- 414 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çocuklara Kıssalar-1
Elif ile Emir: “baba bize masal anlat” dediler. Babaları da anlattı. Masala en başından başladılar. Başlangıçtan, yani yaratılıştan, bir yaratılış öyküsünden… Sizleri de masala ortak etmek istiyorlar. Haydi çocuklar bilgisayarları, televizyonları kapatın, tabletleri bırakın bir süreliğine ve kurulun koltuklara… İşte masal başlıyor.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zaman zaman içinde…
Hiçbir şeyin olmadığı; ağaçların, dağların, taşların, uçan kuşların ayın, güneşin ve yıldızların hatta dedelerin ve ninelerin bile olmadığı bir zamanda… sadece O varmış: Hüvellah.
O Allah ki; ebediyyün, ezeliyyün, sermediyyün. Ebedi, ezeli, sürekli ve ölümsüz olan Allah.
Hüvellah; O Allah ki Rahman ve Rahim olan Allah bir gün murad buyurmuş:
“ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.”
Tüm melekler toplanmış, gelmişler ve demişler ki:
“yarabbi biz seni hamdü sena ile tesbih ederken fesat çıkarıcı, kan dökücü insan mı yaratacaksın?”
“susun bakim demiş yüce yaratıcı, ben sizin bilmediğinizi bilirim.”
Sonra büyük melekleri huzura çağırıp; “yeryüzünden kim toprak getirmek ister?” diye sormuş.
Büyük melekler birbirine bakakalmışlar, çünkü bu görev son derece zor, mesuliyetli imiş.
Onların kararsızlığını gören Yüce Yaratıcı “Azrail bu görev senindir, göreyim seni” demiş.
Azrail melek bir asker gibi hazır ola geçip; “emredersiniz efendim” deyip bir koşu dünyadan toprağı alıp getirmiş.
Toprağa biraz su döküp karıştırmışlar, çamur haline gelmiş. Biraz daha dökmüşler, oyun hamuru gibi olmuş. Sonra merhale merhale, yoğrulmuş da yoğrulmuş ve ceset haline gelmiş; katı, kuru, sert bir ceset. Sonra Allah o cesede kendi ruhundan bir nefha üflemiş. O nefha cesedin içine girince cesede bir canlılık bir hareket bir güzellik gelmiş. Yerde kupkuru yatan cansız ceset bir mana ve önem kazanmış. Ve ona yokluktan, hiçlikten geldiği için Adem demişler. Melekler: “ah Adem biz senin sadece kuru dal parçası gibi olan cesedine göre hüküm verdik. Özünü, cevherini anlayamadık, hakkında ileri geri konuştuk. Sen ki rabbimizin özene bezene yarattığı tek mahluksun. Rabbimiz zatını ve tecellisini seyretmek istedi de seni yarattı. Sen onun sureti üzerine yaratıldın. Tüm mahluklar âlemden bir parça iken, sen âlemleri temsil ediyorsun. Sen ilerde onun halifesi olacaksın. Ne olur affet bizi” demişler.
Sonra yüce yaratıcı “Adem’e eşyanın isimlerini öğretmiş.” Demiş ki “bak Adem şunların isimlerini iyi belle. Şu masadır, şu sandalye, şu kitap, bu laptop, araba, bulut, akarsu… vs “
“Allah Adem’e bilmediği şeyleri öğretmiş, öyle ki kalemle yazı yazmasını dahi öğretmiş.”
Ve meleklere demiş ki: “ bilin bakalım şunların adlarını?”
Bilememişler ve sınavı kaybetmişler. Başlarını itaatle öne eğerek:
“rabbimiz seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Bizler senin bildirdiğinden başka bir şey bilmeyiz.” demişler.
Bunun üzerine yüce yaratıcı meleklere “Adem’e secde edin bakim” demiş.
Tüm melekler tereddütsüz secde etmişler, yalnız biri müstesna. Bilin bakalım kim?
“kim secde etmemiş? Bilemedik baba” dediler.
Tabii ki şebek Şeytan. Bir tek o baston yutmuş gibi kalmış ayakta. Şebek şeytan tüm şeytanlığı olanca gururu, kibri, afrası, tafrasıyla:
“ben ki yedi kat gökyüzü ve yeryüzünde, yedi iklimi cihanda, yedi düveli muazzamada, yedi başlı devler, yedi cüceler arasında, Horasan’da, Bağdat’ta, Haliç sırtlarında, Amazon ormanlarında, ağaçların ince dallarında, kuşların kanatlarında, yeşil çayırların üzerinde ibadet etmiş biriyim. Ben mi Adem’e secde edeceğim, güleyim bari ha ha… hem ben dumansız ateşten o ise topraktan.” demiş.
Bu duruma çok sinirlenen yüce yaratıcı:
“yıkıl karşımdan, gözüm görmesin şebek seni” demiş.
Şeytan hemen ayrılmamış huzurdan:
“senden ne mal isterim ne mülk. Ne makam isterim ne mevki, ne para ne de pul. Zaman sadece biraz zaman” demiş.
“al işte sana zaman ” demiş Allah, atıvermiş önüne “kün-ol” diyerek zamanı. Böylece “feyekün-oluvermiş zaman.” Bing bang, büyük patlama olmuş, devran dönmüş, düzen kurulmuş zamanın çarkları bir saatin tiktakları gibi işlemeye başlamış.”
Tüm bu olaylara Adem bir anlam verememiş. Cennet bahçelerinde geziyor, envai çeşit cennet nimetlerinden yiyor, çikilotalı, sütlü ırmaklarından, bal akan pınarlardan kana kana içiyor ve sırça köşklerdeki kuş tüyü yataklarda uyuyormuş.
