Uzak Hayallerden Yakın Mesafeye
[ kali Yağmurlu gecelerde başladım; olmayan sevgiliyi hayal etmeye. Dört duvar arasında, sonsuz ufukları taradım geceler boyu. İşte o vakitler anlamaya ve hissetmeye başladım o marazi duyguyu. Küçük odamın, basma desenli perdeleri en yakın şahidim oldular.
Olmayan sevgilinin hayali, gözlerimin önünde uçuşuyor; yoğunlaştıkça, yokluğunun acısı daha da perçinleniyordu. Yağmur damlaları cama vurdukça, sevgilinin nefesini burnumda hissediyordum. Duvarlarım boştu ve hayal dünyamı duvarlarıma yansıtacak ortam ve cesarete sahip değildim. Masamın üzeri, üniversiteye hazırlık dergileriyle doluydu. Beynimde ve yüreğimde çözülmeyi bekleyen yığınla duygu ve düşünce dururken, masamda da çözülmeyi bekleyen sayısız sınav testleri bekliyordu. Masam, hayallerim kadar dağınıktı. Masamdaki tek düzen, okuduğum romanların dizilişiydi.
Odamda kitaplarımı dizmek için kitaplık ya da herhangi bir raf olmadığından, en yeni ya da en sevdiğim kitapları masamın üzerinde üst üste dizmiştim. Eskimiş ya da daha az önem verdiğim kitapları da duvar dibine, düzgün bir şekilde istiflemiştim.
Daha on sekiz yaşındaydım ve henüz hiçbir sevgiliye dokunmamış ve hiçbir kadının gözünün içine bakmamıştım. Ama hayallerim, ufkun sınırlarını çoktan aşmış ve işi fantastik kıyılara yanaşacak dereceye getirmişti. Oysa fantezilerde bile günah işlemeye zorlanıyordu saflığım. En melûn hayalim, sevgilinin saçlarını okşamaktı. Cinsellik hayallerim sıradan kadınlara karşı fütûrsuz olduğu halde, sevgiliye bir türlü dokunamıyordu.
Düz, siyah ve uzun saçlıydı hayal ettiğim sevgili ve bir adı yoktu. Hiçbir ismi yakıştıramıyordum nedense ona. Sevgiliye bir isim vermeyerek hayallerimin ucunu açık bırakıyordum bir çeşit. Farkında olmadan sevgiliye yaptığım en büyük hinlikti bu. Sevgilinin hayalini bir çeşit koruma refleksiydi bu belki de.
Roman karakterleriyle dostluklar kurdum zamanla. Onlarla dertleştim. Kimisini çok sevdim. Kimisine de çok kızdım. Ama hiçbirini silip atmadım hayatımdan. Yüreğimde bir yerlerde hep sakladım onları.
Ay ışığı yüzü, altın saçları ve zümrüt yeşili gözleriyle unutulabilir mi “ Nataşa ”. “ Piyer” i de unutmadım hiç. O benim sevgili dostumdu. “ Kurt Seyit” in yaşadıklarına çok üzülmüştüm. Daha sonra birçok dostumla onun acılarını paylaştım. İstanbul’ a gelip Beyoğlu’nun izbe bir sokağına sığındığında ona elimi uzatmak istemiştim. Ya “ Raskolnikov”. Üç kuruş için işlemek zorunda kaldığı cinayeti ve düştüğü durumu düşündükçe nasıl da üzülmüştüm. “Nehludov” u tanıyınca; zenginlerin de merhamet ve yardım duygularına sahip olabileceğini sevgiyle farketmiştim. “ Madam de Renal” ve “ Julien” , bana, aşkın sınır tanımazlığını ve her aşkın bir bedel ödemek zorunda olduğunu göstermişlerdi. Ah! “ Kenan ile Günsel”. Acısız ve bedelsiz bir aşkın olamayacağını bütün çıplaklığıyla anlatıyordu yaşam öyküleri. Ruhsuz “ Lukaşka” bile bugün bana sevimli geliyor geriye baktığımda. Ve daha nice roman kahramanları…
n ]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.