- 1554 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
ANNEMİN YÜZÜNE ÖLÜMÜN O BEYAZ RENGİ YANSIMIŞTI
"Anneme sessizce yazmış olduğum mektuplardan sadece biri..."
Canım Anneciğim,
Bugün seni yitireli tam dört ay olmuş. Zaman ne kadar da çabuk geçiyor, yaşayana göre değil mi annem. Acaba öte dünyada da bu kadar hızlı mı geçmektedir zaman? Belki de duruyordur. Kim bilebilir?
Seninle en son içmiş olduğum kahvenin acı tadını hala damağımda hissediyorum. Anımsıyor musun? Hani nisan ayının ilk haftasında ailece fotoğraf çektirmiştik.
Fotoğrafta sen dahil(zor nefes almana rağmen) her birimiz gülümsüyorduk.
Fotoğraf kursuna gittiğimden beridir bendeki farklılık şu olmuştu: Artık bakmıyor, görüyor, canlı/cansız objeleri okuyabiliyordu gözlerim.
Aynen bu son veda anında çektirmiş olduğumuz fotoğraftaki gibi.
Orta sehpa üzerinde en sevdiğin siyah beyaz kahve fincanından bir yudum alıp, "Hadi gelin birlikte fotoğraf çekilelim," demiştin. İçi sıcak, bol köpüklü kahve fincanın, hiç eksik etmediğin tespihin, taburcu olduğunda elimize uzatılan doktor reçetesi, tansiyon aletin, gözlüğün, vs… kişisel eşyaların vardı. Sen burnuna takılı oksijen maskesiyle bize değil de sanki yaşama gülümsemekteydin.
Hepimizin O fotoğrafta, o gün, fark edemediğimiz bir gerçek daha vardı. Fotoğraf sanatını bize öğreten hocamız, “ışık ve renklerin” önemini sıklıkla vurgulardı. O fotoğrafta şu an görmüş olduğum -şok edici gerçek- o kadar belirgindi ki…Bir kez daha sarsılıyorum bu gerçek karşısında…
ANNEMİN YÜZÜNE ÖLÜMÜN O BEYAZ RENGİ YANSIMIŞTI.
Meğerse o gün seninle içmiş olduğumuz o son kahveymiş. Yani son vedamızmış annem.
O kahveyi içtiğimiz an sen şu sözleri söylemiştin:
"Kızım hiçbir şeyde artık gözüm yok. Ne para, ne pul, boş bir dünyada oyalanmışız işte. Hakkını HELAL-ET." Sözlerin sonrasında da defalarca yanaklarımızdan sesli sesli öpmüştün.
Ve sen 17 nisan günü fenalaştığında hastaneye 112 ambulansla zor yetiştirmiştik.
Şu fani dünyadan gideceğini sezen annem, dünyanın en tatlı insanı olmuştu son bir ay içinde.
Keşke diyorum; evet keşke bende bu sezgiyle sana hep müşfik, sabırlı, hoşgörülü olsaydım da ellerini defalarca öpseydim…
Keşke, ağrıyan sırtına, sızlayan dizlerine kantron yağıyla masajlar yapsaydım…
Keşke, "seni gel öpeyim içimden geldi kızım" dediğin zamanlarda "aman annee biliyorsun ben öptürmeyi pek sevmiyorum," demeseydim, demeseydim de dilim tutulsaydı da yanağımı sana uzatsaydım...
Ne vardı yani! Eksilir miydim ki?
Artık sen gittin..!
Hem de bir daha dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıp, dünyanı değiştirdin.
Şimdi ne söylesem, ne düşünsem boş… Hangi sözcük pişmanlığın karanlığından beni kucaklar? Hangi sözcük kanayan yarama tampon olur?
Seni bana hangi duygu geri getirebilir?
Hiç bir düşünce, hiçbir keşke, hiçbir belki seni bana geri getiremez ki...
İşte bunları aklımda evirip çevirdiğim an, tüm evrene öfke biçiyorum, insanlara kızıyorum: Özellikle seni bana göstermeyen, haşin davranıp, -kırıcı sözlerle kalbimizi kıran- hemşirelere, -bizi boşlukta bırakan,- tam bilgi vermeyen doktorlara, geciken ve yanlış ilaç tedavisiyle annemi oyalayan göğüs ve kalp doktorlarına -gönlümün değirmen taşında- öfke öğütüyorum.
