- 1191 Okunma
- 2 Yorum
- 5 Beğeni
BİR ŞİİR DEHASI OLARAK TURGUT UYAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Freud “Gittiğim her yerde benden önce oraya ulaşmış bir şair buldum.” diyerek ruh çözümleme işinin psikologlara has bir iş olmadığını ya da şairlerin felsefeciler kadar düşüncenin doruklarında gezdiğini ima eder. Kanıtlanamadığı için ulaşılmaz zannedilen bir gerçek varsa şairlerdir onu eşeleyip çıkaran. Çünkü şairlerdir meseleleri iki boyutla inceleyip çözümleyen. Bir taraftan bir filozof gibi düşünce ile didik didik ederken, diğer taraftan duygularını en güçlü şekilde aynı noktaya sürerler ki açık olmayı isteyen her gizemi apaçık önümüze sererler. Şair hissetmekle yetinmez hissettirir de. Bu etki dünyayı gerçek anlamda değiştirmenin tek yoludur. İnanmadığınız bir bilgiye itaat etseniz bile kabul etmiş sayılmazsınız. Böyle bilgileri kabullenmek için insanlar genelde kendilerini uyutma seçeneğini uygular. Sanırım insanlığın en büyük sorunu, çatışmaların, savaşların asıl sebebi budur. Büyük aldanışların kendilerine gövde bulduğu toplulukların kendilerince doğru kabul ettiği fikirleri, başkasına zorla kabul ettirmenin insafsız mücadelesidir bu kadar yıkımın, acının müsebbibi. Unutulan şey ise, kabul etmenin hissetmekle başladığıdır. Hisler düşünceleri tetikler ve düşünceler eylemlere dökülerek dünyayı değiştirir. Bu açıdan Sokrates’in felsefede, Einsten fizikte, Bethoven’in müzikte yaptığı devrimleri şairleri şiirle yaparken bulur ve deha olmaları gerektiğine hükmederiz.
Yeryüzünün ilk sanatçıları büyük ihtimalle şairlerdi. Dünyada büyük şairler sürekli oldu. Rilke, Rimbaud, Borges, Baudelaire, Tagore, Bukowski gibi büyük şairleri duyan pek azdır. Söz konusu bizim edebiyat dahi olsa birkaç şairin adından başka isim bilmeyiz. Bunun başlıca sebebi teorikte kalıp pratiğe dökülmemiş bilgilerle yetiştirildiğimiz eğitim sisteminin sonucu olarak büyük şairlerimizi ders kitaplarına girmiş kişilerden ibaret saymamız olabilir. Bu yüzden Arif Nihat Asya’yı, Cahit Sıtkı Tarancı’yı günümüzce garip, uzunca adları olsa dahi unutmayız. Ölüm döşeğindeki bir Alzheimer hastası olsak dahi “Hangi şairleri biliyorsun?” dendiği zaman eminim bu isimleri tekerleme söyler gibi kolayca hatırlayıp telaffuz ederiz. Tabii ki sadece isimlerini ve ders kitaplarından hatırladığımız bir şiirini biliriz. Çünkü pek kitap satılmayan ülkemizde daha üst bir okur kitlesi gerektiren şiir kitabı alımı ihtimalinin rakamsal verisinin acı gerçeğini biliriz.
