- 592 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çocuklara Kıssalar-3
Elif ile Emir gece bahçesi adlı çocuk filmini büyük bir keyifle seyrettiler. Kah Tombilubular gibi dişlerini fırçaladılar kah Maka paka gibi oyuncaklarını temizlediler kah Absdeyzi gibi etrafa öpücükler saçarak dans ettiler. Ahular gibi uykuları gelince uzun uzun esnemeye başladılar. Igılbigil hariç gece bahçesinin tüm sevimli kahramanları uyumuştu. Elif ile Emir de yataklarında ve gözkapakçıkları kapanmak üzere. İşte o anda baba bize masal anlat dediler. babaları da onlara İbrahim adlı bir çocuğun yüce yaratıcıyı arayışını anlattı.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde zaman, zaman içinde…
Zamanların birinde Kafdağı ardındaki esrarengiz bir ülkede bir şehir varmış; Urfa mı desem Bafra mı? Maltepe mi? Yoksa Yalta mı? Harran mı? Halep mi? Arşın mı? İşte o şehirde İbrahim adlı bir çocuk yaşarmış. İbrahim çok çalışkan, akıllı, zeki, cevval, cin fikirli bir çocukmuş.
İbrahim’in babası maharetli bir heykeltıraşmış. Küçük, orta, büyük siparişe göre boy boy heykeller yaparmış. Adına put derlermiş bu heykellerin. İşin garip tarafı insanlar bu putlara “yaratan da sensin doyuran da. Eden de sensin eyleyen de. Yoktur senden başka ilah, yoktur senden başka tapacak” deyip taparlarmış. İbrahim çocuk aklıyla tüm bu tapınışlara bir anlam veremiyormuş. Bir gün babasının atölyesine gelmiş. Babası büyük bir putun üzerinde çalışıyor onu şenliklere yetiştirmek istiyormuş:
“sevgili babacığım demiş İbrahim. Sen de ben de biliyoruz ki bu putlar cansız birer taş parçası. Değil insanlara kendilerine dahi faydası yok. Ben bu taşlardan kendime cille bile yapmam. İnsanlar niye ibadet eder ki?”
Babası elindeki çekici, murcu bırakarak İbrahim’in başını okşamış:
“biliyorum benim akıllı oğlum demiş bunlar cansız taş yığını. Ama onlar bizi Allah’a yaklaştırıyor. Hem senin okul masrafını, kardeşinin bezlerini, annenin bitmez tükenmez ihtiyaçlarını bununla temin ediyorum. Senin anlayacağın demiş babası sağ başparmağı ile işaret parmağını birbirine sürterek mesele tamamen duygusal.”
İbrahim cevap vermemiş ve sırtını putlara dönmüş atölyeyi terk ederken babasının sesi atölyenin soğuk duvarlarında yankılanmış:
“İbrahim (!) putlara tapmaya bilirsin ama sakın onlara ilişme, onlara hakaret etme, yerme, sövme ve sakın bana dediklerini başkalarına deme” demiş.
İbrahim umursamazlık içinde omuz silkerek atölyeyi terk etmiş.
Baharın gelmesiyle şehirde büyük bir panayır kurulmuş. O panayırda neler yokmuş ki; atlıkarınca, çarpışan arabalar, bowling, langırt, komik palyaçolar, ayı oynatanlar, gökyüzüne iple tırmanan cambazlar, sepetlerde flüt eşliğinde dans eden yılanlar…
Tüm halk büyük bir heyecanla bu panayıra akın etmiş. Hatta civar kentlerin insanları da katılmış.
İbrahim’in o gün planını uygulamaya koymuş. Aslında uzun zamandır bu plan varmış kafasında. Bir tek o panayıra gitmemiş ve doğruca putların bulunduğu ulu mabede girmiş. Meşaleler mabedi aydınlatıyormuş. Babasının üzerinde günlerce çalıştığı büyük putun yanına yaklaşmış. Putun önünde envai çeşit adaklar, boynunda taze kır çiçeklerinden bir gerdanlık varmış. Elindeki baltayla küçük putları birer birer kırarak baltayı büyük putun omzuna asarak süratle tapınağı terk etmiş.
Panayır ana baba günü. İnsanlar doyumsuz eğleniyorlar. Çocukların neşesi, keyfi yerinde. Nihayet akşam olmuş. İnsanlar akşam ibadetlerini yapmak için mabede gelmişler bir de ne görsünler: her yer kırık put parçacıklarıyla dolu. Sadece büyük put yerli yerinde ve omzunda bir balta varmış. Hepsi de aynı anda haykırmış: İbrahim(!)
İbrahim akşam batmakta olan güneşe ve yeni parlayan aya bakmakta ve tefekkür etmekteymiş. Hırçın, kabına sığmaz kalabalığın kendine doğru geldiğini görmüş ama hiç istifini bozmamış. Demişler ki:
“hadi itiraf et İbrahim putlarımızı sen kırdın değil mi? Çünkü onlar hakkında günlerdir ileri geri konuşuyorsun ve bugün panayırda da görmedik seni.”
“doğru putlarınızı sevmiyorum, panayıra da gelmedim ama putlarınızı ben kırmadım” demiş.
“sen kırmadın peki kim yaptı bu işi”
Herkes korku ve şüpheyle birbirine bakarken İbrahim:
“onu yapan olsa olsa büyük puttur. Görmediniz mi? boynunda balta aslıydı.”
“güldürme bizi İbrahim demişler o taştan cansız bir put. Hareket edemez nasıl kırar.”
İbrahim taşı gediğine yerleştirerek cevabı alınlarına yapıştırmış:
“madem putlarınız cansız bir taştan ibaret. Neden onlara ibadet ediyor ve neden onlardan yardım bekliyorsunuz?”
“….”
İnsanlar dağılırken hava iyice kararmış ve ay tüm parlaklığıyla ortaya çıkmış, yıldızlar uzaklardan göz kırpıyormuş. İbrahim aya bakarak demiş ki:
“putlardan Rab İlah olmaz, olsa olsa Tanrı şu aydır. Ne kadar da parlak.”
Sabah olunca İbrahim başını gökyüzüne kaldırmış. Bakışları parlak ayı arıyormuş ama bulamamış. Sonsuz gökyüzünde güneş tüm berraklığıyla parlıyormuş.
“yok yok demiş İbrahim. Benim rabbim ay olamaz çünkü o kayboldu. Olsa olsa benim rabbim şu ısısı ve ışığıyla yeryüzüne hayat veren güneştir.”
Akşam olup güneş de batınca İbrahim hüzünlenmiş.
“benim rabbim güneşte olamaz, çünkü o da kayboldu çünkü ben batanları, kaybolanları, yok olanları sevmem. Benim Rabbim öyle bir Rab olmalı ki hiç solmasın, yok olmasın” demiş.
“peki bulmuş mu rabbini?” diye sordu Emir.
“evet bulmuş”
“kimmiş baba?”
“Hüvellah- O Allah ki Ehad, Samet, Rahman, Rahim, Gafur, Kerim.
Hüvellah- O Allah ki şifayı ondan bekleriz, çünkü O Şafi
Hüvellah- O Allah ki rızkı ondan bekleriz, çünkü O Rezzak
Hüvellah- O Allah ki bizler fani O Baki. Bizler zelil o Aziz. Bizler mahluk O Halık. Bizler ölü O Hayy. Bizler fakir O Ğani. Bizler onun aciz kulları O ise Rab-ül Alemin.Yalnız ona ibadet eder ve yalnız ondan yardım bekleriz. O mahbub O matlub O maksut O mabud…. O Allah celle celelühü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.