- 588 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (39)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (18)
HENDEK SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (6)
Geçen hafta Ahzap suresinin 28. Ayetine kadar incelemiştik. Bugün de Ahzap suresinin Hendek savaşıyla ilgili bölümlerini incelemeye devam edeceğiz inşallah.
Hendek savaşının ardından ayetler önemli bir konuyu ele alıyor. Ele aldığı konu, toplumun lideri, liderin aile yapısında olması gereken özellikler olarak karşımıza çıkıyor. Hendek savaşında Medine kuşatılmış. Kuşatma sırasında Ben-i Kureyza Yahudi kabilesi Müslümanların kadınlarının, yaşlılarının, çocuklarının kendilerini korumak için sığındıkları kalelere saldırmışlardı. Böyle bir durum, elbette oralara sığınan insanları etkileyecekti. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar etkilenerek aralarında konuşacaklardı. Onlar müminler, onlar Müslümanlar diye herkesin aynı bilinçle, aynı inançla konuşması mümkün değildi. Ne yazık ki, bazı insanlar, özellikle kadınların bazıları, dünya süsüne pek düşkünlerdi. Üst üste savaşlar. Savaş nedeniyle doğan sıkıntılar, yokluklar, evin içinde hayat mücadelesini veren kadınları direkt etkiliyordu. Evinde erkeğine, çocuklarına, gelecek misafirlere ne koyacağını düşünen evdeki kadın… Sokağa çıkınca toplumun içinde kendini onurla taşımak isteyen kadın... Topluma çıkınca, durumunu en iyi şekilde temsil etmek isteyen kadın… Ve toplumda süslerini göstermekten hoşlanan kadın… Bütün bu yapılanmalar toplumsal göstergelerinin yapılanmalarındandı. Toplumda meydana gelen önemli zamanlarda, lider konumunda olanların ailelerinin tutumları, konuşmaları, davranışları topluma örnekti. Onların olumlu tavırları topluma iyi bir ivme kazandırırken, olumsuz tavırları toplumun nifaka düşmesine neden olmaktaydı.
Bu girişten sonra Ahzap suresinin 28-31. Ayetlerinde Allah’ın söylediklerine bakalım. “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah’a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona bol rızık hazırlamışızdır” Diyor Allah… Bu sefer ayetlerin direkt muhatabı peygamberin hanımları…
Şimdi Allah’ın peygamber hanımlarına yönlendirdiği bu eleştiri ve tavsiyeleri anlamaya çalışalım. Allah peygamberine direk, Ey peygamber; hanımlarına şöyle söyle diyor. Neden? Peygamber durumun farkında olmayabilir. Hanımları toplum içinde olumsuz bir şey yapmış olsalar da, toplum peygamber hanımlarını peygambere şikâyet etmeyi saygısızlık olarak görebilir. Peygamber hanımlarıyla arasındaki insani sevgiyi öne çıkararak olumsuz tavırları söyleyemeyebilir. Anlamında veya daha başka anlamlara Allah resulüne direk emrediyor. Ey peygamber… Hanımlarına söyle…
Eğer dünya süsünü, şatafatını, lüksünü, bolluğunu, zenginliğini istiyorsanız. Kendi aranızda kendinize göre dirlik düzen istiyorsanız. Onlara, “ben sizi serbest bırakayım. Siz gidin kendinize göre hayat kurun. Bu konuda ben sizi zorlamam. Hemen nikâhlarınızı bırakırım. Özgür olursunuz. İstediğinizi yaparsınız. Ama eğer Allah’ı, resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız. O zaman iyi davrananlardan olun” de.
Ayetlere dikkat ederseniz olayı kişiselleştirmiyor. Yani peygamber hanımlarından şu veya bu böyle yaptı demiyor. O anda peygamberin kaç hanımı var konusu tartışmalıdır. Ancak ayetler peygamberin bütün hanımlarını hedef alıyor. Onlara bir yol belirliyor. Peygamber hanımı olmaktan kasıt, toplumun lideri olan kişinin konumundan istifade etmekse, diğer kabile, toplum liderlerinin hanımları gibi, toplumda kendilerine bir ayrıcalık bekliyorlarsa bu tür şeyler kabul edilmiyor. Zenginlik, bolluk, süsler, şatafat içinde olmak kabul edilmiyor.