İlçemize gelen büyük bir şairin şiir dinletisine katılmıştım. “Şimdi herkes en sevdiği şairin adını söyleyecek.”demişti. Şimdi dediği zaman, birkaç şairden başka isim çıkmadı. Nazım Hikmet Ran, Orhan Veli, Atilla İlhan… Şüphesiz orada farklı bir ideolojik kitle olsaydı “ Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nurullah genç, İbrahim Sadri gibi isimler söylenirdi. İdeolojisi ne olursa olsun şiirleriyle gönüllerde yer edinmiş olan şaairlerin hepsi de büyük şairlerdir tabii . Ama benim zoruma giden şey kimsenin “Turgut Uyar” dememesiydi. Geldiğimize göre ilçeden şiirle en ilgili olan bir avuç insan bizdik. Ama hiç birisi Turgut Uyar’ı tanımıyordu. Ben onun şiirlerini birkaç sene önce tanıdığımda nasıl oluyor da yıllarca şiir yazmama rağmen bu dehanın ismini ilk defa duyuyorum, diye hayret etmiştim. “Büyük Saat” isimli bütün şiirlerinin toplandığı kitabı okumamla şimdiye kadar ne büyük bir hazineden yoksun kalmış olduğumu anladım. Türkiye’de yaşayıp bu dehayı tanımayıp şiirle ilgilendiğini zanneden milyonlarca insanın varlığı insanı hayrete düşürüyor. Varoluşu, hüznü, en sıradan ama görmekte başarısız olduğumuz örneklerle sade, ama derin anlamlı imgelerle betimleyen şair hissetmeyi öğretiyor bize. Alışkanlıkların dışında olgulara bakarsak insanı tanıyabileceğimizi, sevebileceğimizi hissettirerek kanıtlıyor. Çünkü bütün kıtaların hükümranı, insanların ortak değeri hüzün bizleri birleştirebilecek yegane güçtür. Hüzünle beslenen bütün insanlar hangi coğrafyadan, hangi görüşten olursa olsun konuşulmayı hak ediyor. “Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?/ Herkesin derdinden pay isterken” diyerek bize unuttuğumuz, kullanmadığımız bir gerekliliği hatırlatıyor. Nasıl ki Shakespeare’ in Hamlet karakterinin ağzından söylediği “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” ifadesi ölümsüz ve aynı ifade bir daha söylenemeyecekse Turgut Uyar’ın dizeleri de öyle bir etki bırakır. Size dizelerinden birkaç bölümü yazıp hissettiğim kadarıyla tahlil etmeye çalışacağım:
Geyikli Gece şiirinden bir bölüm:
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
…
Korkularımız doğaldır tüm gerçek şeyler gibi. Çocukların hisleri yanılmaz bir ölçüdür. Onlar bir şeyden korkuyorsa o şeyin acı gerçekliği tartışılmaz. Güneş bile hayatı simgeleyen objelerin başında gelen bir varlık olduğu halde her an on binlerin ölümüne tanık olur. O kadar acelesi olmalı ki çoğul olarak güpegündüz gelen ölüme tanık oluruz. Aslında burada bir çaresizliğin yarattığı gizli bir sitemde bulunur şair. Şiirin ilk dizesinde “Halbuki” kelimesiyle başlaması insanoğlunun acizliğinin hüzünlü, kanıksanmış uzun şiiri önceden yazılmıştır ve bu şiir onun devamıdır demeye getiriyor usta şair. Çünkü hiçbir metnin başlangıç cümlesi “Halbuki” ile başlamaz. “Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu/ her şey naylondandı o kadar” diyerek yaşamın çok hüzünlü ironik durumu anlatarak başlıyor şair . Zaten o, dünyayı değiştirebilen çoğu varoluşçu gibi hüznün şairiydi. Nitekim şiirin sonuna kadar bu korku kendini sürdürür, ama ileride “Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı.” diyerek ayakta durmak için bir mücadelenin gerekliliğini belirtir. “Yapay” kelimesini modern çağdaki en kapsamlı karşılığı olacak maddeyle ifade edip “Her şey naylondandı o kadar” diyerek gerçeğe dair hayat boyu süren yanılsamalarımızı ele veriyor. O halde yapılması gereken her şeyi olduğu gibi kabullenip “Geyikli Gece” nin neşesini bulmaktır. Engellenemeyen şeyleri biraz olsun düşünmeden oyalanmak , kaçınılmaz olanın mümkün olduğu kadar iyi bir şekilde noktalanması için, gülebilmek için bulmak gereklidir. “Her şey” kelimelerine mukabil olarak tekil bir kelime olan “Geyikli Gece” nin, yani en geniş manada çoğa karşı direnen az olanın kutsal derecedeki kıymetini idrak edebiliriz. Şair, yabani olanda yani henüz modern kapsama girmeyen, kalıplara sokulmamış yerlerde arar onu. “Geyikli Gece ile neyi anlatmak istiyor?” derseniz cevap alabilmek için şiirin tamamını okumanız gerekli. Peki o, bulup tatmin olmuş mu? Bunu anlamak istersek şiirin son dizesi “ Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.” cümlesi bize ipucu verecektir.
