YORUMLAR
Hayat bize eyvallah demeden paçayı salmamalıyız. Belimizi dik tutmalıyız.
Sanıyorum hani bedbin derlerya- öyle bir anınızda yazmış olmalısınız bu yazıyı.
İnsanları olduğu gibi kabullenmeli, çok zor olsada kabullenmek.
Dostumu tanıdığım kötü günlerim oldu.
Yanımda annemden başka kimseyi göremedim. O da her zaman yanımda değildi.
selâm ve saygılarımla..
Kemnur
glenay
Ayağım kırıldı,yatmak zorunda kaldım.
Kardeşlerime, çocuklarıma muhtaçtım.
Yatıyordum ve ne kitap, ne kâğıt isteyebiliyordum.
Bilgisayar da yoktu.Bu sıkıntıları anlatmak bile acıtıyor.
İnsanlar neden kendilerini, karşılarındaki insanın yerine koyamıyor.
Bir odaya tıkılmak çok zor.
Bir yaştan sonra hele,
kimsenin kimseyi sorgulamaya hakkı yok.
Yani nefes alma öl diyorlar.
Gerçekten çok üzüldüm.
İnsan kendi yaptıklarını görmeli önce, sorgulamaktan ziyade.
Kimse kimsenin iç dünyasına karışmamalı.
Düşünüyorum da,
bu durum çok incitici..
selâm ve saygılar,
iyi geceler dileklerimle..
" Ben bırakıyorum hayat, sen devam et…
Hadi eyvallah!"
Hoop hop! Yok öyle üç kuruşa beş köfte ağabey. :-)
Geçmiş zaman bir yerlerde karalamıştım tam yerine denk geldi manzara niyetine aşağıya koyuyorum. Artık yaralarına merhem olur mu bilmem.
"Ulan bırakmıyorlar ki, bir ağız tadıyla “hasbıhâl” edelim, yok, yok öyle demeyelim biz gene “kader” diyelim. Şimdi bir, bir sayıp ta burayı “ağlama duvarı” na çevirmek gibi bir densizlikte bulunmak istemiyorum. Lakin tövbe hâşâ isyan sayılmasın, bazen “nimet”, “ganimet”, “külfet” kavramları hep birbirine karışıyor. O zaman insanın aklına imanın şartlarından “Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmek” maddesi geliyor da “Rabbim sen beterinden koru” deyip, deyip şükürler ediyorum. Her ne kadar insanoğlu için “elektronik beyin”, “çelik bilek”, “taş kalp”, “beton mide”, gibi bazı biyonik, kavi sıfatlar yakıştırılsa da altı üstü hepsi “et” ve “kemik” işte. Bu yüzden kaldıramadığı yerlerde hepsi birer, birer “S.O.S” veriyorlar. O çelik dediğin bükülmeyesi bileğin ekmek hamuru gibi koy veriyor kendini. Sanki midene taş oturmuş sanıyorsun, öğütemiyor, sanki beynin “takoz” kesilip düşünemiyor, sanki kalbin “pompa” olup sadece nefes verip almaya yarıyor, yoğunlaşamıyor. İşte bu anlarda, insan kendini toparlayabilmek için “inziva” ya çekilmek istiyor. “Güldürme beni” dediğini duyar gibiyim. Gülme dostum gülme, inan böyle oluyor.
Yok ki dededen kalma şöyle eski, püskü, yıkık, dökük bir bağ evimiz, “nohut oda, bakla sofa”, biraz inzivaya çekileyim. Penceresinde “kumru yuvası”, guguk sesleri ile kafamı dinleyeyim, biraz kendime geleyim. Ne telefon, ne bir televizyon, varsın elektriği de olmasın. Ama içinde bir kuzine sobası, ön bahçesin de ise mutlaka ”Kocaçınar” ağaçları olmalı. “Aşiyan” a dönmüş dallarında şakıyan sakalar, kırlangıçlar isimlerini dahi bilmediğim kuşlar cıvıl, cıvıl cırıldasınlar her biri ayrı telden. Bülbülü olmasa da olur. Olmuşken az aşağısında küçük bir gölü de olmalı. “Asuman” ı andıran “asude” sularına baktıkça huzur bulduğun, huzur buldukça gözlerini ayıramadığın. Gölün içinde küçük bir kayığı olmalı, küçük ama en az iki kişi almalı. Arada bir sandala atlayıp dingin sularında, kâh kürek çekeceksin, kâh balık avlayacaksın. Arka tarafı ise bir tepeye bakmalı, sırtını yaslayacağın bir dost gibi, rüzgârlara, fırtınalara perde olsun diye, sadece sesini duyacaksın rüzgârın, hoyrat bir melodiyi ıslıkla çalar gibi. Tepenin üzerinde sevimli bir ormanı olmalı, bırak gündüzü, geceleyin bile ürkütmemeli insanı. Ağaçların dalları güneş ışıklarına müsaade edecek sıklıkta olsun, gövdeleri ay ışığında tek, tek sayabilesin de, varsın içinde çakalı da olsun tilkisi de.
