- 1102 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
ANDROİDLER VE ROBOTLAR
Tamı tamına altmış yaşındayım. Yer küre üzerindeki bu altmış senelik hayatımın elli üç senesi hep eğitim-öğretimin içinde geçti. Yedi yaşında okul denen o yuvaya bir girdim ondan sonra hep içinde kaldım. Şimdi emekliyim ama yine de bağlarımızı koparmış değiliz ülke maarifiyle.
Evet dile kolay..Tam elli üç sene… ( Hem öğrenci hem fiilen çalışan öğretmen ve hem de emekli öğretmen olarak ) Elli üç sene bilfiil eğtim öğretim sektörünün içinde olmuşum ama gel gör ki hep gözlerim kapalı dolaşmışım onca görev yaptığım memlekette ve onca değişik okulda.
Yahu üstüne üstlük Tarih Öğretmeniyim. Yani henüz ben dünyaya gelmeden önceki eğitim durumumuzu da bilmem lazım ama dedim ya yaşadığım döneme kör baktığım gibi benden önceki dönemleri okurken de kör bakmışım belgelere, vesikalara, o dönemle ilgili fotoğraflara.
Meğer bizim ülkemizde pek çoklarının dilinin bile dönmediği ve bu yüzden ‘’Tavhidin Tesisatı ’’ dediği ‘’ Tevhid-i Tedrisat Kanununun yürürülüğe girdiği 3 Mart 1924ten sonra çağdaş medeniyet seviyesinin üzerinden hoplayıvermişiz de benim bundan hiç mi hiç haberim olmamış.
1924 ile 1950 yılları arasındaki o 26 yıllık dönemde biz mesela atomu parçalamışız, uzaya uydu göndermişiz, semalarımızı kendi uçaklarımızla, yollarımızı kendi arabalarımızla doldurmuşuz.Avrupa devletleri kapımızda yatar olmuş ‘’ Allah rızası için şu teknolojinizi birazcık bize de öğretin, sefil ve perişanız. Ulan biz de insanız ne olur sanki acıcık da bize verseniz o teknolojinizden ‘’ diye… O yılları yaşamadım ama öyleymiş işte.
1960 yılında İstanbul İçerenköy- Yahya Kemal Beyatlı İlkokuluna kaydım yapıldıktan sonra artık ben de eğitim öğretime duhul eylemiş oldum. Okullarımızda doğru düzgün sobamız, fen labaratuvarlarımız, haritalarımız, hatta daktilo bile olmazdı ama çağın çok çok ilerisindeydik.
Seksen beş kişilik sınıflarda kışın donarak, yazın yanarak ama çağın çok çok ilerisinde olarak eğitim öğretimimizi devam ettiriyorduk.
Hele de Erzurum Pasinler…1960 İhtilalinin hemen sonrası…İlkokul dört ve beşinci sınıf öğrencisiyim. …Orada çağın fersah fersah ilerisindeydik. Artık bizim seviyemize ulaşma noktasına yeni yeni gelmiş olan ABD deki ilk okullara süt tozu, peynir göndermeye başlamışız. Hatta teknolojik ilerlemelerine katkı olsun diye çocuklarına avuç avuç cam misket dağıtıyoruz. Rus Kozmonot Yuri Gagarin 1961 de ‘’ Uzaya ilk giden adam benim ‘’ Diye hava atarken ‘’ Hastir lan biz o uzay dediğin şeyi hallaç pamuğu gibi attık. Kars’a gidemesek de Mars’a çoktan gittik. ‘’ Diye havasını indiriyoruz ve bu arada onların henüz daha tanışmadıklarI öyle bir enerji kaynağı bulmuşuz ki o kadar olur. İnek sıçıyor, biz onu samanla karıştırıp evlerin duvarlarına yapıştırıyoruz. Güneşte kuruyunca da artık çaya çorbaya limon misali her bi işimizde kullanıyoruz tezek denen bu enerjiyi.