Sonra ayetler hayâsızlıktan etmekten söz etmeye başlıyor. Sizden kim hayâsızlık yaparsa onların cezasını iki kat artırırız. Hayâsızlık kavramını geniş tutabiliriz. Kelime anlam olarak, ut, utanç, utanma, sıkılma, er bezi, utanma anlamlarına gelse de, biz bütün bu anlamları toparlayarak, bilgiyle, bilinçle, inançla hareket edip, onurunu koruyacak bir yaşamdan sapma olarak anlatabiliriz. Yani; erkek olsun, kadın olsun, onurlu, bilinçli, kişilikli, inançlı bir insanın göstermemesi gereken hareketler, tavırlar olarak niteleyebiliriz. Müslüman bir erkekten veya kadından beklediklerimiz vardır. Toplumun Müslüman erkekten, kadından bekledikleri vardır. Ama burada toplumun erkeklerinden, kadınlarından beklentiler söz edilmiyor. Toplumun liderinin hanımlarından beklentiler söz ediliyor. Bu toplumun lideri Allah’ın resulü olunca daha büyük bir önem kazanıyor.
Utanılacak şeyler yapmak. İnsan kimliğinin deformasyona uğrayarak insanın normal zamanlarda sıkılacağı, arlanacağı, kendine yakıştıramayacağı işler yapmak. Allah diyor ki, böyle bir durumda peygamber hanımları diğer hanımlardan farklı değerlendirilecektir. Zira onlar sadece Müslüman kimliğini temsil etmiyorlar. Aynı zamanda, toplumun liderliğini, resulü temsil ediyorlar. Toplumdaki herhangi bir kadın kendini temsil ederken… Müslüman kadın Müslüman kadın kimliğini temsil ederken… Peygamber hanımları hem Müslüman kadın kimliğini, hem de peygamber hanımı olmayı, böylece toplumun önderliğini temsil ediyorlar. Temsil etmenin getirdiği sorumluluklar iki katına çıkıyor. Müslüman kadın hayasızlık yaptığında bir kat sorumlu olurken, peygamber hanımının sorumluluğu iki katına çıkıyor. Tabi konu sadece sorumluluk konusunu ortaya çıkarmıyor. Aynı zamanda peygamber hanımları güzel davranışlar, iyilikler yaparsa, mükâfatları da iki misli veriliyor. Allah iki kat sorumluluk yüklemenin karşılığında mükâfatlarının da katlanacağından söz ederek adaletini gösteriyor.
Bu durumu Allah Ahzap suresinin 32. Ayetinde şu sözle noktalıyor. “Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz” Evet peygamber hanımları kadınlardan herhangi biri değiller. Onlar toplum önderleri olarak değer kazanıyor. Kazandıkları değerlere göre de sorumluluk üstleniyor mükâfat kazanıyorlar.
Bugün peygamber hanımları yok. Bugün Müslüman hanımlar var. Ancak Müslüman hanımlar iki gruba ayrılıyorlar. Toplumda önderlik yapan Müslüman kadınlar. Toplumda önderlik yapanların Müslüman hanımları… Elbette biz ayetten giderek şunu söyleyemeyiz. Topluma önderlik yapan Müslüman hanımlar ile toplumun önderi olan erkeklerin Müslüman hanımları, sizler de toplumda örnek insanlarsınız. Bu nedenle, Ahzap suresindeki ayetlerden giderek, sizler de iki kat sorumluluk üstlenirsiniz. Bunun karşılığında da iyilik ve güzellikleriniz için iki kat mükâfat kazanırsınız. Böyle bir iddiayı yapmamız zor. Fakat ayetin özü bize, toplum önderlerinin erkek olsun, kadın olsun, diğer Müslüman erkek ve kadınlardan daha dikkatli, daha hassas davranmaları gerektiğini hatırlatıyor.