Biliyor musun annem? Aslında ben en çok da kardeşlerime kırgınım… 15-20 senedir kendini bir sır gibi saklayan ERKEK KARDEŞİME kırgınım…Hani, seni anneler gününde, dini bayram ve kutsal günlerde dahi aramayıp sormayan, evlat sevgisinden/ ilgisinden mahrum bırakan, hasretiyle bağrını yakıp kavuran kardeşime…
Beni acıtan da işte bu acı gerçeğin ta kendisidir. Aklıma geldikçe bütün bu düşüncelerle uyku tutmuyor gözkapaklarımı…Dövüyorum ruhumu ve “ah annem ah,” diyerek yaşama evlat hasretiyle -gözü açık -giden annem için ağlıyorum.
İnsanın belleği ne tuhaftır ki, hep o son anları anımsıyor. Bellek zaman zaman akla süzülen o son sözcükleri kalın/büyük harflerle sanki defalarca kayıt etmiş. Gözlerimin buğusunda annemle söyleşilerim -bir kara nokta- gibi hep o sözcükler sürekli seyir halinde yüzüyorlar. Yüreğimi burguyla sıkıyor, aklımı kuşatıp, ruhumu anaforlara doğru çekiyor her biri...
O anlarımda defalarca “Keşke, “ diyorum ve gözlerim doluyor hatıralarla...
Eşim diyor; "Bak ağlama artık, o yerini buldu, şimdi senin ona tek iyiliğin dua etmek olacak. Anneler hediyeleri severler. Şu halin, üzüntün onu yattığı yerde daha da acıtır."
O zaman ruhumdaki dalgalanmalar biraz sükut buluyor. Yüreğimin sahillerini kamçılayan dalgalar duruluyor, artık dövmüyor gönlümün kıyılarını…
Evet, annem senin dediğin gibi boş bir dünyada dolu dolu yaşamaya çalışıyoruz.
Az sonra kabrini ziyaret edeceğim, henüz nemli kurumamış toprağına diktiğim sardunyaları sulayacağım. Umarım kökü tutmuştur. Zira sen, o çiçekleri yaşarken çok severdin.
Hiç unutmam bir gün bana yolda bulduğun araçlardan ezilmiş, bir sardunya çiçeğinin dalını eğilip almıştın. O anda çevreden utanmış, sana olumsuz tepki göstermiştim, yüksek sesle kalbini kırmıştım:
"Sanki çiçek açacak, görmüyor musun, araçların tekerleklerinden ezilmiş bu çiçek, at onu! Tutmaz…" demiştim.
Sense o dakika beni duymamıştın. Bir hafta sonra aynı çiçeği işaret ederek, diktiğiN saksıda nasıl çiçeklendiğini, sevgiyle bana göstermişti:
"Bak yavrum, işte o sardunya çiçeği hem de katmerlisiymiş. Açtı hemen bak..! İşte bizi yoktan var edip/yaratan yüce Allah’da kemiklerimize -öldükten sonra- aynen gördüğün şu kuru kuru dala verdiği can gibi hayat verecek. .." Demiştin.
O gün senin sözlerine, çok şaşırmıştım.
Meğerse benim sevgili annem hep ölüme hazırlanıyormuş kendisini.
Demek ki, her kısa vedamız esnasında beni kapı eşiğinde yolcu ederken bana hakkını HELAL-ET kızım diyerek helallik istiyormuş.
Bense bu sözcükleri emir kipi olarak algılıyordum. Ne zaman duysam HAKKINI HELAL-ET sözcüklerini o anda yüzüm -allak bullak- oluyordu. Öyle ki, bir kese kağıdı gibi yüzümü buruşturuyor, yüzümün çehresine çizdiğim -kırmızıya çalan öfkenin rengiyle,
- “O ne biçim söz öyle! Sanki yarın ölecekmiş gibi konuşuyorsun." Diye aynı yanıtı onu kırmamak için usulen; "Hadi helal olsun, şimdi acelem var gitmeliyim, oyalama beni, " diyordum…
Keşke seninle biraz daha zaman geçirebilseydim annem, keşke…
Meğerse o sıralarda benim canım annem, kendisini ebedi yolculuğa hazırlıyormuş.
