- 1827 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
BOZUK PARA KOLEKSİYONCUSU
Mahallenin en uygar insanı olarak bilirdim onu. Sabahtan akşama kadar evde renkli televizyonunu izleyerek ve bizim gibi pötibör bisküvi yemek yerine cips yiyerek vakit geçirirdi. Evinin raflarında birbirine benzemeyen kitapları olan acayip insan. Ne zaman bozuk para veya dairesel bir şey görsem hemen aklıma gelir Murtaza Dayı. Seksenli yılların anlaşılmaz adamı. Tam bir bozuk para aşığı. Mahallenin tek bakkalıydı, kendisi evde otururken yerine genç Murat Ağabey bakardı. Murat Ağabey’e güveni tamdı.
Sürekli gözleri yerde yürürdü. Utangaçlığından değil elbette. Belki yerde bozuk para bulurum diye bir derdi vardı. Murat Ağabey”in anlattığına göre Murtaza Dayı her gün gelip kasadaki bozuk paraları alıp götürürdü. Ne işine yarıyordu acaba bozuk paralar? Oruç tutardı ama camiye girip namaz kıldığı görülmemişti. Bir gün tek bir istisna oldu. Şöyle ki; caminin yanından geçerken bahçenin iç tarafına doğru bir bozukluğun parladığını fark eder. İçeri girip yerden alınca arkasından tesadüfen gelen bir grubun arasında kalır. Mecburen onlarla birlikte içeri girip namaz kılar. O günden sonra cami bahçesinin yanından geçerken mutat olduğu şekilde değil de kafayı havaya dikerek yürürdü. Olur da para görürse kendini tutamaz diye. Kahvede her gün mutlaka onun hakkında dedikodular olurdu. Çocukların bozukluklarını alıp kaçmış da… bayramda el öpmeye çıkacakmış… delinin biri beş kuruş atmış, Murtaza yere düşmeden kapmış.” O gelince laf değiştirilir ve hava durumundan bahsedilirdi. Murtaza Dayı da “Lan bu hava durumu muhabbetinin yeri kahve mi anasını satayım? Ne zaman gelsem hava durumu ajansına yetişiyorum.” derdi. Bozuk para aşkının nerden geldiğini o paraları ne yaptığını kimse bilmezdi. Soranlara da sert tepkiler vererek hemen konuyu değiştirir “Ben onları insan yapıyorum .” derdi.
Kimisi bozuk paraları geceleyin dilencilere dağıtmak için aldığını, kimisi Yahudi asıllı olduğu için bunu kalıtsal olarak yaptığını söylerdi. Kimisi manyaklığına bağlardı. Bir psikoloji öğretmeni, bunun sebebini çocukluğunun bastırılmış dürtüleridir, derdi. Ona göre Murtaza Dayı çocukluğunda pek para görmemişti. Varsa bile babası ona hiç harçlık vermemişti. Ama burada ilginç olan şey Küçük Murtaza, para kavramını beyninde bozuk para olarak tasavvur etmiş ve bu eksikliğini bastırıp bilinçaltına itmiştir. Bu hastalık derecesindeki eksikliğin elbette insan büyüse bile doyurulmaz bir yönü vardı. Ama işin aslını gerçekte kimse bilmiyordu. Bunlar yalnızca olası senaryolardı. Kimse tam olarak niye yaptığını bilmiyordu. Bu sırrı ölünceye kadar taşıdı.