Olayı toplumsal, sosyal, siyasal, ahlaki değerler açısından inceleyelim. Bugün toplumun önüne çıkmış Müslüman kardeşlerimiz var. Bunların aile yapıları var. Müslüman erkeklerin kadınları var. Müslüman kadınlarımız var. Bütün toplum onları seyrediyor. Onların tavırlarına göre, Müslüman’ı Müslümanlığı değerlendiriyor. Biz her ne kadar şöyle desek de, “kişilerin tavırları İslam’ı ilgilendirmez. Müslümanların tavırları, davranışları İslam değildir. İslam ayrıdır, kişiler ayrıdır” Bu sözler kendimizi tatmin etmeye yönelik olsa da, inanın hiç kimseyi tatmin etmiyor. Ne derseniz deyin, Müslümanlık denilince, Müslüman kadınlardan, erkeklerden toplum önüne çıkmış olanlar değerlendiriliyor. Toplum, toplumda İslam’ı yaşadığını iddia edenlere bakıyor. Belki peygamber hanımları gibi, iki kat sorumluluk, iki kat mükâfat sınırlarında olayı değerlendiremeyiz ama sorumluluklarının toplumsal olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi bu sözden ne anlamaya çalışalım. Toplumda silik olarak yaşayanlar… İnsanların Müslümanlığı temsil ettiğini düşünmedikleri Müslümanlar… İslam’ı kişisel olarak yaşasalar kimse onlardan bir şey almayacaktır. Normal, sıradan insanlar olarak görüleceklerdir. Bu tür insanlar hata etseler de, yanlış işler yapsalar da, “insandır, hata yapabilir” denilecektir. Ama topluma mal olan, sosyolojik olarak toplumsallaşan insanlar için böyle denilmeyecektir. Onların hata yapmaları, yanlış davranmaları yadırganacaktır. Onların yaptığı hatalar, yanlış davranışlar toplum tarafından kabul edilmeyecektir Hani ilke olarak, onlar da insandır, onlar da hata yapabilirler ama toplum bilgisinde, bilincinde farklı bir yargı oluşacaktır. Yakıştıramama anlayışı topluma hâkim olacaktır.
Bugün inanmayanlar dahi, toplum önüne çıktıklarında, bizler öyle herkes gibi davranamayız. Oturuşumuza, kalkışımıza, konuşmalarımıza dikkat etmemiz gerekir. Toplum bizi örnek alıyor demektedirler. Her ne kadar onlar böyle deseler de, her türlü yanlışı yapıp kendilerine özgü bir şekilde dediklerinden çark etseler de, asıl öz, toplumsal sorumluluk bilincinin taşınması olarak ortaya çıkar. Gerçi inanmayanların hangi topluma örnek olmaktan söz ettikleri… Hangi toplumsal ahlaki değerleri öne çıkardıkları tartışılır. Elbette onların anlayışları Müslüman erkek ve kadınların anlayışı ile aynı olmayacaktır.
Bir dava adamına, bir dava önderine, bir toplumsal öndere yakıştıramadığımız konular önemlidir. Düşünün… Bugün Amerika’ya bakıyorsunuz. Toplumsal ahlak tartışılmaz bir şekilde alabora olmuş. Her türlü suç, devletin her kesiminde işlenir hale gelmiş. Yazdıkları kitaplar, çevirdikleri filmlere bakıyorsunuz. Akla hayale gelmeyecek hukuksuzluklar, insanlık dışı davranışlar işleniyor. Ama konu başkanlık meselesine gelince, iyi bir aile, iyi bir eş, iyi çocuklar aranıyor. Yani her şeyi ile mükemmel bir aile, bugünkü deyimle çekirdek aile aranıyor. Bu arama sadece Amerika’da mı? Hayır. Dünyanın diğer devletlerinde de böyle. Yanlış ilişkiler kuranlar… Toplumdaki davranışlarıyla toplumsal ahlak kurallarını çiğneyenler… Hemen dışlanıyor. Bu konu sadece toplum önderlerine uygulanmıyor. Önderlerin eşleri de, çocukları da bu tür yakıştıramamalardan nasibini alıyor. Bireysel yaşamların, özgürlüklerin ayyuka olduğu batı dünyasında, başkan, devlet adamı olmak insanın özgürlüklerini kısıtlarken, aynı kısıtlamalar eşlerine, çocuklarına da uygulanıyor. Artık eşler, diğer eşler gibi özgürce hareket edemiyorlar. Çocuklar diğer çocuklar gibi hareket edemiyorlar.
Ülkemizde zinanın suç sayılmasının kaldırılmasına birlikte oy verenlere bakın. Devlet öğrencilerin aynı evlerde kızlı erkekli birlikte yaşamalarına düzen getireceğiz deyince ayağa kalkanlara bakın. Kendileri ne olduğu belirsiz bir video ile, skandal ilişki olarak gördüğü, bir parti liderini anında alaşağı ediyor. Hâlbuki aynı parti, serbest yaşamı öne çıkarıyor. Kadınların, erkeklerin yaşamlarında toplumsal ahlak kurallarına uyma, uydurma çalışmalarına karşı çıkıyor. Bunun siyasal, ideolojik kavgasını veriyor.
Toplumların değerlendirme biçimleri, olaylara bakışlarındaki çarpıklıklar, yeni bir kavram üretiyor. Yakıştıramama.. İslam’a göre hareket etmeyen toplumlar, kendilerine her türlü ahlak dışı davranışları yakıştırırken, toplum önderlerine yakıştırmıyor. Bir bakıma toplum önderlerinin, aile bireylerinin toplumsal ahlaksızlık konusunda özgürlüklerini kısıtlanıyor.