Şimdi gözlerim nemli düşünüyorum da;
Yaşarken bir sonraki nefesimizde ölmeyeceğimiz ne malum. Bu nedenle sevdiklerimizle her gün helalleşip, gönüllerini hoş tutmalıyız.
Evet, az önce dediğim gibi, kabrini ziyaret gitmek için şimdi hazırlanmalıyım. O çiçekleri hiç kurutmamalıyım. Zira sen çiçeklerin ölmesini hiç istemezdin...
Ve sana dualar okuyup, yaşamda söyleyemediklerimi söyleyeceğim.
Viktor Hugo’nun “Af, insanlık dilinin en tatlı kelimesidir.” deyişiyle cesaret buluyor; Belki , belki diyorum….
Beni şu fani yaşama getiren, bin bir cefa ve emeklerle büyüten sen; sesimi duyar da beni affedersin annem.
HAKKINI HELAL –ET BENİ AFF-ET ANNEM..!
IŞIK İÇİNDE UYU...
Emine PİŞİREN-Edremit/20.08.2014
YORUMLAR
Kız çocukları candan, erkek çocukları maldan...Erkek kardeşin cenazeye gelip gelmediğini merak ettim... Ben memuriyet nedeniyle hep gurbetteydim. Senelik izinlerimde de Eskişehir'e şöyle bir uğrayıp Sarımsaklı'ya kaçıyordum. Yani, annemle yıllık görüşmemiz, ben diyeyim üç gün, siz deyin dört gün ile sınırlıydı. (Bu arada o da maalesef yanıma gelmiyordu; sanırım gelininden saygı görmüyordu da ondan.) Neyse, 2004 te öldü, gitti. Cenazesine kardeşlerim beni çağırmadı, yeğenimden duyarak son anda yetiştim. Çağırılmama nedenime, "gelmezsin nasıl olsa diye çağırmadık," cevabı verildi. Nasıl da aptalca bir gerekçeydi, bu, böyle...Neyse, onlar hayırlı evlattı ama mezarını bile yaptırmadılar. Ben yaptırdım. Hem kendim için, hem sizin için, bir şiir: (kabul buyurun lütfen)
oralarda bir yerlerde,
sevecen, sevimli ve saygın
bir yaşlı anne vardı;
çabucak kederlenen bir yaşlı kadın …
doğurmuş, büyütmüş
ve aşçı, bulaşıkçı, çamaşırcı,
çerçöpü bitmeyen temizlikçi
ve koca zevki
ve sofrasız öğünlerin acımadığı,
ama hastalıkların bile acıdığı,
acıyıp da yıkmadığı,
solgun ve beli bükük
ve beyni yırtılasıya aşınmış
ve daha bir sürü özellikleriyle
bir yorgun savaşçı…
süpürgesiyle savurduğu tozlar gibi
toz olup savrulduğundan,
elasını oğluna verdiği gözleri
bir daha
bir insan yüzü göremez oldu.
solgun ve bükük ve yorgun bedeni
dünyanın hiçbir ateşiyle ısınamaz oldu…
oysa
bu sevecen ve sevimli
ve saygın
ve çabucak kederlenen
ve yorgun annenin
yalnız yaşamında,
ara sıra da olsa,
onunla oturabilir,
bir sevgiyi paylaşabilir,
dolu dolu yürekler
ve gülümseyen dudaklarla
onunla konuşabilirdik…
keşke Çankaya köşkü’nün
ya da topkapı sarayı’nın
içinde yaşatabilseydim seni yaşlı anne!
ama sen,
yeryüzünde ancak yüreklerde yaşayabilirsin!
göklerde ise,
ayaklarının altındaki cennet köşkü’nde yaşıyorsun!
...
SAYGIYLA
emine pisiren
Özellikle şiirinizle yazımı beslemeniz duygu kardeşliğinin en somut aylemiydi.
Sağ olun.
Erkek kardeşimi sordunuz.
Evet, öldüğü an geldi.
