SEN SUS BEN ANLARIM
Bilmez misin sükûtun kelimelerden daha ağır olduğunu? Bilmez misin kelimelerin kalpten geçtiği gibi çıkmadığını ağızdan? Ne kadar hesaplarsan hesapla, ne kadar tasarlarsan tasarla, bir şeylerin noksan kaldığını bilmez misin? O halde niçin izaha çalışma gayretin?
Sen sus!
Ben anlarım…
Kendinle baş başa kaldığında, bu sefer tamam demedin mi hiç? Bu sefer açıklayacağım bütün duygularımı diye geçirmedin mi içinden? Bu sefer her şey açığa çıkacak diye düşünmedin mi? Ve.. Resmigeçit yapmadı mı aklından kelimeler, gönlünden?.. Bu sefer tamam demedin mi?.. Bu sefer bir daha bu sefer demeyeceğim diye karar vermedin mi?
Ama yarın, yarından sonra ve bütün yarınlar olduğunda unutmalar olmadı mı? Her şeyi planlamış, tasarlamışken uçup gitmedi mi kelimeler hafızandan? Yoksa unutmak mı istedin, bir noksanlık mı hissettin? Bütün bunlara rağmen son bir hamle yapıp bütün kelimeler dilinin ucuna gelmedi mi?..
Ama…
Kelamın işin sırrını bozup bozmayacağına karar veremedin değil mi?
Kelimelerin her şeyi izaha yetmeyeceğini mi düşündün bir anda?
Her şeyin daha kötüye gideceğinden mi korktun? Bu çaresizlik içinde yine de konuşmaya teşebbüs etmeyi mi kararlaştırdın?
Ama sen yine de sus!
Ben anlarım…
Bazen susmaya karar verdiğin de oldu… Ama karşında otururken, veya sen onun karşısındayken bir hoş geldin demenin güçlüğünü mü hissettin, hoş bulduk demenin zorluğunu mu?..
Nasılsın sorusunu sormak mı, nasılsın sorusuna cevap vermek mi daha zordu?
Öylesine otururken oyalanmaların ‘kalk git’ demek değildi, değil mi? Kal demek de değildi belki… Havaya, suya bakarken beden yorgunluğuna sahip biri gibi değil de, nerden başlayacağına karar vermenin acizliği vardı belki üzerinde… Her şey doğru kelimeleri seçebilmekti… Ya ters bir şey söylersem korkusu… O zaman…
Sen sus!
Ben anlarım…
Biliyorum sesindeki titreme ses tellerindeki rahatsızlıktan değil… Yüzünün al al olması da öyle.. Gözlerinin dalgınlığı uykusuzluktan, yüzünün solgunluğu yorgunluktan değil. Söyleyemediğin kelimeler, bilmediğinden değil konuşmayı…
Bilirim…
Deneme söz etmeyi… İçine konuş, içinden konuş. Ben hissederim hafızandan geçenleri… Gönülden geçenler sende kalsın…
Söylemesen de ben duyarım…
Sen sus!
Ben anlarım…
Bilirim zorluğunu konuşmanın. Kelimelerin kifayetsiz olduğunu çok erken öğrendim. Yazsan da konuşsan da meramı anlatamıyor… İnsanı anlatamıyor… Bir şeyler kalıyor geriye ama kelime kalmıyor izahat için. Konuştukça uzaklaşıyorsun bu sefer, konuştukça unutuyorsun, konuştukça azalıyor terimler…
Sustukça dertler büyüyor bu sefer. Yutkundukça tükürükler lokma gibi oluyor kuru ve iri. Ama bir umudu saklıyorsun içinde… Bir daha ki sefere diye…
Bir daha ki sefer hep umut oluyor, hep çare oluyor, hep kaçış oluyor… Hep kaçıyor insan. Bazen doğrulardan bazen de kendinden. Kaçışlar, bir liman oluyor kendinin sığındığı… Öyle bir liman ki terk edilmiş sandallarla dolu, sakin ve sessiz… Hatta martılardan da mahrum…
Yalnızlıktan çıkmanın yolunu arıyorsun çok zaman… Bazen başarıların bazen de başarısızlıklar engel oluyor bu sefer… Başardın devam et, başaramadın yeniden dene sesleri uğultuya dönüşüyor içinde… Anlatmak istiyorsun, konuşmak istiyorsun… Konuşma…
Ve sus!
Ben anlarım…
Nasıl ki senin gördüğün rüyaları ben de görüyorum onun için anlarım. Nasıl ki acıyan yerlerin ben de acıyor, onun için anlarım. Yalnız iken dışından, kalabalıkta içinden konuşmalarını ben de yaptığımdan oradan bilirim.
Gözlerinin rengini söylemekten çekiniyor dolaylı söylüyorum. Siyahsa geceden, maviyse gökyüzünden bahsediyorum. Yeşilse ağaçların yapraklarından bahis açıyorum. Ama doğrudan söylemeye cesaret edemiyorum. Sende öyle yapıyorsun biliyorum… Onun için anlıyorum.
Sende olan bitenden haberim oluyor benim. Nerden biliyorsun deme…
Ben, kendimi yani ‘beni’ bilmez miyim. Veya ben öteki ‘beni’ yani ..’yı bilmez miyim?
Ben de ‘ben’im… biliyorsun değil mi?
Ama deme yine de,
Sen sus!
Ben anlarım…
Artık sen de anlıyorsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.