Allah ayetlerinde, Müslüman erkeklere, kadınlara hayâsızlık çerçevesinde sorumluluklar yüklerken, toplum önderine, eşlerine sorumluluğu artırıyor. Peygamber hanımlarına sizler toplumdaki herhangi bir kadın değilsiniz diyor. Biz de bu ayetten giderek, toplumun önüne çıkmış insanların eşlerine, sizler herhangi bir Müslüman kadın değilsiniz deme hakkına sahip oluyoruz. Sizler ailecek toplumda İslam’ı temsil ediyorsunuz. Bu nedenle sorumluluğunuz bir kat daha arttı demeye sahip oluyoruz. Ayetin mantığı bunu gerektiriyor. Tabi bu anlayışımızın kesinliği Allah’a bağlıdır. Allah peygamber hanımlarına hitaben bu ayeti indirdi. Aynı dönemde, topluma önderlik eden Müslümanların hanımları ve Müslüman hanımlar vardı. Onlar için Allah bu noktadan bir şey demedi. Belki de o gün için peygamberin hanımları toplumsal önderlikte ön plandaydılar. Bu nedenle Allah onları hedef olarak seçti. Ama bu gün peygamber hanımları yok. Toplumsal önderlik eden erkeklerin eşleri var. Topluma önderlik eden Müslüman hanımlar var.
Allah ayetiyle peygamberine söylettirerek, olayın bir başka yönünü belirtiyor. Toplum önderleri, kendi yakınlarına her zaman itinalı davranmayabilir. Onların hatalarıyla toplumda meydana gelecek deformasyonu görmeyebilir. Kendi yakınlarının davranışlarıyla, toplumdaki insanların davranışlarını eşit görerek, onlara tanıdığı toleransı yakınlarına da tanıyabilir. Ancak ayetler durumun böyle olmadığını gösteriyor. Aile içinde kalan sorumluluklarla, topluma çıkan sorumluluklar arasında farkın olduğunu bize hatırlatıyor. Bireysel, ailevi sorumluluklar ile, toplumsal sorumlulukların ayrı anlamlarda olduğunu gösteriyor
Müslümanları karamsarlığa götürecek. Onları umutsuzluğun bataklığında boğacak. Böylece toplumsal gelişmenin önünde engeller yaratacak. Her türlü söz, davranış, anlayış, özellikle toplum önderlerinin eşleri, aile bireyleri tarafından dile getirilmemesi isteniyor.
Mütevazilik yani, alçakgönüllülük esas alınıyor… Toplumda yaratılan sınıfsal ayrılık belirtileri kabul edilmiyor. Onun için peygamber eşleri uyarılıyor. Dünyanın süsünü, şatafatını, bolluğunu, zenginliğini arıyorsanız, toplum önderi peygamber sizi serbest bırakacaktır. Toplumda her hangi bir insan, süslenip ortaya çıksa… Şatafatlı davranışlar sergilese… Zenginliğinin belirtileriyle hareket etse… Toplum böyle yapanları kınasa da fazla üzerinde durmaz. Ama bir devletin liderinin hanımları, çocukları böyle yaparsa iş değişir. Böyle bir durum yanlış anlamalara neden olur. Fakirlik içinde boğuşan toplumda toplum önderinin eşleri, çocukları süs, şatafat, zenginlik içinde olduklarında, bütün dava, ideal, inanç bitmiştir. Allah bu gerçeği ayetlerinin özünde vurgulamış oluyor.
Günümüzde de dâhil bütün zamanlarda topluma önderlik yapanların iddiası, toplumun sırtından geçinmemek, zenginleşmemek, çıkar sağlamamak olmuştur. Buna rağmen, iddia sahiplerinin her biri iddia ettiklerinin tersini yapmışlardır. Toplumsal yapılardaki kötü örnekler. Devletin başına geçenlerin kötü örneklikleri ne yazık ki, insanlarımızın bilgilerinde, bilinçlerinde yaşıyor. Bazı yanlışlar da bir müddet sonra alışkanlık haline getiriliyor. Unutmayalım ki, alışkanlık hali, yanlışlıkları normal göstermeye başlar. Bizim toplumumuzda, toplum önderlerinin süslü, şatafatlı, zengin görünümlü, sınıfsal farklılık yaratması normal görülmektedir. “Bal tutan parmağını yalar” ifadesiyle normalleştirilen tutumlar, ne yazık ki, toplumsal ahlak haline gelmiştir. Hatta öyle ki, oluşan toplumsal ahlak, toplum önderlerinin yanlışlıkları yaparak zenginleşmemesi enayilik sayılır. Yani bir lider toplumun tepesine çıkacak… O ve ailesi devletin imkânlarından çıkar sağlayıp yaşamını değiştirmeyecek. Bugünkü toplum buna delilik olarak bakar. Hatta öyle ki, konuşmalarını, “ah bir böyle imkanım olsa bakın neler yaparım” diye sürdürürler. Anlayışlarında, önderliklerinin, devlet üzerinde etkili olmanın bütün avantajlarını kullanacaklarının belirtisi değil, ilkesi vardır. Sanki şöyle demek isterler. Boşuna önder olmuyoruz. Boşuna devletin başına gelmiyoruz. Madem nimetlerinden yararlanmayacağız, o zaman niye kendimizi yoralım mantığı vardır. Allah bunun tam tersini söylüyor. Toplumun aksine, toplum önderlerinin, ailelerinin sorumluluklarının iki misli olduğu, sınıfsal ayrılık yaratacak olayların hayasızlık olduğu vurgulanıyor.
