- 886 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
Litt'in Haritası
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Asansör kapıları iki yana doğru saygıyla açıldığında, önümde fazla da geniş olmayan bir hol buldum. Sağa ve sola giden iki koridor vardı. İç güdülerim bana sağa dönmemi söylese de, elimdeki kağıtta yazdığı gibi soldaki koridora döndüm.
Bir yanım yarı şeffaf, sadece ışığı geçiren camdı. Gün devam ediyordu ama saatin kaç olduğunu anlamak imkansızdı. Bileğimdeki cihaza baktım: 12:05:35... 36... 37... Başımı kaldırdığımda, az ileride, sırtı bana dönük bir adam gördüm. Alışveriş arabası gibi bir şeye yaslanmıştı. Adımlarımı sıklaştırıp hizasına geldiğimde onun arabayı aslında itmeye çalıştığını farkettim. Yaşlıydı. Belki de itmiyor, sadece yaslanmaya çalışıyor, bunu yaparken de araba ileri kayıyordu. Araba paketlerle dolu olmasa çok daha hızlı kayacak, adam yere kapaklanacaktı. Geldiğimi görünce bana dönüp:
“Hızlı adımlar atmamalısın” dedi, “Senin için iyi olmaz.”
Doğru söylüyordu. Onu yakalamak için hızlanmıştım ama bunu bir daha yapmamalıydım. Eski yürüyüş ritmime döndüm.
Koridor sağa kıvrılıyordu. Köşede bir ofis vardı; ofiste de gençten biri. Takım elbiseliydi. Ceketini asmaması dikkatimi çekti. İğreti duruyordu, üzerine biraz da büyük gelen takımıyla.
“Soğuk... Çok soğuk... Ondan ceketimi çıkarmıyorum.” diye itirafta bulundu, kapıdan baktığımı görünce. Bir eliyle yukarıdan tam tepesine üfleyen kilmayı işaret etti. Oyalanmayıp, yürüyüş ritmimi bozmadım. Vakit ilerliyordu.
Kağıtta yazılanlara bakılırsa az ileride bir kontuar olacaktı. Yazılanlar doğru çıktı, maun bir kontuar yolumu kesti. Arkasında saçları toplu, eğer görmediğim bir platformun üzerinde durmuyorsa, boyu benden epey uzun olan bir kadın vardı. Onun da gerisinde, duvarda gümüş harflerle, Raytheon yazıyordu. Kadın rahatsız edici şekilde bana bakıyor, bir açıklama yapmamı bekliyor gibiydi. Bir şeyler söylemek yerine sağa doğru yöneldim.
“Orası değil!” diye kükredi.
Donakaldım. Ona doğru dönemiyordum bile.
“Buradan gideceksiniz.”
“Bura”nın neresi olduğunu anlamak için onu, daha doğrusu elinin gösterdiği yöne baktım. İlk elde yönelmiş olduğumdan daha sade bir koridoru işaret ediyordu. İster istemez oraya yöneldim. Yanından geçerken mırıldandığını duydum:
’Louis bunu bilerek yapıyor, biliyorum.’
Yaşlı adamın söylediklerini boş verip, adımlarımı sıklaştırdım. Yeterince uzaklaştığıma kanaat getirince elimdeki kağıda baktım: Kadın haklıydı, en baştan bu koridoru seçmeliydim.
Yürürken bir yandan da cebimdekileri kontrol ediyordum: Gerektiğinde kullanılmak üzere sessize alınmış akıllı telefon, hiç bir düğmesine basamasam da arabayla aramı yapıp, ona binmemi sağlayan akıllı anahtar, nereye gitmem gerektiğini ve oraya varınca ne yapacağımı söyleyen kağıt, parmak izimden beni tanıyıp devreye giren akıllı çakı... Kendimi bir alay akıllı varlığın üzerine binip, yolculuk ettiği bir binek hayvanı olarak görmeye başlamıştım. Belki en akıllısı üzerimdekiler değil, beni buraya yollayan Litvanyalı Leena idi.
“Amerikalılar kimsenin özeline karışmazlar. Yanlış yapmadığın, kağıtta yazılanları yerine getirdiğin sürece kimse başını çevirip bakmaz.”
Endişelendiğimi görünce de eklemişti:
“Merak etme, daha önce ben de yaptım.”