Sonra İstanbul-Beykoz Orta Okulu…O günlerde anlayamıyorduk ama öğretmenlerin alayı gerciydi herhalde. Özellikle de bir İngilizce öğretmenimiz vardı Sezer Hanım…İnce çorapla ya da eteği diz üstünde olan kızlara cetveli yapıştırdığı gibi o kızcağızlar bir çağ atlardı ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Oysa kzların bacaklarını kapatacaklarına erkek çocukları sapık olarak yetiştirmemeleri gerekiyordu. Lakin bizim gibi sapık erkek çocuklarla başa çıkmak ne mümkündü o zamanlar.
Bakırköy Lisesi sonra…Allah gani gani rahmet eylesin benim öğretmen olmamda en büyük payı olan Edebiyet öğretmenim Hayriye Ilgaz… ‘’ Ben öteki dünyaya gittiğimde bir Allah’a bir de Atatürk’e hesap vereceğim ‘’ diyecek kadar Atatürkçüydü ama o da mini eteklilere düşmandı. Eteği diz üstünde olan kızlar onu görünce hemen kıvırdıkları eteklerini diz altına indirirlerdi.
Tam beş sene okuduğum ( okul üç sene ama ben beş senede ancak bitirdim ) O lisede ( ki halen Türkiye’nin en önemli liselerinden biridir ) beş sene zarfında sadece bir defa mikroskop ile bir şeylere baktık ve sadece üç kez kimya labaratuvarına indik. Çünkü basit bir potasyumu bile bulmak mümkün değildi ama biz çağlar aşmaya devam ediyorduk. Öğretmenlerimiz sınıfta tebeşir bulamadıkları zaman yan sınıflardan dilencilik yapardık ama çağ atlama işini asla ihmal etmezdik. O dönemde bi icatlar yaptık bi icatlar yaptık ki aklınız durur. Benim de aklım durduğu için şimdi hatırlayamıyorum neler icat ettiğimizi.
Düşünün bir. Lise öğrencisiyiz ama yanlış hatırlamıyorsam kansere çare bile bulmuşuz. E tabi biz liseliler öyle olunca üniversitelerimizi hiç sormayın. Yani sormasanız daha iyi edersiniz çünkü anlatsam aklınız hafsalanız durur. O şekil yani.
Sıtma anofelinin hayat evrelerini, amipin nasıl ürediğini, deniz anasının boşaltımını nasıl yaptığını bir hamlede öğrenerek çağımızın çok çok üstüne çıkıyorduk. Hele hele de İngiltere’nin madenleri, Fransa’nın tarım ürünleri, Almanya’nın başlıca şehir ve kasabalarını ( hem de hiç bir görsel obje olmaksızın tamamen kafamızda hayal ederek) öğrenmek suretiyle atom çağını çoktan sollamış meçhule giden bir gemi gibi hiç bir milletin bilemediği çağlara yolculuk yapıyorduk. Özellikle de o Hitit kralı Şuppiluliuma…Adamın adını yazamadığım için kırılan notlarım yüzünden- Sonradan Tarih Öğretmeni olduğum halde- Tarih dersinden hiç yüksek not alamadım. ( Çaktırmayın..Şimdi de yazmak için Google dan kopyaladım. Zorla değil ya yazamıyorum yahu. )
1974te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü…Artık çağları atlatmak kesmiyor. Resmen patlatıyoruz… Allah ne verdiyse… Molotoftan dinamite, kurşundan roket atatara ne denk gelirse patlatıyoruz ama ilim irfan sokaklara taşmış vaziyette. Japonya, Kore, Çin, Rusya yalvarıyor bize ‘’ Yahu şu bilim ağırlıklı teknolojinizi biraz da bize transfer edin. Sizin Allah’ınız kitabınız yok mu ulan ? ‘’ Diye…Okullara kitapsız gittiğimiz için kitabımız yoktu. Allah’ımız var mıydı peki ? O da yoktu yanlış hatırlamıyorsam.