Ayetlerin özünden günümüz Müslüman toplumunu incelediğimizde durum vahimdir. Başkalarını tenkit edenler, kendi eşlerine, çocuklarına dikkat etmezler. Böyle bir hastalık ne yazık ki içimizi yakmakta, Allah’ın ayetlerini topluma hâkim kılmak isteyenlerin, bu konuda ne kadar geri planda olduğunu göstermektedir.
Olayın bir başka boyutu daha var. Sanki bilinçaltında, Müslüman toplumlara örneklik yapan toplum önderlerinin eşlerinin, çocuklarının mutlaka İslam üzerine yürüyeceklerini iddia ediliyor. Ancak böyle bir zorunluluğun olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Zira hidayet dediğimiz olgu, insanın talebi, Allah’ın takdiriyle gerçekleşmektedir. Hiç kimse diğer insanın hidayetine karışamaz. İnsanın eşi de, çocukları da olsa, onların hidayeti Allah’ın elindedir. İnsan elinden gelen her şeyi yapsa da, eşler, çocuklar kendilerine başka yollar çizebilirler. Her şeyi bilen Allah elbette bu tür olaylara adaletle hükmedecektir. Allah’ın ayetlerinde verdiği örnekler, resullerin hayatlarında verdiği örnekler, eşleri inanmayan resullerin, çocukları inanmayan resullerin örneklikleri, toplum önderlerinin hidayete karışamadığının göstergesidir. Bazen bizler ne yaparsak yapalım eşlerimizi, çocuklarımızı İslam yolunda yürütemeyebiliriz. O zaman önümüzde iki yol vardır. Eşlerimizden ayrılırız. Kendimize yeni eşler buluruz. Veya mevcut durumu devam ettiririz. Ama çocuklarımızdan ayrılmamız mümkün değildir. Zira çocuklardan boşanma hakkımız yoktur. Bizim gerçeğimiz buyken, Allah resulüne, onlara söyle diyor. Eğer istekleriniz buysa, size yol vereyim. Ayrılalım. Ben yoluma gideyim. Sizler yolunuza gidiniz.
Bazı Müslüman kardeşlerimiz nedense, peygamber devrinde yaşasalardı daha iyi Müslüman olacaklarına inanıyorlar. Aslında işin aslı böyle değildir. Her zaman İslam’ı yaşamak, bilgi, bilinç, hassasiyet ve cesaret ister. Peygamberin yanında bulunmak İslam’dan doğan sorumlulukları artırmayacağı gibi, aynı zamanda da azaltmaz. Kurallar her zaman aynıdır. Müslümanlar aynı kurallarla sorumlu kılınmıştır. Bunu niye söylüyorum. Müslümanlar bireysel, toplumsal yaşamlarında, hiçbir ayrım gözetmeden aynı sorumluluklara sahiptirler. Peygamber hanımlarının özelliği farklı bir durum olarak karşımıza çıkar. Onların durumu kendine özgüdür. Ama diğer Müslümanlar ne zaman, nerede, kiminle yaşarlarsa yaşasınlar aynı sorumluluklara sahiptirler.
Allah peygamber hanımlarına uyarılara devam ediyor. Ahzap suresinin 32 - 34. Ayetlerinde Allah şöyle diyor. “Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salâtınızı yapın, zekâtı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır” Ayetleri görüyorsunuz değil mi?
