların , gök delenlerin , havaalanlarının ve yanında bulunan boş arsalarının , Mahallelerin normal fiyatlarının iki katı veyahut dört katı şekilde artması birey için sevindirici müthiş bir olaydır . Kentler , Uygarlık şöyle dursun; Kentleri farklı yanlarıylada incelenmesi önemlidir. 21.yy ve daha sonra ki yy’da Modern Sürgün’dür. Sistemin bireye doğrudan yaklaşmadığı sinsi bir şeytan gibi yanaşması sizi o arsadan çıkmasınızı cüzzi bir fiyatla da sizin iradenizi satın almanızı sağlar . Toplum için bu sorun değil gibi görünsede kentsel döünüşüm projeleri bu anlatılan konunun birebiridir esas itibariyle kentler elit kültür için uygarlık çağdaş bir toplumdur madalyonun diğer yüzü ise ; Ulus-Devlete göre çağdaş bir toplum tek tipleştirilmiş robotlaştırılmış metalar toplumudur. Kentlerin yükselmesi toplumu alışkın olduğu yaşadığı , doğup büyüdüğü , anılarının geçtiği iyi kötü yıllarının sevgililiklerinin , aşkların , sevişmelerin , kavgaların , dostlukların , birlikteliklerinin yaşandığı o mahallede devasa bir gök delenlerinin dikilmesiyle alışkın olunmamaış bir kültürle karşı karşıya bırakılmıştır . Yani eskiden halkları silah zoruyla yerlerinden yurtlarından kovulurdu , şimdi ise cüzzi miktarda yerinizden yurdunuzdan çıkmanızı iradenizi satmanızı istemektedir .
Kentin ortaya çıkışı ve yükselişi konusunda John Zerzan şöyle demektedir ;
’’Kent gerçekliği öncelikle değiş tokuş ve ticaret ile ilgilidir, varlığını sürdürmek için dış alanlardan gelen desteğe neredeyse tamamen bağımlıdır. Bu tarz yapay bir geçimi garanti altına almak için, kent babaları kaçınılmaz olarak savaşa girişirler; uygarlığa ait başlıca kronik bir öğe. Stanley Diamond’ın kelimeleriyle, “Dışarıda fetih ve içeride baskı”, kendi kökenlerinden kentleri tanımlayan bir tarifdir. Erken Sümer kent-devletleri, örneğin, sürekli savaştalardı. Kent pazar ekonomilerinin istikrarı için mücadele, aralıksız devam eden bir ölüm kalım meselesiydi. Ordular ve harp hali, özellikle kent dinamiğinin yerleşik genişlemeci karakteri göz önünde tutulduğunda, en önemli gereksinimlerdi. Zamanının (MÖ 2700) en büyük Mezopotamya kenti olan Uruk, 900 kule ile takviye edilmiş, altı mil uzunluğunda çift katlı duvarıyla öğünürdü. Bu erken dönemden Orta Çağlara kadar, adeta tüm kentler takviye edilmiş garnizonlardı. Julius Caesar, Gaul’daki her bir kenti ifade etmek için oppidum(garnizon) kelimesini kullandı.
İlk kent merkezleri aynı zamanda sürekli olarak kuvvetli bir törensel yönelim gösterirler. İçkin, dünya-temelli bir tinsellikten, tam olarak dehşet verici, muazzam kent tapınakları ve lahitleriyle ilave bir bozulmaya uğrayan kutsal veya doğa üstü alanlara önem vermeye doğru kayan bir hareket. Bir toplumun tanrılarının yüceliği, sosyal yapısının artan karmaşıklığı ve katmanlaşmasına karşılık geldi. Dini anıtsallık, yeri gelmişken, otoritedekilerin yalnızca bağlılığı-tetikleyici bir taktiği değildi; aynı zamanda evcilleştirmenin yayılması için temel bir araçtı.
Ancak tahakkümün gerçek yükselişi sadece yoğunlaştırılmış tarım – ve Childe, Levi-Strauss ve diğerlerinin belirttiği gibi yazı sistemlerinin ortaya çıkışı – ile değil, metalürji ile başladı. Uygarlığın evvelki Neolitik aşamasını, Bronz Çağını ve hatta devamını müteakip, Demir Çağı kentleşmeyi merkezine yerleştirdi. Toynbee’ye göre, “Tarih boyunca kentlerin boyutlarındaki artış görünüşte bir eğri şeklinde ortaya konursa, bu eğri, teknolojinin etkisindeki artışı ortaya koyan bir eğriyle aynı görünüşe sahip olduğu fark edilecektir.” Ve sosyal yaşamın giderek kentleştirilmiş niteliğiyle, kent, bir kaba benzetilebilinir. Kentler, günümüzdeki fabrikalar gibi, kapsamaya dayanır. Kentler ve fabrikalar hiçbir zaman içlerindeki insanlar tarafından özgürce seçilmiş temelde değillerdir; onları orada tutan hakimiyettir. Aristophanes, MÖ 414 yılında yazdığı Kuşlar’da bunu çok iyi ortaya koyar: “Bir kent, tüm kuşları barındırmak için yayılmak zorundadır; daha sonra havada, gökyüzünde, yeryüzünde çit ile çevirmek, ve sonra da onu duvarlarla çevirmek zorundasınız.’’