Sözüne inanırdım. “Yaptım” diyorsa yapmıştır. Ama öte yandan, durum sıkıştığında her zaman benden daha avantajlı olmuştur. Ufak, tefek, ince yapılı bir kadın benim gibi koridorun bir yarısını kaplayan bir adamdan daha az tehditkardı. Biraz gülümsemeyle, salağa yatmayla, sarışın olmayla durumu kurtarabilirdi. Benim seçeneklerim çok daha sınırlıydı.
Koridor bir holde son buldu. Duvar boyunca asansörler ve onlardan birinin gelmesini bekleyen, yine takım elbiseli, ama bu sefer orta yaşlı, gözlüklü bir adam vardı.
“Merdivenler ne tarafta?”
“Niye asansörleri kullanmıyorsunuz?”
Hani Amerikalılar asla kişisel sorular sormazdı?
“Salak!” diye fısıldadı hayali Leena, “Birincisi, kağıtta yazmadığı halde insanlara soru sordun. İkincisi, sorduğun kişi Hintli.”
Oh!
Hintli olduğunu biraz geç farkettiğim bey benden bir cevap bekliyordu ki imdadıma kapıları açılan asansör yetişti.
“Her neyse... İyi günler.”
Kapılar tekrar kapandığında Hintli’nin bana merdivenlerin yerini söylemediğini hatırladım. Kağıda baktım: Az ileride, soldaydı. Ağır, takviyeli yangın kapılarını itip, binanın cilalı havası hiç ilgisi olmayan, kaba merdivenlerden indim. İki kat aşağıda ise merdivenlerden ayrılıp, binanın özenli koridorlarına geri döndüm.
“Beşinci kattan mı geliyorsun?”
Bana seslenilmesini beklemiyordum, irkildim. Sesin sahibi uzun boylu, kızıl saçlı bir kadındı. Masasının üzerindeki plakette Donna Paulsen kelimeleri vardı.
“Evet, nereden bildiniz?”
“O bilmiyorsa bir şeyler ters gidiyordur.” Bunu söyleyen adam Donna’nın masasına bir dosya bırakıp uzaklaştı. Adamın orada olduğunu görmemiştim bile.
Donna önüne konan dosyaya aldırmadı.
“Haritayı takip ediyorsun, değil mi?”
Başımı olumlu anlamda salladım.
Telefona uzandı, dahili bir numarayı çevirdi.
“Louis! Başımda yine biri var” diye telefondaki kişiye bağırmaya başladı. “Senin şu haritan yüzünden burası yol geçen hanına döndü. Tamam, insanlar yağmurlu günlerde yürüyüş yapsınlar, yediklerini eritsinler, güzel. Tamam, bu yürüyüşü binanın çeşitli kat ve koridorlarında yapsınlar, bu da güzel. Ama benim katımda yapmasınlar. O sağlıklı yürüyüş haritasını değiştireceksin. Hem de hemen şimdi!”
Telefonu sert şekilde kapattı.
Donna Paulsen’in huzurundan bir an önce uzaklaşmalıydım ama nereye gideceğimi bilmiyordum. Şirkete daha geçtiğimiz hafta girmiştim. Koridorlardan koridor beğenmeye çalışırken Donna hiç beklemediğim bir yumuşaklıkta:
“Sağlıklı yürüyüş yapıyorsun, merdivenlerden iniyorsun ama yukarı katlara çıkarken asansöre biniyorsun. Bunun nedenini hiç düşündün mü?” diye sordu.
Nereye gideceğimi bulmaya çalışırken bu soru hiç aklıma gelmemişti.
“Çünkü” dedi, “merdiven çıkan insan çok terler. Belli ki Louis binanın kötü kokmasını istemiyor.”
Kulağa mantıklı geliyordu söyledikleri. Şirin gözükmeye çalışarak gülümsedim. O gülümsemedi.
“Sen niye hala burada dikiliyorsun?”
Akşamı beklemedim, aşağı, birinci kattaki ofisime indiğimde istifa mektubumu yazmaya başladım.
YORUMLAR
Uzun aradan sonra güzel yazınızı zevkle okudum. Bu arada eşinize da teşekkür etmek gerek. Size ilham vermiş.
Kutluyorum sizi. Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Uzun zamandır okuyamadığım öykülerinize bu öyküyle başladım :)
Farklı bir konu, yine hoş bir anlatım .
Yalnız şey dedim içimden istifa için biraz acele mi etmiş ne .p
Biliyosunuz buralarda öyle kolay istifa edilmiyo bünyemiz alışık değil, böyle düşünmem de ondan sanırım.
Saygılar.