Genel kanıya göre bütün bozukluklar evinde bir odada saklıydı. Penceresi olmayan bu odanın da üç kilidi vardı. Her bir kilidi ayrı ayrı yerlerde saklıyordu. Bunu duyan “Battal Gazi “ filmleriyle büyüyen biz çocuklar bir oda dolusu para hayal ederdik. Ama kimse adamın evine girmeye cesaret etmezdi. Çünkü evinin bubi tuzaklarıyla dolu olduğu söylenirdi. Huriye Teyze bahçesine adımını atar atmaz bir ayağının çukura saplandığını anlatmıştı. Gerçi bunun sebebi köstebek de olabilirdi, ama Murtaza Dayı’nın evinde köstebek ne arardı? Karısını ve çocuğunu doğum esnasında kaybetmiş ve bir daha evlenmemişti. Yakın akrabası da yoktu. Ben paraya olan bakışımızdan mı bilmiyorum bu adama karşı hep sempati beslemişimdir. Hep onun beni bir gün evlatlık alacağı ihtimaliyle sokakta karşılaştığımızda şirinlikler yapardım. Bir fırsatını bulup da konuşursam babamın bize bakmaya gücü yetmediğini, her akşam babamdan dayak yediğimi, iyi bir baba bulursam ona çok hizmet edeceğimi anlatacaktım. Hep yanımdan geçerken bunları ona anlatmayı düşünerek ona gülümser ve ilk konuşmayı başlatacak sözleri ondan duysam iyice dramatize ederek kafamda kurguladığım hikayemi ona anlatacak, gözyaşları içinde “Amca size baba diyebilir miyim?” diyerek beni evlatlık edinmesini isteyecektim. O yıllar bu söz çok duygusal bir sözdü. Ama o hep yanımdan geçerken gülümser ve giderdi. Bir sabah vakti evden erken çıkıp evinin karşısında beklemeye başladım. Bu sefer kararlıydım. Onu durdurup acıklı hikayemi anlatacaktım. Saatler sonra evine bir sürü adamın girip çıktığını fark ettim. Kısa süre sonra tüm mahalle öldüğünü duydu. Bir gün sonra geride vasiyet mahiyetinde bir mektup bıraktığını duyduk. Remzi Dayı mektubu imama uzattı. Tüm herkes oradaydı. Ben de babama beni alması için epey ısrar etmiştim ve şimdi Murtaza Dayı’nın evindeydim. Mektup şöyleydi:
“ Bakıyorum da hepiniz buradasınız. Karısından dayak yiyen ayyaş Zeyni, yaşına rağmen ikinci karı hayaliyle tutuşan Musa Ağabey, diğer kardeşinin de malına göz diken ama cami müdavimi Hasan… ve sen evlatlık alınmak isteyen hayalci çocuk! ( Babam acaba ne düşünmüştür, diye kafamı yere dikmiştim ama herkes kendi utancıyla meşgul olduğu için bana bakan yoktu. Kabullenme belirtisi gibi herkes sus pus olmuştu. Bir tek Musa amca “ Rahmetli amma da şakacıydı!” dedi. Sonra bir uğultu başladı.) İmam mektuba devam etti: “Lan bir dakika kaynaştırmayın hemen. Ölmüş bir adama bir dakika verin. Ne hayalet ne müneccimim, önceden söyleyeyim de kimse altına etmesin. Semih ağabeyin prostatı da var zaten. (Semih Dayı ellerini bacaklarının arasından çıkarıp zorlama bir gülümsemede bulunup Musa Amca’ya da dönerek “Hay bunun şakasına da!” dedi. ) Allah bana rahmet etsin, kötü adam değildim zannımca. Bunları kitap okumalarım ve psikoloji denen ecnebi biliminde yaptığım araştırmalarıma dayanarak söyledim. Siz de kitap okuyun danalar! ( Bu cümleyi imam alçak sesle söylemişti.) Şimdi ölmüş olduğuma göre mallarımı ne yaparsanız yapın umurumda değil. Ama size bir vasiyetim var. İkinci bir mektup baca deliğinde bulunuyor. Onu şimdi açarsanız vallahi hakkımı helal etmem. Öldüğüm tarihten bir yıl sonra imam efendi tarafından açılmasını istiyorum. Bir bildiğim var ki öyle istiyorum. Biraz hakkım varsa bu vasiyetimi yerine getirirsiniz. Haydi en yakın zamanda görüşürüz inşallah! Ha hava bugün nasılmış bakayım? Not: Helva istemez.”