Abdullah Öcalan’a göre Ortadoğu toplumlarında uygarlığın doğuşu , yükselişi ve kentleşmenin yükselmesi ;
’’Ortadoğu toplumunda uygarlığın başından itibaren kent ve çevre sorunları yaşanmaya başlanmıştır. Sümer kentlerinin ilk kuruluş öykülerine bakıldığında, kent içi ve kentler arası nasıl bir ortamda geliştikleri anlaşılmaktadır: Sorunlarla dolu bir ortam. Bunlar kölelikten kaynaklanan sorunlardır. Kentleşme bağrında köleleşmeyi, dolayısıyla devletleşmeyi de taşımaktadır. Pazarın kurulmuş bulunması beraberinde ekonomik sorunu da getirmektedir. Değişim oranlarını, yani fiyatları kim kararlaştıracaktı? Bu konuda uzlaşmalar kolay olmayacaktı. Kentin iaşesi ve savunulması başlı başına sorundu. Oluşan iktidar klikleri (rahip, yönetici ve komutan) aralarında sürekli çekişmekte, devrim ve karşıdevrim sorunlarına yol açmaktaydı. Ayrıca kentlerin büyüme sorunları vardı. Kentle birlikte gelişen kent yönetimi ve devleti tüm uygarlık çağlarının vazgeçilmeyen fenomeni olagelmiştir. Kent devleti en eski ve en yaygın iktidar biçimidir. İmparatorluk ve ulus-devletler daha sonra ortaya çıkmışlardır. Tarihte ağırlıklı biçim ezici ağırlığıyla kent veya yakın çevresiyle sınırlı yönetimi ve devletiydi. Kentler arasındaki yoğun rekabet sürekli çatışmalara yol açmaktaydı. Bu çatışmalar kentlerin olanaklarını tüketiyordu. Bulunan çare hegemon ve metropol kent kavramı oldu. Uruk, Ur, Babil, Asur, Persepolis, Atina ve Roma bu tür hegemon kentlerdir. Daha sonraları imparatorluk merkezleri olarak rol oynadılar. Tarihin ilk imparatoru olarak Akad Hanedanı kurucusu Sargon’u görmekteyiz. Sargon, Sümer kentlerini Agade’nin ve kendisinin hegemonyasına almakla yetinmeyip, bunu dönemine göre uygarlık alanının tümüne taşırmıştır. İmparatorluk bu durumda hegemon (metropol) kentin diğer kent ve çevreleri üzerinde denetim kurması ve toplumsal artılarından pay alması anlamına gelmektedir. Ticaret, tarım ve endüstri daha geniş pazar ve maddi olanaklarıyla yürütüldüğü için çok kâr bırakıyordu. Dolayısıyla geniş imparatorluk tipi iktidar örgütlenmesi epey kârlı oluyordu. Sargon, Babil ve Asur İmparatorluğunda bu eğilimi rahatlıkla izleyebilmekteyiz. Özellikle Asur İmparatorluğu hammadde ve mamul madde ticaretinde uzmanlaşmıştı. Kârın kaynağını güçlü bir biçimde koruma arzusu, iktidar için en vahşi sahneleri sergilemekten çekinmemelerine yol açmıştır. Asurlular insan kellelerinden duvar ve surlar inşa ettiklerini övünçle anlatıyorlardı.’’
Murray bookchin’e göre kent ;
’’Bugün, insan ilişkilerinin ayrışmaya başladığı bir dünyada yaşıyoruz. Akıl bedenin, düşünce maddenin, birey topluluğun, kent kuşaklan kentlerin, kentler kırsal kesimin, insanlık ise ’vahşi ve yola getirilmesi güç’ olarak görülen doğanın karşısında yer alıyor. Böylesi ’yoksun’ bir noktaya evirilmemizde en büyük pay sahibi olan ulus-devlet ise artık totaliter bir karaktere bürünmüş durumda. Politika, kentsel ve katılımcı özünden kopartılıp ’devlet’e indirgenmiş, yurttaşlar vergi mükellefi birer ’seçmen’e dönüştürülerek etkisizleştirilmiştir. Toplumsal sorunlarda söz sahibi olan bir zamanların aktif yurttaşı, giderek eylemsizleşmiş, düşünsel becerileri azalmış, umursamazlığı artmış; bütün etkinliğini alışveriş, moda, dış görünüş ve kariyer gibi alanlarda göstermeye başlamıştır. Ne devletin ne de onun doğrudan uzantısı olan politik partilerin halkla ’doğrudan’ bağı vardır artık. Demokrasi kavramının doğuşu ve gelişimine sahne olan kentler, ulus-devletin yarattığı ’kentleşme’ denen süreçte homojen, mekanik ve kâr hırsının her şeyin önüne geçtiği bir pazar haline gelmiştir. Halk kültürü sentetikleşmiş; insan ilişkilerinde evlilik bir ’yatırım’a, çocuk yetiştirme ’iş’e, hayat bir ’bilanço’ya, idealler ’satın alınabilir şeyler’e, yerleşimler ise ’işletme’ye dönüşmüştür.
Doğal hayatı ve insani toplulukları yok ederek ulus-devleti güçlendiren kentleşme anlayışlarına karşı bir yerel yönetim programını tartışmaya açıyor. Yerel yönetim kurumlarını birbirleriyle uyum içinde çalışabilecek biçimde yeniden yapılandırmaktan; insan ilişkilerinde dayanışmayı içeren yaratıcılıktan; ulus-devletin yerine politik açıdan konfederasyon sistemine dayanan yerel yönetimlerden; insanlık ile doğa arasında katılımcı, hiyerarşik olmayan yeni bir ilişki kurmaktan; kentin yeni bir tür etik birlik, bireyin insani bir ölçek içinde güçlendirildiği, katılımcı ve ekolojik bir karar sistemi ile yurttaşlık kültürünün tek kaynağı olarak yeniden kurgulanmasmdan ’’
1 - John Zerzan ( Birlikte Yalnız: Kent ve Sakinleri )
2- John Zerzan ( Birlikte Yalnız: Kent ve Sakinleri )
3 - Abdullah Öcalan ( Ortadoğuda Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü Cilt:IV )
4 - Murray Bookchin ( Kentsiz Kentleşme , Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.