Peygamber hanımları, cahiliye kadınları gibi davranamazlar. Kadınlıklarını öne çıkaran davranışlarda bulunamazlar. Konuşurken konuşmalarına dikkat ederler. Konuşmalarındaki sözler, üslup, ses, aksan, mimikler, asla davetkâr olamaz. Bunlar önemlidir. Onlar peygamber hanımları olmanın vakarıyla, kimliğiyle, duruşuyla hareket ederler. Evlerinde dururlar. Başka kadınlar gibi her zaman ortalıkta dolaşmazlar. Giyimlerine kuşamlarına dikkat gösterirler. Teşhir edici şekilde açılıp saçılmazlar. Neden? Allah; bu nedeni kısaca ayetlerinde açıklıyor. Bunun nedeni, “kalbinde hastalık bulunanlar umuda kapılırlar”
Umuda kapılma geniş anlamlar taşır. Medine toplumunun yapısını düşünürsek, Müslümanlar, Yahudiler, Putperest Araplar birlikte yaşamaktadır. Peygamber hanımlarına yaklaşan kişilerin hangi niyetlerle yaklaşacağı belli olmayabilir. İçlerinde kalbinde hastalık bulunan, art niyetli insanlar olabilir. Onlar; peygamber hanımlarına zarar vererek, peygamberin durumunu sarsmak isteyebilir. Müslüman kadınların durumunu peygamber hanımların şahsında karalayabilirler. En küçük bir şeyde “bak, bak bir de peygamber hanımı olacaklar. Hiç yakışıyor mu yaptıkları? Bir de Müslüman olacaklar… Yahu bunların hepsi böyle” diye genel bir yargının propagandasını yapabilirler. Bugün buna benzer örnekleri görmüyor muyuz? Laikler, Kemalistler, solcular, ateistler, kapitalistler, hümanistler kendileri her türlü şeyi yapmakta sınırsız özgürlük içinde olduklarını söylerler. Namusu, arı, etik değerleri kendilerine göre yorumlarlar. Ama mesele Müslüman kadınlardan söz açıldı mı hemen şöyle derler. “Biz onların kara çarşaflar altında neler yaptıklarını biliyoruz” Allah, Allah… Sanki içlerindeymiş, yanlarında yaşıyorlarmış. Birçok bilgiye sahipler, bir çok şeye şahitlermiş gibi yargılarını belirtirler. Halbuki onlar Müslümanlarla yan yana olmamak için ellerinden geleni yaparlar. Asla Müslümanlarla birlikte olmak istemezler. Ama suçlamaya gelince, sanki her şeye şahit olmuşlar gibi davranırlar. Kendi içlerindeki pisliği Müslümanlara atarlar. Bu yapı bugün böyleydi, dün farklıydı değil. Bu yapı her zaman aynı şekilde devam ediyordu. Onun için her şeyi bildiğini sürekli tekrar eden Allah, peygamber hanımlarına sıkı tembihler yapıyor. Tembihleriyle, onları temizlemek istediğini söylüyor.
Sonra Ahzap suresinin 35. Ayetinde Müslümanlara dönerek, “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve ibadete devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır” diyor.
Elbette konu sadece peygamber hanımlarıyla sınırlı kalmayacaktı. Mutlaka bütün Müslümanlara sorumlulukları hatırlatılacaktı. Ayetlerin aynı seyirde gelmesi ilginç değil mi? Ardı ardına geliyor ayetler. Önce peygamber hanımları uyarılıyor. Onlara birçok tembih yapılıyor. Sonra konu bütün Müslüman erkek ve kadınlara yöneltiliyor. Yani Müslüman topluma şöyle dedirtilmiyor. “Oh be yırttık. Bak biz peygamber hanımları gibi uyarılmıyoruz. Biz onlardan daha özgürüz” İşin aslında Müslümanlar Allah’a, ilahlığına, dinine girerek özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Artık Müslümanlar, Allah’tan başkasına tapmayarak, bütün yaratıkların köleliğinden kurtulmuşlardır. Allah’a itaat edeceğini, kurallarına uyacağını söyleyen Müslümanların, Allah’a verdikleri sözlere karşı özgür olacakları düşünülemez.
Hendek savaşının ardından peygamber hanımları ve Müslüman toplum eğitimden geçirildi. Eğitimin konusu, hayâsızlık kavramı içinde ele alınabilecek bütün ayrıntıları içeriyordu. Müslümanlar; Medine toplumunun yöneticileri ve önderleri olarak… Umutsuz olamazlardı. Hayâsızlık yapamazlardı. İnsanların geleceğini karartacak sözler sarf edemezlerdi. Hendek savaşının deformasyonu içinde, başta peygamber hanımlarının duyguları, düşünceleri karışmış… Müslümanlar arasında sarsıntılar başlamıştı. Allah ayetleriyle hemen olaya el koydu. Karışan tüm duyguları, davranışları yeniden düzenledi.