Daha 40 gün olmadan, "o nasıl olsa yerini buldu, şimdi malları üleşelim," diyerek miras işlemlerini her iki kardeşim başlattılar.
Hala içim yanıyor...
Ve halen annemin öldüğüne inanamıyorum.
Bir kabus yaşıyorum sanki...
Şiir ve yorum için teşekkür ederim.
Selam ve sevgiyle
emine pisiren
Sağ olun gönül dostu.
Selam ve sevgilerimle
emine pisiren
Bir daha gelmeyecek , düşüncesi bile üşütüyor ruhumu, acıyor sol yanım, tıpkı sizinkisi gibi :((((
Teşekkürler yorumunuza.
Selam ve saygılarımla
Başınız sağ olsun, Emine Hanım. Okudukça kendi duygularımla benzeşen şeyler hissettim. Acım tazelendi demeyeceğim, zira yerinde hep taptaze duruyor.
Ben en son bir düğün salonunun görkemli ışıkları altında, olabildiğince mutlu bir ifadeyle çekinmişim son fotoğrafımızı. Ertesi akşam canlandırma odasında cansız bedenine sarılacağımı, ayaklarının altında dudak izlerimi cennete uğurlayacağımı ise bin yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Ben de belki binlerce mektup, yazı yazdım, ama... Hepsi eksik, hepsi yarım; beğenemedim...
Kayıplarımızın arkasından duyulabilecek en kötü duygu ise pişmanlık olmalı. Şükür, bende kalan sadece koca bir özlem ve doldurulamayacak bir boşluk. Suçlayabileceğim, öfkemi yöneltebileceğim hiç bir faktör yoktu.
Biz de her yıl sevdiği çiçeklerden, sevdiğimiz çiçeklerden dikiyoruz üzerine, başucunda ağaçlar... Yağmur toprakla buluştuğunda kokusunu çekiyorum içerime, birlikte yaptığımız gibi... Üç buçuk yılı geçti, ama özlemi hâlâ burnumun direğini sızlatıyor. Diyeceğim, zaman ilaçtır diye bir şey yok. Zaman sadece alışmanızı sağlıyor, acınızın azalmasını değil...
Annenize rahmet, size bol sabır diliyorum.
Selâm ile.
emine pisiren
Işık içinde yatsın.
Tüm annelerimizin mekanları cennet olsun.
Yorum için teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle
Yazının yarısına gelince ara verdim okumaya.
Hemen telefona sarılıp, annemi aradım.
Yirmi gün kadar oldu anlardan ayrılalı,
hiç telefon açmamıştım.
Gerçi, gelmeden önce onlarla yoğun bir 45 gün yaşamıştım ama olsun,
yine de aramam gerekirdi.
Güzel ve çok anlamlı bir yazı.
İnsan, kendinden çok şeyler bulabiliyor içinde.
kendini sorgulayabiliyor bu sayede.
Ve,
anlıyor ki;
çok yanlışlar içerisindeyiz.
Henüz sağ iken,
anne-babanın kıymetini bilmemiz gerek.
Yoksa, çok yürek acısı çekeriz öldüklerinde.
Bir konu da;
erkek evlatlar ana-babalarına bakamıyorlar.
Kızlar daha vefalı oluyorlar.
Sebepleri çok.
Yaşayan bilebilir ancak.
emine pisiren
İnsanın sevdiği öldüğünde 40 mum yanarmış. Her gün biri sönermiş. Ama 40. mum hiç sönmezmiş. Acıtırmış, yakarmış sol yanı...
İşte ben şu sıralar aynı acıyı,benzer yangıyı çekiyorum.
Boş dünya...
Yorum ve hassasiyetiniz için teşekkürler gönül dostu.
Selam ve saygıyla
Yaz ortasından kasvetli bir gün bu gün. Okuduğum yazılara yansıyan slüet böyle nedense. Pek çok pişmanlık, pek çok karamsarlık, ama hepsi gerçek yaşamın yansımaları. Her duyguya yazılabilir insan, her duyguyu yazabilir de aslen. Kendi iç sesleriyle düşünür ve konuşur ayrıca. Sembolik bir bağışlanma talebi değildi karşımda duran. Yazıya sinmişdi adeta, yazının kendisi olmuşdu sanki. Tebrikle.