Ahh ah. Hele, hele de birde mevsim de “sonbahar” sa. Elin de bir kazma olsa “palet” niyetine, tırmık olsa “fırça” niyetine vurdukça toprağa, sanki yağlıboya bir tablo yaptığını sanırsın. Bahçede baltayı salladıkça kütüğe, yardığın odun değil de sanki bir “heykel” in son rötuşlarını yaptığın hissine kapılırsın. Hani olmaz ya.
Gerçek mi, gerçek ise koca bir “yalan”. Ne kadar hayallerine, fantezilerine birer, birer “mavi boncuk” dağıtıp, konfetilerle, balonlarla süslesen de karşında, o “kalender” ilkokul öğretmenin yoktur artık. Gerçek ketum bir müdür muavini gibi bağırır, azarlar seni “seni gidi yalancı seni”.
Sen ne kadar “hayır, hayır iftira bu iftira” desende “hard diskin” de kazılı “sık kullanılanlar, geri dönüşüm kutusu, belgeler” seni ele verir. Gerçek azarlarken birde hesap sorar, sen kıvır da kıvır.
-Ulan anandan cep telefonuyla mı doğdun kerata,
-Yok, be abi daha “3G” bile değil
-Bakıyorum da bir tuvalette televizyon yok
-Yok, be abi daha salondaki “LCD” ekranın taksitleri bitmedi,
-Kime oy verdin bu seçimde de bakimm
-Ne bilim abi “Ağyar” dediğimiz hıyar çıkıyor
-Keseyim mi internetini ha keseyim mi, ?
-Aman ha, gözünü seveyim abi, ne yaparım sonra
-Nasıl geçirdik bu hafta size ama
-Çüş, abi biraz ayıp olmadı mı şimdi, ne yani penaltı değil miydi o hareket
-Kees, kısa kes, kaça aldın onu, ötekini ne yaptın
-O da duruyo, indirim vardı da, hem de kredi kartına 10 taksit kaçırmayayım dedim
Damarlarında promil limitinin çok üzerinde alkol dolaşan “ keş” e dönmüş bir beden ile hazan aşığı “çileli” bir ruhun kavgaları, savaşları, gürültüleri bunaltır ya insanı, işte onun gibi bir şey bizimkisi. İki katlı bir “taç mahal”in, alt katında kelepir kiracı, sen, üst katında yaramaz bir çocuğu olan “evsahib” in. Ağzı kapalı şişede çalkalanan su-zeytinyağı karışımı sıvı gibi hem sarmaş dolaş, hem ayrı, gayrı. Ne yardan, ne serden vazgeçebilir insan, Gerçekte; şehrin, trafiği, keşmekeşi, belası, *oku püsürü, dedenin olmayan o bağ evinin asude gölünden, yaman tepesinden, ahenkli ormanından daha ağır basar. Göze alamazsın bazı şeyleri.
Tüüü! Yazıklar olsun bana.
Dur bari vicdanımı da rahatlatayım “evet, evet itiraf ediyorum, seviyorum, özellikle bu şehri, kullanılmış prezervatif gibi denizanası kaynayan sularını, lambaları kesik, balgam tükürülmüş ara sokaklarını, Arnavut kaldırımı eski yollarına inat, yamalı asfaltla kaplı ana arterlerini. “Toplu taşıt” aracı denilen “toplu tabut” larında sabah işe gitmeyi, marketinden hormonlu sebze, meyve almayı. Maalesef seviyorum bu şehri”
İnzivaya mı çekilmek istiyorsun ?
Gece yatağa girip de gözlerimi kapatmadan önce bir “ayetel kürsi” okuyup, peşine elde tespih “Allah hu” diye, diye uyuduğumda, ey büyük Allah’ım, meğer dedemin ne kadar çok “bağ evi” varmış benim
Ya işte böyle sevgili dost. Gözlerinden öpüyorum
Baki selam"
Selamlar saygılar..
Not: Hayat kısa değmez bir kıza ;-)