İmam, ölen kişinin vasiyetidir, diyerek ikinci mektubu açmadı. Her gün kahve önünden geçerken ona yönelen meraklı bakışlara alaycı bir gülümsemeyle karşılık verirdi. Camiye gitmeyen kişiler camide görünmeye başlamış ve mektupla ilgili sorulardan sonunda bıkmış olacak tam 354 gün sonra mektubu cemaat önünde açmaya karar vermişti. Hicri takvime göre sürenin dolduğunu belirtti. Murtaza Dayı’nın mektubu şöyleydi:
“ E bir sene çabucak geçti işte. Yoksa geçmedi mi? Neyse, mektubu açtığınıza göre yapacak bir şey yok. En azından sabretmeyi azıcık öğrendiniz. Sizi bir yıl bekletmemim amacı da buydu. Sizin vicdanınızın sesine mi yoksa arzularınıza mı uyacağınızı tespit etmek için bir deney. Diyeceksiniz “Ölmüş, gebermişsin; sonucu nasıl bileceksin?” En azından siz bileceksiniz. Hem sizden birisi benim tarafa yakın zamanda gelirse bana anlatır. Zaten burada zamandan çok ne var ki? En büyük merakınıza gelince; topladığım bozuk paraların hepsi bodrum katta duruyor. Komik ama benim hayat amacım orada. En çok bozuk para kullanılarak yapılmış heykel kategorisinde Guinnes Rekorlar Kitabına girecektim. Öldüğüme göre onun da artık hiçbir ehemmiyeti kalmadı. Buralarda bunaltıcı yaz oldu gibi. Herkes sizi soruyor. Şaka şaka…”
Odadaki halı kaldırılıp “Merhum hakikaten manyakmış yahu!” uğultularıyla aşağı inildi. Bozuk paralardan yapılmış, oturup elini çene altına dayamış, çıplak, ucube bir heykel duruyordu orta yerde. Sonradan öğrendiğime göre Rodin”in düşünen adam heykelini kopya etmişti. İmam,”Tövbe tövbe” dedi. Herkes hayretten şaşakalmıştı. Binlerce bozukluk birbirine yapıştırılarak yapılmış, kafası olmayan bir beden. En küçük uzuvlar bile unutulmamıştı, ama kafası yoktu. Belki de tavanın alçaklığı engel olmuştu buna. Heykelin kaidesinin kenarlarında ise son çıkan banknotlardan oluşmuş bir tomar vardı. Zeyni Amca çaktırmadan birkaç tanesini çekip almak için asıldı. Çekmesiyle heykel dağılıp paralar kalıplar halinde yerlere saçıldı. İmam herkesi sükunete davet edip bu paralarla ölünün hayrına bir sadaka-i cariye yapalım dedi. Paraların kaynağının belli olmaması sebebiyle camiye verilmemesi gerektiğini Hasan Amca da belirtti. En son ölünün hayrına bir çeşme yapalım, dendi. O çeşme yapıldı ve hala duruyor. Çeşmenin yanına da küçük bir havuz yapıldı. “Bozukçu Baba” ismi takılan yere konan kuşlardan başka gelen geçen para atıp dilekler diledi. Kimisi evlenmek, kimi zengin olmak, kimisi memur olmak, kimisi çocuk yapmak için akın akın geldiler. Gerçekleşti mi bilmem ama akşam vakitleri paraları toplamaya gelen çocukların dilekleri çoğu zaman gerçekleşti. Ben hariç. Para beni sevmiyordu.
YORUMLAR
Yer yer kahkahalar atarak okuduğum bu öykü hem konusu hem tekniği hem de kelime örgüsüyle harikuladeydi. Olayı aktarıcının haleti ruhiyesi dört dörtlük kotarılmış. Öykünün tamamına hakim ince detayları atlamadan, zekice kullanılmış mizah damaklarda tatlı bir lezzet bıraktı. Hadi bitme, devam diye içimden geçirirken gelen final enfesti ama öykünün bitmiş olmasına da üzülmedim diyemem.
Bravo yazar...
Günün yazısı olarak taltif edilmeliydi ama malesef atlanmış.
Çok ilginç bir hikâye olmuş, elinize sağlık, Yahya Bey. Anlatım gayet akıcı, cümleler düzgün...
Tebrik ve selâm ile.
Yahya Oğuz
içimizden biri dedik her gün karşımıza çıkan bir amcaydı kimbilir,tebrik ederim saygılarımla.
Yahya Oğuz
Gerçekten hoş bir hikaye idi.
Zevkle, ilgi ile okudum.
Çevremizde, ne çok böyle insanlar vardır.
Onların varlığının, hayatımıza kattığı güzelliklerin farkında mıyız acaba?
Yazar,
bir buklesini yakalamış gibi.
Yahya Oğuz
Harikaydı sahiden. Ne çok öğreti vardı kelimelerde böyle? Kutladım.