Göğe Bakma Durağı şiirinden bir bölüm:
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
…
İki kişinin beraber sevinebilmesi her ne kadar imkansız gibi dursa da böyle bir ihtimale inanıyorum. Bu ihtimali ikimiz hemen şimdi yaratabiliriz. Bütün ulu ve güzel şeylerin veçhesi göğe doğrudur. Sonsuz yaşama umudumuz, beklentilerimiz, ferah bir hayat insanın ancak göğe bakmasıyla dışarıya kendini belli ettirir. Biz de göğe hemen bakalım ki dünya denen noktaya saplanıp kaldığımız aklımıza gelmesin. Bizi mutlu edecek şeyler o kadar kıt ki! Az bakışlı bir ömrümüz olduğu halde gözlerimizi hep israf ediyoruz. Güneş gibi en büyük varlıklardan, her ne kadar yabani bir cazibesi varsa da yaban otları gibi en küçük varlıklara, içimizi ısıtıp uzun bir süre gönlümüzde etkisini bırakan bebeklerin en küçük ayrıntısıyla varlığına kadar her şey bizi oyalamaktan başka nedir? Işık kaçamak, gidip geliyor, şehrin ışıklarına da asla güven olmuyor. Hızlıca yer değiştiren gece ile gündüzün durumuna bak mesela! Işık işte, bilinmezliklerin üstünde gidip geldiği halde bir şeyi tam olarak aydınlattığı nerde görülmüş. Uzayın en hızlı, en uzun, en özgür yani en talihli varlığı kim bilir nereleri gezmiş, hangi hakikatlere erişmiştir? Ama bize karşı tavrı hep gözlerimizden, kavrayışımızdan bir şeyler kaçırır gibidir. Biz kendi penceremizden bakmaya mecbur olduğumuz için bu kaçamak şeyin gerçekliği bizi tatmin etmiyor doğal olarak. Şeker kamışı tat vermiyor çünkü saf değil. İşte asıl mutluluğu ölçecek zamanı bulamıyoruz bunlarla uğraşmaktan. Gözlerin gözlerimi bulursa ve ne yapacağını bilmeyen, ortalıkta dolanıp boşluktan korkan ellerimi senin eller tutarsa kurtulur.Her şeyim kurtulur. İşte sen ellerimi tutup gözlerime baktın ya, saf mutluluğumuz bizi ağırlıklarımızdan kurtarıp gökyüzüne taşıdı. Evler küçücük ve önemsiz duruyor şimdi gözbebeklerimizde, zihnimizde, kalbimizde. Şimdi mutluyuz ya, işte bu gerçekliğin ta kendisi. Sen kendini hatırlat yeter. Göğe bile anlam katıyoruz o zaman. Bunu sürdürmek için göğe bakalım, ama beraber bakalım.
Tabii ki herkes kendi ruh dünyasına göre daha farklı, daha derin duygu ve düşüncelerle baş başa kalabilir şiirlerini okurken. Bütün şiirlerinin ayrı ayrı bir güzelliği vardır Turgut Uyar’ın. Bizi her gün görmüş olduğumuz halde içine dalamadığımız varlıkların gerçekliğine götürür. Şiirlerini okurken hüzünlü bir adamın kalbinden geçersiniz ve ifade edemediğinizi sizin adınıza o ifade etmişçesine ister istemez onunla duygusal bir yakınlık kurarsınız. Keşke ölmeseydi de onu şahsen tanıyabilseydim dersiniz. Kullandığı benzetmeleri çözdüğümüzde empati becerisi doruğa ulaşmış bir insan olarak başımızı şiirden kaldırırız. Diğer İkinci yeni şairleri arasından hayatını daha çok maddi sıkıntılarla geçirmiş olması onu daha da halktan biri yaptığı söylenebilir. Sistem tarafından küçük görülen sıradan insanları şiirinde konu ederek “küçük insan yoktur.”mesajı vermiştir. Şiirinde insani olanı en ince ifadelerle buluruz. Asla abartı veya yalan yoktur şiirinde. Onun şiiri yaygın bir yanılgı olan benzetmelerle doldurmanın şairliği değil de şaheser diyebileceğimiz bir binanın taşları gibi her kelimenin özel bir yeri olduğu şairliktir. Sanki herhangi bir kelimeyi çıkarmaya, değiştirmeye çalışırsanız hemen orada bir kütüphanenin özel bir kitabı kaybolmuş gibi büyük bir boşluk fark edilir .
