Edebiyatın Biçim ve Zaman Özgürlükçüleri
Onlar, zekâ ve duygu zenginiydiler. Üretici fonksiyonlarıyla bu zenginliklerini insanlıkla paylaşarak ve toplumun her zaman bir kaç adım önünde durarak aydın olma sorumluluğunu da yerine getirdiler. Ruhları ve beyinleri insana verdikleri yüce değerlerle işlenmişti. İnsanı yüce bir varlık olarak gördüler ve insan olanın gönlünde yüceleştiler. Açlığın acımasızlığıyla ve varlıklı olanların keyfiliği ve sorumsuzluğuyla savaştılar. İnsani değerlere kucak açarlarken, insanlık düşmanı değerlere de keskin kalemlerini çektiler. Yaşam harcını aşkla, sevgiyle ve diğer tüm insani duygularla yoğurdular.
İlkbaharda açan rengârenk çiçeklerin serin rüzgarlarla ritmik danslarını; özelde kendi halklarının, genelde de tüm dünya halklarının gözlerinde parıldayan zafer sevinçlerini ve yüreklerinde yanan ateşlerini sayfalarına işleyerek ölümsüzleştirdiler.
Kimisi için yaşam tatlı bir şakaydı, kimisi için de vazgeçilmez bir savaş. Yakmanın ve yıkmanın değil, yapmanın ve yeniden yaratmanın savaşı. Ülkelerinin adlarını tarih sayfalarına sedef gibi işlerken kendi elleriyle diktikleri ardıç ağacının gölgesinde, günün birinde oturup bir kadeh şarap içmeyi ya da demli bir çayı keyifle fokurdatmayı ya da diktikleri zeytin ağacının yemişinden günün birinde tatmayı düşlemeyi de ihmal etmediler. Elleri nasırlı, alınlarından ter damlayan emekçilerin yazın yakıcı sıcağında, ağaçların gölgesinde emeklerinin karşılığını alarak yorgunluk atmaları onların mutluluğuydu. Vatanlarını seviyorlardı ve vatanları uğruna yapacakları her türlü fedakârlığa da hazırdılar. Kimi kendi vatanlarında gömülmek şansına bile sahip olamayan bu edebiyat emekçilerinin isimleri; gün geldi birlikte anıldıkları ülkelerinin isimlerinden önce anılmaya başlandı. Kiminin dehâsından daha yaşarken faydalanıldı. Kimi de yaşamından sonra insanlığa; sevinçleriyle, gözyaşlarıyla, akılları ve coşkularıyla güzellik kattılar. İnsanı güzelleştirdiler, güzelliği evrenselleştirdiler.
Günün birinde ölümle kucaklaşacaklarını, doğadaki her canlı gibi fiziksel bir yok oluşa mahkum olduklarını kuşkusuz biliyorlardı. Dünyaya geliş biçiminin ve zamanının kendi seçenekleri dışında olmasının sıkıntısını yaşadılar belki de. Belki de onun için dünyadan ayrılışın biçimini ve zamanını kendi elleriyle seçtiler. Kendi yaşamlarına son verdikleri andaki ruhsal hallerini ve bilindiği varsayılan sebeplerin dışındaki etkenleri günün birinde öğrenmek mümkün olmayacak belki ama yaşamlarını noktalamak için doğanın sunduğu biçim ve zamanı seçme özgürlüğünü kararlı bir şekilde kullandıkları bir gerçek.
Ünlü yazar Stefan Zweig; ülkesi Avusturya’ nın Nazilerin eline geçmesinden sonra sığındığı Brezilya’ da, kafasına bir kurşun sıkarak, faşizmin yıkılmasını göremeden 1942 yılında intihar ediyor. Günümüzde intiharın sebebi olarak bilinen tek şey vatanına duyduğu mistik özlem ve faşizmin dünyada hızla yayılmasından duyduğu yıkıntı. Zweig’ in intiharının temelinde bir insanlık sevgisi ve mazlum halklara karşı duyduğu yakınlık olduğu bir gerçek.
Ünlü "Demir Ökçe" romanının yazarı Jack London 1916 yılında yüksek dozda aldığı uyku haplarıyla yaşamına son veriyor. Tıpkı "Martin Eden" adlı romanında olduğu gibi. İnsanlığın çileli yaşamını, çetin sınıf savaşlarını kaleme alan; tarihe toplumsal mücadelenin kaçınılmazlığını not düşen bu edebi deha kendi yaşam mücadelesine karşı yenik düşüyor.
Dünyaca tanınan amerikan yazar Ernest Hemingway 1961’ de çiftesini şakaklarına dayayarak ölümün soğukluğuyla gönüllü tanışıyor.
Rus şair Sergey Yesenin otuz yaşındayken 1925 yılında kaldığı otel odasında hayatına son noktayı koyuyor. Yesenin halkının bağrında yer edinmiş gencecik bir şairdi. Günün birinde ölümsüz yazar Maksim Gorki’ ye bir şiirini okuyunca Gorki kendisini tutamayarak ağlamıştı. Ününün doruğunda; yakışıklı ve herşeye doygun olan Sergey Yesenin ölürken arkasında mektup olarak küçük bir şiir bırakmıştı: " ölmek yeni bir şey değil bu dünyada / ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek". Yesenin’ in intiharı üzerine Ekim Devrimi’ nin efsanevi ozanı Mayakovski, yazdığı bir şiirle Yesenin’ i intiharı nedeniyle kınar. Şiirinde şöyle der: " Bu dünyada / Ölmek güç bir şey değil / Bir hayat kurtarmaktır / Asıl güç olan". O Mayakovski ki proleteryanın gözbebeğiydi. Heykelinin dikileceğine daha yaşarken karar verilen seçkin bir insandı. Ne var ki günün birinde Mayakovski de Sergey Yesenin’ den beş yıl sonra 1930’ da otuz yedi yaşındayken bir tabanca kurşunuyla intihar etti. Hem de Yesenin gibi arkasında bir mektup-şiir bırakarak.
Onlar ki, yürekleri sevgi ve coşkudan taşacak kadar doluydular. İsimlerini edebiyat tarihine altın harflerle yazdırdılar ve ülkelerinin isimlerini arkalarında bırakarak biçim ve zamanı seçme özgürlüğünü son kez kullandılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.