O yıllarda öylesine hızlı çağ atlıyoruz ki üç senelik eğitim enstitüleri artık kırk beş günde bitiriliyor, üniversitenin birinde hizmetli olan ilk okul mezunu bir vatandaş öyle bir çağ atlıyor ki bir hamlede üniversite mezunu oluyor. Hatta biri de aylarca rektörün mührünü kıç cebinde taşıyor.
Herhangi birinin çağ atlarken toslaması sonucu hayatımız sona ermeden zar zor bitiriyoruz üniversiteyi ve tayin bekliyoruz öğretmenliğe başlamak için. Sonunda tayin yazısı geliyor: Antalya- Manavgat İmam-Hatip Lisesi. ‘’ Aha da sı.tık…İşin yoksa Allah’ın yobazlarıyla uğraş dur ‘’ diyorum. Babamın tanıdığı bir müfettişi devreye sokarak bu asla görev yapmak istemediğim İmam-Hatip Lisesini değiştirmeye çalışıyoruz. Sonunda Milli Eğitim Müdüründen söz alıyoruz. İki ay Manavgat İmam-Hatipte çalışacağım sonra beni bir başka okula alacaklar. ‘’ Hiç yoktan iyidir’’ Diyerek Manavgat’ın yolunu tutuyor ve o ana kadar hakkında hiç bir şey bilmediğim bir İmam-Hatip Lisesinin kapısından ilk kez içeri giriyorum. Girmesine giriyorum ama hayret bir şey. Burası da bilidiğin okul. Ne sarıklı, cübbeli ne takunyalı ne sakalı göbeğinde hiç kimse yok. Rahle yok, duvarlarda asılı falaka yok, dahası öğrenciler bahçede top oynuyorlar normal diğer öğrenciler gibi. ‘’ Böyle bir okulda tarih dersi de mi var ki beni buraya yolluyorlar?’’ diye düşündüğüm o okulda bakıyorum okul müdürü bir TÖB-DER li.
Ben Tarih öğretmeniyim ama gireceğim dersler şunlar: Ahlak bilgisi ( Din Derslerinden ayrıydı o zamanlar ) Turizm, Sağlık Bilgisi, Müzik ve Beden Eğitimi…Evet evet benim gibi bir ayağı sakata beden eğitimi dersi veriliyor. Eeeee kolay değil tabii ki çağ atlamak.Yalnız ben o konuda başarılı olamadım. Sadece kasadan atlattım çocukları o yüzden de benim yetiştirdiklerim maalesef sadece kasadan atlayabiliyorlar hâla..İçlerinden biri koskoca vali oldu lakin hâla nerede bir kasa varsa atlar da çağı atlayamaz bir türlü (!) Bir de milletvekili var MHP çatısı altında. O da koskoca doçent oldu lakin hâla çağı atlayamaz.(!)
Sonra Batman Lisesi, Peşinden Kocaeli-Akmeşe Yatılı İlköğretim Bölge Okulu, oradan Sandıklı İmam-Hatip Lisesi…
Daha fazla uzatmayalım…2002 yılı seçimlerine kadar ülkede çağlar birer birer atlanmış ve Japonya’nın ancak 2014 yılında imal edebildiği androdii biz çoktaaan hem de liselerimizde imal etmiştik. Yalnız millete de bu kadar teknoloji batmıştı doğrusu. İmam - Hatip Liseliler ‘’ yahu yeter. Avrupa, Asya, Amasya, Tosya ağzını açmış biz ne zaman bu teknolojiye geçeceğiz diye beklerken bu kadar teknoloji ile lebaleb dolu olmak insanlığa sığmaz ‘’ diyerekten caz yapıyorlardı. Bu yüzden de üniversiteleri ele geçirip artık bu çağ atlama olayına son vermek istiyorlardı. Lakin ne mümkün. Üniversite kapılarından içeri girmeleri kesinlikle imkansızdı. Hatta tamamen kökleri kurusun diye 8 yıllık temel eğitimden, katsayı olayına kadar çeşitli yollara baş vurularak bu çağın gerisine atlamak isteyenler engellendi.