İçinde yaşadığımız toplumda da Müslümanların duyguları alabora olabiliyor. İşte Ortadoğu’daki olaylar. Bir zamanlar birlikte yürüyen, birlikte düşünen insanları karşı karşıya getirdi. Sözler, suçlamalar öyle bir noktada ki, insan şaşırıyor. Neredeyse birbirlerine silah çekecekler. Birbirlerini kurşunlayacaklar.
Ayetler; Müslüman toplumun temellerini bir kez daha tekrar ediyor. Karışan duyguların temel kurallar çerçevesinde silinmesini, tamir edilmesini istiyor. “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve ibadete devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır”
Ve hüküm geliyor. Ahzap suresi 36. “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur”
Evet Allah ve resulü bir işe hüküm vermişse inanmış erkek ve kadınlara düşen hükmü yerine getirmektir. Verilen hükmü tartışmak değildir. Eğer insanlar Allah ve resulünün hükümlerini tartışırsa, Allah’a, resulüne karşı gelmiş, sapıklığa düşmüşlerdir.
Ayetlerin indirildiği dönemde, resul yaşıyordu. Toplumun lideri, devletin kralıydı. Aynı zamanda Allah’ın resulüydü. Ancak bugün resul yok. O gün resul, toplumun lideri, devletin kralı olarak ayetlerin olmadığı yerde hükmediyor. Olaylara ayetler doğrultusunda hükmediyor. Ayetlerin uygulanmasını sağlıyordu. Bugün ise resul yok. Yaşamıyor. Elimizde Allah’ın kitabı, kitaptaki hükümler var. Ayetlerde resulün davranışlarıyla ilgili bilgiler var. Bunların yanında, tarihten gelen resule ait olduğu söylenen bilgiler var. Bizler, başımızda resul yokken nasıl davranacağız? İşte bu konuda henüz Müslümanlar bir birlik içinde değillerdir. Farklı düşünceleriyle birbirlerini suçlamaktadırlar. Allah resulünün hükümleri, örnekliği konusundaki tartışmalarıyla ayetleri unutuyorlar. Hâlbuki önlerinde uygulamaları gereken ayetler var. Müslümanlar Allah’ın ayetlerini hayatlarında uygulamayı bırakarak, resulün örnekliği, sünneti, hükümleri konusunda tartışıyorlar. Hâlbuki Allah ayetlerinde öncelikle kendi hükümleri etrafında birleşmelerini istiyor. Onlar Allah’ın hükmettiği yerde başka hüküm veremezler. Kim Allah’ın hükmüne karşı çıkmışsa sapmıştır. Hani desek ki, kardeşim resul yok şu anda. Başımızda da resul hükümran değil. Bu ayetlerin indiği dönemde resul toplumun lideri, devletin kralıydı. Şimdi yok. O nedenle aramızdaki tartışmaları bırakılım. Gelin ayetlerin hükmüne uyalım desek. Hepsi; bir olur olmaz derler. Önce sünnet konusunu öğrenelim. Resulün örnekliği konusunu halledelim derler. Niçin? Niçin sorusunun altında yatan anlam büyüktür. Niçin sorunun altında, gerçekte insanların Allah’ın hükümlerine tabi olma konusunda samimiyet testinde başarısız olduklarıdır. Resulün örnekliği veya sünnet kavramı tartışmaları bahane edilerek aslında ayetlerin hükmü uygulamadan kaldırılıyor. Kısır tartışmaların gölgesinde Allah’a, resulüne karşı geliniyor. Bu durum ne yazık ki günümüzün özeti olarak hayatımıza renk katıyor.
Allah ayetlerine devam ediyor. Ahzap suresi 41-48. Ayetlerinde Allah Müslümanların yapacaklarını hatırlatıyor. “Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah-akşam tespih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. Kendisine kavuştukları gün, Allah’ın onlara iltifatı, "selam" dır. Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır. Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak… Allah’tan büyük bir mükâfata ereceklerini müminlere müjdele. Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter”
Müslümanların nifak içinde olanlara uymaması, Allah’a kesin bir imanla bağlanarak, ayetlerin hükmüne uyulması istenmektedir. İşte tam burada bizler ne durumdayız? Konuya ciddiyetle yaklaşıp kendimizi elden geçirmek zorundayız. Bilgilerimizi, düşüncelerimizi, inancımızı, yaşamımızı, samimiyetimizi, değilse, nifak içinde olmakla olmamak arasındaki farkı anlamış olmayız.