Çok zaman geçmeden Adem’in ruhu bir şey istemiş ama o şeyin ne olduğunu bilmiyormuş. O şey ne acaba? Bir nesne mi? Bir cennet nimeti mi? Yoksa kendisi gibi etten kemikten bir canlı mı? Ne istiyor Adem? Hava, civa gibi bir şey ama ne? İn mi? Cin mi? Bilin bakalım ne?
“yine bilemedik baba Adem’in canı ne çekmiş” dediler.
Öyle bir şey ki istediği, arzuladığı, beklediği; ona bakmak, dokunmak Adem’e zevk versin. Sohbeti doyumsuz, gülüşü sonsuz olsun. Adem’in ruhundaki derin boşluğu doldursun.
O öyle bir şey olsun ki onda ayın yuvarlaklığı, yılanın kıvraklığı, ceylanın bakışı, kamışların zarafeti, sazların titreyişi, yaprakların hafifliği, güneş ışıkların neşesi, papağan göğsünün yumuşaklığı, yabani tavşanın çekingenliği, ateşin sıcaklığı, karın soğukluğu olsun.
Bir sabah uyanmış. Kuş tüyü yataklarda yatmak bedeninin her tarafını uyuşturmuş. Uzun uzun esnemiş. Bir de bakmış, ne sağında ne solunda tam da karşısında tam da istediği, düşlediği, arzuladığı gibi bir canlı; ince, zarif, nazik, nazenin, nazlı, narin. Adem’in yüreği ise yangın yeri.
“merhaba ben Havva” demiş ve Adem’in yüreğinden bir parça daha kopmuş gitmiş.
“Ey Adem demiş yüce yaratıcı sen ve eşin cennet bahçelerinin nimetlerinden; armuttan, nardan, incirden, muzdan, kividen, portakaldan, hurmadan, üzümden gönlünüzce, dilediğiniz gibi yiyin ama şu ağaca sakın ha yaklaşmayın.”
Bu arada kovulmuş şeytan boş durmuyormuş. Gece gündüz Adem ile Havva’yı bir kedi gibi gözetliyor, onların önlerinden, arkalarından, sağından, solundan yaklaşıyormuş. Çünkü artık şeytan, Adem ve Havva’nın apaçık düşmanı olmuş. Su uyuyor o gözlerini dahi kırpmıyormuş.
Bir gün onları tam da memnu olan, yasaklanmış ağacın karşısında yakalamış.
“biliyor musun ey Adem Allah şu ağacın meyvesini neden yasakladı?”
“bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum ey kovulmuş ve lanetlenmiş şeytan. Emir emirdir sorgulamak bana düşmez” demiş.
Ancak Havva’nın merakı giderek artıyormuş.
“neden yasaklamış?” diye sormuş Havva.
Şeytan bu fırsatı kaçırmak istememiş:
“çünkü o ağacın meyvesinden yerseniz sonsuza dek cennette kalacaksınız” demiş
Adem sinirlenmiş:
“defol git başımızdan ey lanetli seni, bizi kandıramazsın.”
“söylemesi benden” demiş ve çekip gitmiş.
Yasak ağacın karşısında Adem ile Havva el ele pür dikkat dalları gökyüzüne boy atmış, kökleri yeryüzüne ulaşmış ağacın olgun meyvelerini seyretmişler bir süre daha.
Adem, Havva’nın aklından geçenleri okumuş:
“sakın, sakın ha(!) demiş aklından geçenleri okuyabiliyorum şeytan bizim apaçık düşmanımızdır, ona uymayalım.”
“bir kerecik ısırsak ne çıkar Adem. Düşünsene sen ve ben ebediyen cennette kalacağız.”
Havva önce ısrar etmiş sonra nazlanmış, boynunu bükmüş ve gözleri dolmuş. Adem Havva’nın gözyaşlarına dokununca yüreğinden acıya benzer tuhaf duygular hissetmiş.
Yasak ağacın meyvesinden önce Havva ısırmış. Hımm çok tatlı sen de ısır diyerek Adem’e uzatmış. Adem de azıcık ısırmış. Bu esnada Şeytan saklandığı yerden çıkarak kahkahalarla;
“ha ha ha ben sana demedim mi Adem. Sen beşersin şaşarsın. İnsansın nisyana müptelasın, çabuk unutursun. Kandırdım, kandırdım, kandırdım işte, senin ayağını kaydırdım, seni Rabbine isyan ettirdim ha ha...”
Adem bir üzülmüş bir üzülmüş. Bir değil bin pişman olmuş ama olan olmuş artık.
Bir gün Yüce taratıcı onları huzura çağırmış. İkisi de yaptıklarından bin pişman. Boyunları kıldan ince, iki büklüm gelmişler huzura. Şeytan ise fasulye sırığı gibi ayakta ve kibirli. Allah onlara demiş ki:
“Birbirinize düşman olarak inin bakim aşağıya.”
Adem ile Havva… dünya denilen karanlık, ıssız yere gidecek yanlarında apaçık düşmanları olan şeytan olduğu halde.
Adem geceli gündüzlü bir ağlamış bir ağlamış. Bir yalvarmış bir yalvarmış. Ve yüce yaratıcı onları affetmiş ancak cennete geri dönmeyecekler belirli bir vakte kadar dünyada yaşayacaklarmış artık. Şimdiden dünyaya alışsalar iyi olacaktı. Bir de pür dikkat olmaları gerekiyordu çünkü kovulmuş, lanetlenmiş, şeytan da onlarla beraberdi.