Oyunbaz
İlk kez ayrı evlerde yaşamaya başlamışlardı. İlk defa uyku bu denli güçlü bir silahşor gibi yenilmez görünüyordu geceleri…
Ne oldu da bu kadar kızmıştı anlayamadı. Hoş hangi kadını anlayabilmişti ki ama bu sefer ki çok dokunmuştu. Ayrılık acıtıyordu, yalnızlık içindeki leşi tırmalamış ve diriltmişti. Ömründeki korkuların toplamından yorulup ölen gitme isteği canlanıvermişti. Daha önceleri üstünü onun gözleriyle örttüğü gökkuşağı bulutu sayesinde gömdüğü yerde öylece cansız duran kara gölge yeniden peydahlanmıştı...
Bu şehir, bu kasvetli denizsiz tepe eğer bugüne kadar yaşanır idi ise sırf onun elleri ve o usul çeşmeden damlayan güzellik sayesindeydi.
Şimdi?
Bir bayır vardır evden şehre inen yolda, arka balkondan görünen bir yeşil vaha, bir ezber bozan direnç vardır o bayırın asiliğinde. Yokuş çıkanlardan yediği küfürlerden örer saçlarını yeşil bayır. At pislikleri çoğaltır ufkun saklanan acılarını, enikler işer umut çitlerinin dibine, her biri ayrı hikâyenin tanığı dört çift göz dikilir bayırın bekâretine. Çocuk seslerinden gürleşmiştir salkım söğütleri ve çok ağlayan evde kalmış kızlar yüzündendir aynı ağaçların boyun bükmeleri…
Tam bir ay onsuz geçti, yeni ayın başında bir telefon geldi. Heyecandan ne diyeceğini bilemeyeceği için açamadı, bir ara açmaya niyetlendi elinden divana düşürdü telefonu ve sonra sustu…
Ne yapmalıydı?
Bu ayrılığın öğrettiği çok basitti, onsuz bu şehir haramdı artık. Aynen bu cümleyi söylemek üzere aradı onu. İlk aramasında sesi düğüm oldu ciğerine aktı, konuşamadı. Hatlarda sorun var sanırım demek üzere tekrar arayacakken o aradı görüşmek istediğini söyledi.
Nerede?
Bunu sormak için manasız iki kelime sarf edince uzatmadı.
Hani orası var ya dedi, kalbimin en çok çarptığı yer yarın oraya gel.
Kaçta?
Elbette ki hep buluştuğumuz saatte…
Kapatmıştı telefonu neresi saat kaçta anlamış değildi, aradı telefon mesaj bırakın diyordu.
Düşünmeye başladı.
Önce göl kenarındaki o restoran olmalı diye düşündü, evlilik teklifini yaptığı yer sonuçta oradan başka bir yer olabilir miydi?
Ama saat kaçta?
Oyunları çok severdi o…
Oynuyordu işte yine.
Ona ilk kez şiir okuduğu yerde olabilirdi, az ağlayan biri olarak hıçkırıklara boğulduğu o sabah etkili olan şiir miydi yoksa ortamın atmosferi miydi?
Kent şarkıları dinledikleri o parkta olabilirdi, o grup sakinleştirici etki yapıyordu onda. Saçları uysal bir kısrak yelesi gibi dizlerine örtündüğünde mutlu gibiydi aşığa göre. Doğru ya gece değil sabahları buluşuyorlardı genelde o halde yarın sabah bekliyordu onu yine. O zaman o göl kenarı olamazdı çünkü oraya akşamüstü gitmişlerdi.
Halen bulamamıştı neresi olduğunu. Kurduğu cümleyi zihninde yineledi…
Kalbini çarptırabilecek yerleri düşünmeye devam etti. Çokça mekânlar geldi aklına fakat birden fark etti ki çarpan yalnızca onun kalbiydi. Bahsi geçen yerlerde kendini etkileyen bir şey yoktu. Oysa ona iyi geldiğine şahit olduğu birçok sahne canlanıyordu gözünde.
Ayrılmak istediğine emin olmuştu, bunu söylemek içinde yarın gidip onun rahmetli annesinden kalan bahçeli müstakil evin kolay açılan penceresinden içeri bir mektup atmaya karar verdi.
Klasik başlık yazıp karalamalı, kağıt buruşturmalı mektup sahnelerini düşündüğünden gülme efekti almış manasız yüzü ile yazmaya başladı.
Sevgili …ciğim…
Gülme lütfen ne diyeceğimi bilemedim gerçekten sen son sözü okuduğunda bir başlık atarsın bu ilk mektubuma. İlk diyorum zira sana söyleyemediğim çok şey olduğuna karar verdim şu dakika. Sanırım yalnızlık yıllarımda sana bolca yazacağım. Elbette ki gözyaşlarım damlayacak pişmanlık havuzuna. Neyse uzatmayayım sen yaz bir şey o üç noktanın yerine kendi el yazınla. Bilirsin ikimizde yazıcı çıktısı sevmiyoruz.
Hep öyle olmadı mı zaten, benim ne yiyeceğime ne kadar içeceğime, kimlerle buluşup gezeceğime, hangi kitapları okuyacağıma sen karar vermedin mi. İşte şimdi son kez yardım et ne*ciğim olduğuna sen karar ver yine.
Her zamanki gibi bir şarkı birde şiir armağan edeceğim sana bu özel günde.
Belki ilk buluştuğumuz günü anımsamıyor olabilirim ama bu ayrılık tarihini hiç unutmayacağım sana ilk kez söz veriyorum. Bilirsin tutamayacağım sözler vermem sana da vermemiştim.
Bugün anladım ki sen ben de yok olmuşsun. Ben aşkın sarmalında kendimi asan cellat, kendi üzerime kendimi kusmuşum. Aslında ben de senin sevginde kaybolmuşum…
Rica ediyorum artık bu denli sevme beni.
Dediği yerin neresi olduğuna olan merakı ile uygun adım yürüdü kendi bahçeli ruhu çiçekli eve…
Pencere zaten açıktı zarfı uzattı bir el kapıp zarfı çöpe attı. Sus işareti yaparak onu içeri davet etti. Hiç görmediği babası ona eşlik ediyordu. Burada bekle türünden bir işaret yaptı ve kasketini alıp evden çıktı.
Yan odadan bir ses duydu.
Biliyordum kalbimin baba evinde çaptığını anlayacağını dedi.
İçeri girmemesi için de yalvardı.
Onu öyle görmemesi gerektiğini düşünüyordu. Çok hastaymış, ona söylememiş, her türlü tedaviyi denemişler olmamış. Yakında ölecekmiş.
Kapıyı zorladı olmadı. Ağladı, inledi bana mısın demedi. Açmadı kapıyı.
Halen mezarına gidip onunla söyleşiyor, anlatamadıklarını içini kemirenleri ona anlatıyordu.
Sevildiğini görmeyenler için üzülüyorum dedi bana elini uzattı.
Ben onu o mezarlıkta tanıdım.
01.09.14
Nadir