“Artık onun yeri dünyanın en usta şairleri arasında bir basamak yukarıdadır.” demek çok abartı olmaz. Okuyan çoktan keşfetmiştir, okumayan ise bilmez.
YORUMLAR
Bir gün daha iyi bir okur ve yazar olabilirim mi bilemesemde amatör bir okur yazar olarak bulunduğum noktadaki en önemli hendikaplarımdan biriside düz yazıya daha yakın şiire uzak kalmış olmak ve bu sorunun nedenini de tam olarak çözmüş olmamak diyebilirim.İyi bir şiirle yolumuz çakıştığında veya ismini ilk defa duyma gafletine düştüğüm değerli bir şairi hiçduymamış olduğumda ve dahi okunması gereken bir kaç şiirinden bihaber olduğumla yüzleşince bu kusurlu puzzle parçaları nedense beni rahatsız ediyor.Öncelikle bir özeleştirimi yapıp sonra yazınıza geçtiğimde henüz tek şiirini okumadığım Turgut UYAR şiiri ile ilgili tahlilinizde şiirsel bir anlatımla bu tahlili belki hayran olduğunuz o şairin uslubuna yaklaştırdığınızı hissettim nedense (bu kanımı bir kaç şiirini okuduktan sonra teyit etmeyi de ayrıca umuyorum)
Bu güzel yazınızı okuyunca şiir ile yakalayabileceğim güzelliklerden mahrum kaldığım için yine hüzünlendim ve bu hüznümü henüz yeni tanıştığımız şairimizin dizelerinde diğer hüzünlerle tanıştırmak için yazınıza tebriklerimi bırakarak ayrılmak istiyorum sayfanızdan.Kendi adımada bir dilek eklemeden geçmeyelim, belkide şiiri bana sevdirecek insan Turgut UYAR olur ve geç kalınmışta olsa hiç gelinmemiş olmaktan iyi olan şiir durağında konaklarım ömrüm el verdikçe,hayattan bana düşen boş vakitlerde fırsat buldukça.Saygılar.
Yahya Oğuz
Önce hangi duygunun varlığından haberdar olduk;kim bilir...Önce kim bir insanı sevdi? Bir erkek mi,bir kadın mı,aşk dilini şiire döktü?Kim bilir kelimeleri oluşturamadan,bir alfabe bilmeden, duygularımız içimizde şiirleri yazarken;sevdiğimizin kulağında eğilerek...Belki de üflemişiz-dir. Hala sevdiğinin nefesi,sevenin kulaklarını tırmalaması,belkide büyülü sözcükleri doğurdu.(şiir gibi) ...Öncesini bilmiyorum;lakin sonrası yakıyor,yakıyor...
Kim bilir....
Belkide dünya üzerinde konuşmanın salıncak hali,hoş ve hareketli yanı,duyguların kısaca dile düşmesi sebebiyle şiir olabilir...Belki de içecek bir kap yapmak için taşı yada ağacı oyan heykeltraş-tır. Ya da gideceği yeri hatırlamak için,geldiği yeri belirlemek için mağaralarda resim çizen bir ressamdir. Belki de yakaladığı avını ailesine getiren ve sevinç içinde oynayan insanların oynadığı folklordur. Bunun bence hiç bir önemi yok...Var olabilmiş,insanı en derin hislerde gezdirebilmiş mısraların şiirde buluşması mucize !
Ve söze başlarken; diline düşen sözlerin şiire seslenmesi.
TUT Kİ BEN
tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan
ya da çok iyi bir şiir yazsan
bir saatin aralıksız işleyişi
bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
yani kıskanılan onu
demek istediğim hepsi
T. UYAR
Güzel yazınız ve hoş anlatımınızla,şiir sevenlere bir bakış açısı doğuracağına eminim.Birinden haberdar olmak yetmiyor. Eserlerini de okumak,eminin yazan şair arkadaşlara katkıda bulunacaktır.
Emeğin için Teşekkürler Değerli Dostum.
Saygılar,Sevgiler