İlhan Kemal
İstifa etme ile ilgili biraz konuşmak isterim. Öyküdeki olay Amerika'da geçiyor. İşin ilginci orada istifa etmek, daha iyisini ya da eşdeğerini bulmadan işinden ayrılmak Türkiye'dekine oranla çok daha zor. Okuyucu/seyirci bunun her zaman farkında olmayabiliyor. Amerikan film ve dizilerindeki kovulma/işten ayrılma arkasındaki bu nüans bizde çok algılanmıyor.
Amerikan hayat tarzının güçlükleri tek bir kaleme indirgenmiş durumda: Akan paranızın, düzenli bir işinizin olması gerekliliği. Bunu sağladığınızda geriye duygusal meselelerden başkası kalmıyor. Daha iyi anlaşılması için öykü kahramanının istifa sonrası başına gelecekleri sıralayayım:
- Öncelikle evini kaybedecek. İpotek ödemelerini yapamadığı için evinden atılacak. Yılların birikimi gidecek.
- Arabasını kaybedecek. Krediyle ya da finansal kiralama ile aldığı aracı iade edilecek. Bu o kadar vahim gözükmese de Amerika'da ezici bir çoğunluk için araba olmazsa olmaz. Örneğin ben arabamı kaybetsem bakkala gidemem, işe gidemem, hatta iş görüşmesine de gidemem. Öykünün kahramanı bunu göze alıyor.
- Eğer çocuğu varsa onun üniversite eğitimi de çöpe gider. O doğduğunda başladığı üniversite eğitimi için birikimler kesileceği için parasızlıktan yaşı geldiğinde onu okutamayacak.
- Emekli çöpe gidecek. Emeklilikte büyük ölçüde bugünden yapacağı yatırımlara dayanacağı için, bugün de yatırım yapamadığından geleceğini doğrudan tehlikededir.
- Geleceği bırakın, bugüne bakın. Sağlık harcamaları için sigortasını kaybedecek. Bu da hastaneye ancak acil durumlarda kabulünü demektir (Onda da sıkı bir faturayı, örneğin kol kırıkları için 25,000 doları eline tutuştururlar). Sadece onun değil, eşi ve çocuklarının da artık sağlık güvencesi yoktur.
- Kredi notu düşer. Yukarıdaki ödemeleri yapamadığı için kredi notu uzun süre doğrulamayacak şekilde azalır. Bu yüzden daha sonra maaşa kavuşsa da ev, araba, hatta kredi kartı için yapılan başvurular reddedilir. Ev kiralamakta bile güçlük çeker.
- Zorunlu değil ama eşini ve ailesini kaybedebilir. Eşi kendi işinde devam ediyor bile olsa 'Niye ailenin tüm yükünü ben çekeyim?' der ve kapıdan çıkar, gider. Boşanma davasında da işsiz olduğuna bakılmadan en azından çocuklar için eski kocasından para alır.
- Kendi ailesi ona sahip çıkmayabilir. Onlar da emeklilik için kendi sınırlı kaynakları ile güç bela geçinmektedirler. Onun yükünü de sırtlanmak istemeyebilirler.
Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Liste daha uzayabilir. Özetle öyküdeki kahramanın duyduğu rahatsızlığın boyutlarını belirtmek için onu istifa ettirmiştim.
Okumuş ve yorumlamış olduğunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Öykümü güne getiren Seçki Kuruluna teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
mori kız
İlhan Kemal
İşte yine güzel ve bir o kadar ilginç İlhan Kemal yazısı.
Yağmurlu bir günde iş merkezini yürüyüş parkuru yapmak kimin aklına gelmiş bilmem ama iyi fikir,
Bu yazının iyi bir yazı olduğu gibi. Bazı filmler vardır; bir evin içinde geçer ve biter ama sıkmaz, bazı filmler vardır, küçük bir telefon kulübesinde başlar ve biter ama insanı zerrece sıkmaz.
Bu yazı da beni sıkmadı ilgi ve merakla okudum.
Teşekkürler, tebrikler İlhan Kemal...
İlhan Kemal
Çok ilginç bir hikaye.
Bina içinde sağlıklı yaşam yürüyüşü yapmak ha?
Hem de bir harita eşliğinde.
Üstelik, binanın kötü kokmaması için tedbir de düşünülmüş.
Akıllıca.
Hikaye, gerçekten çok başarılı kaleme alınmış.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
çok güzeldi. kendimi çok kaliteli bir amerikan romanını okurken ya da hollywood filmi izliyormuş gibi hissettim. orada da ancak böyle zayıflarsın. tebrik ederim
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.