Onların üniversitelere giremedikleri bu dönemde ise bir android patlaması oldu ki aman Allah’ım aman…Artık kimin gerçek insan kimin android olduğunu bilemez olduk. Ama her karanlığın ardından bir ışık geldiği gibi her aydınlık da eninde sonunda tükeniyordu. Yukarıda da dediğim gibi millete rahat battı. Bu kadar teknoloji, bu kadar bilimsel temele dayalı eğitim, hele hele de adım başında karşınıza çıkan androidler sıkmaya başladı milleti.
Ben Sandıklı İmam-Hatip Lisesinde görevdeyken 2002 seçimleri yapıldı ve bu kendilerine rahat ve teknoloji batmış olan vatandaşlar Tayyip diye birini iktidara getirdi. Ben 2004 yılında Fethiye-Çiftlik Ali Rıza Köse İlköğretim okulunda göreve başladığımda artık okullarımızda sakalı göbeğinde, ayağı takunyalı, sırtı cübbeli erkek muallimler ile kara çarşaf ve burkalarla her bi taraflarını örtmüş muaallimeler tedrise başlamıştı. ( Gördüğünüz gibi kullandığım dil bile değişti o döneme geçince)
İşte ne olduysa Tayyip geldikten sonra oldu. O gelene kadarki dönemlerde yaşanan bilime dayalı eğitim sistemimiz sayesinde memlekette android patlaması yaşanırken o geldikten sonra oluşturduğu dine dayalı İmam-Hatip eğitimi yüzünden artık düşünebilen androidler değil düşünemeyen robotlar üretilmeye başlandı.
Şu anda memlekette her şeye rağmen bir teknoloji patlaması yaşanmaktadır. Düşünebiliyor musunuz bir tarafta 2002 Yılına kadar üretilmiş olan bir sürü düsünebilen android öte tarafta 2012 yılından bu yana imal edilen düşünemeyen robotlar…Şimdi artık kim insan, kim robot, kim android ayırt edemiyoruz.
YORUMLAR
harika tek kelimeyle harika..meğer neymişiz biz ya..ahhh şu tayyiip ahhh...niye engel oldun yeri bol buldun aya çıkmaya doydun...eeeee bazılarına da koydun.....eyvahhh diyorlar şimdi..şahidim valla hocam 17 yıllık öğretmenim çağ atlıycaz..yoksa atlayamıycaz diye beni okul bahçe kapısından almıyorlardı...şimdi rahat rahat giriyoruz ama bazı arkadaşlardan şunu duyuyoruz .. eyvahhh sıra yvaş yavaş değil hızlı hızlı bize de geliyor ..şunu giymeyin bunu giymeyin başınızı örtün derler artık diyorlar...sanki geçen yıl bakanlıktan gelen çocukların dahil hiç kimsenin kılığıyla kıyafetiyle uğraşmayın denmemiş gibi ..ya da bir zamanlar ikna odaları kurulup sizin yüzünüzden çağ atlayamıyoruz şu bez parçasını çıkar öyle gir üniversitene denilenler biz değildikdik ..nasıl olur da biri ne şunu giyme diyebiliriz utanmıyorsa k.ç.na yırtık attığı mini şortuyla gelsin bana göre hava hoş... takipteyim sizi..bekliyorum sabırsızlıkla yeni yazıyı....
Valla,
yorumlaması zor bir yazı olmuş.
tebessümler arasına serpiştirilmiş, hoş bir tarih dersi diyeyim ben bunun adına.
Bir kaç yıl geriden de geliyor olsak,
çocukluk ve gençlik anılarımızı tazeledik yazıyla.
Bazen hüzün, bazen buruk bir mutluluk doldurdu içimizi.
En çok da neye seviniyorum biliyor musunuz?
45 günde öğretmen olanların,
artık emekli olarak, bu milleti zehirleme görevini tamamladıklarına.
Belki,
zehirlenmiş yeni nesiller,
bir yolla bünyelerine aldıkları zehri gerisin geri kusarlar da,
arkalarında sağlıklı bir gelecek bırakırlar.