Müslümanları değişik açılardan eğiten Allah Ahzap suresinde konuyu başka bir alana çeviriyor. 60-62 ayetlerde Allah; “Andolsun, ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz; sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. Hepsi de lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirlerse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler. Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın” diyor.
Allah resulüne, Hendek savaşının ardından, ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, hala yaptıklarına devam ederlerse, şehirde kötü haber yaymaktan vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz. Nasıl bir musallat? Onlar aranızda az bir zaman kalabilir. Hepsi lanetlenmiştir. Yakalanır ve öldürülürler. Allah’ın kanunu budur.
Şimdi bu ayetler üzerinde düşünün lütfen. Lüzumsuz tasarımları bir kenara bırakın. Allah’ın dini İslam… İslam; barış, esenlik, huzur demek. İslam; insanları barışa, esenliğe, huzura davet ediyor. Ama bakıyoruz, ayetler bir toplumun yok edilmesinden söz ediyor. Yakalanıp öldürülmesinden söz ediyor. Bu kuralın asla değiştirilmeyeceğinden söz ediyor. Müslümanlar toplumda huzuru, barışı, esenliği sağlamak için yola çıkacaklardı. İnsanları öldürmek değil yaşatmak isteyeceklerdi. Ama bu ayetler farklı bir şey söylüyordu. Ey Müslümanlar; sizin sağlamak istediğiniz, barışı, huzuru, esenliği bozanlar varsa. Toplumdaki birliği ve beraberliği bozanlar varsa. Allah’ın yasakladığı nifakı yayanlar varsa. Onları uyarın. Onlara engel olun. Ama onlar vazgeçmiyorlarsa, nifaklarına devam ediyorlarsa, onları yakalayın ve öldürün. Bu şiddetli ve kesin bir emirdir. Allah’ın hükmü budur. Asla değiştirilemez. Bunu yapmazsanız, fitne, nifak sizi yıkar. Sizi yok eder. Onun için fitnenin, nifakın kökünü kesin bir şekilde kazıyın.
Allah ne diyor? Biz seni musallat ederiz. Yani; fitne ve fesat içinde olanlara, münafıklara, kâfirlere, Allah düşmanlarına seni musallat ederiz. Onların başına bela olursun. Onları aranızda tutmazsın. Yakaladığın yerde öldürürsün.
Allah’ın rahman ve rahim sıfatları doğrultusunda düşünen Müslümanlar bu ayetleri anlayabilirler mi?
Günümüzdeki hümanizmden etkilenerek, önce insanlık diyen Müslümanlar bu ayetleri anlayabilirler mi?
Günümüzde işi gücü para kazanmak olanlar. Orada burada boy gösterip, süslü, şatafatlı görüntüler sergileyenler. Dünya zengini olmak isteyenler. Bu ayetleri anlayabilirler mi?
Günümüzde bazı Müslümanlar şöyle diyerek yola çıksa, biz Allah düşmanlarına karşı savaş açtık. Kim onlarla beraber ise, aramızda nifak çıkarıyorsa, onları yakalayıp öldüreceğiz.
Böyle bir durumda, içimizden hangi Müslüman elbette böyle yapmanız gerekiyor diyecektir.
Böyle bir durumda, içimizdeki Müslümanlardan ne kadarı, öyle şey olur mu? Böyle bir eylem cinayet olur. Canilik olur. Müslümanlar kan dökücü olarak tanımlanır. Böylece dünyada Müslümanların görüntüsü, caniler, katiller olarak anılır diyecektir.
İyi düşünün. Allah’ın hükmüne uyacağını söyleyen Müslümanlar, duygusal konuşmalarıyla, tavırlarıyla, Allah’ın hükmüne uymuş olacaklar mıdır?
Elbette bu hükümler Allah düşmanlarını, içimizdeki münafıkları rahatsız edecektir. Çünkü Allah, Müslümanları Allah düşmanlarının, münafıkların başına musallat etmektedir. Bu ayeti anlayan Müslümanlar, Allah düşmanlarının, münafıkların tepesine bineceklerdir. Onları ya sürüp çıkaracak, ya da yakaladıkları yerde öldüreceklerdir. Ta ki tövbe edip İslam’a teslim olsun. Allah’a olan düşmanlıklarından vazgeçsin. Münafıklık yapmasınlar.
Müslümanlar Allah’ın bu ayetlerini bugün uygulasalar, dışarıdan görüntü şöyle olacaktır. Müslümanlar Müslümanları öldürüyor. Sizce gerçekten Müslümanlar bu ayetler doğrultusunda hareket etseler, Müslümanlar Müslümanları öldürüyor mu olur?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.