HÜZÜNOGRAFİ
Bu bir otobiyografidir bol hüzünlü bol acılı... Bol yalnızlık var, bol kimsesizlik saklı... Kim haklı kim haksız yok. Başka hikayem de yok.
Simsiyah giyiniyorum senden sonra. Siyah kot siyah tişört... Spor ayakkabımda siyah yarım çorabımda! Bende siyahım hani biraz. Zift kesiliyorum yokluğunda, anla halimi. Şekil yapmışım, hüznün şeklini...
Baştan ayağa cenazeyim şimdi bu şehirde, taziyeme gel bari, hakkını helal et, beni iyi bildiğini ifade et, seni iyi sevdiğimi ilan et! Malum olsun herkese. Bu benim hikayem yalan yok, başkası yok, hayal yok, ekleme hiç değil, çalıntı ya da alıntı katiyen! Ne yaşadımsa onu yazıyorum, samimi oluşu bundan yazdıklarımın.
Senden sonra tıraşı kestim, kirli sakal bırakıyorum artık. Uykuyu iki saate indirdim, çayı çoğalttım, yıldızlarını söktüm gecenin omzunda birer birer. Gözlerim hep uykuya hasret hafif kızarık, sesim konuşmaya konuşmaya paslanmış gibi titrek ve de ürkek bir yabani gibi. Görsen sevmezsin beni...
Şimdi bu şehrin sokaklarında gezerken bu halimle, voltamı atarken sensizliğin caddelerinde, vitrinlerde hayalini görürken ve ardın sıra koşarken, insanlar bakışlarıyla linç ediyor beni! Etsinler umurumda bile değil çünkü seni bilmiyorlar. Bu yüzden anlayamazlar halimi... Onların dışıma bakarak beni linç etme hakkı var benim de onları affetme hakkım! Kendimin dışında herkesi affediyorum. Kendi linçimi yaşıyorum, başka linçlere lüzumum yok! Kendi intiharımdayım zaten celladımı aramıyorum.
Bu şehrin her sokağında gözyaşlarım var! Gören yağmur yağmış sanıyor. Belediye otobüslerindeyim dur durak bilmiyorum. İndir bindir minibüslerdeyim. Nerede duracağımı nerede ineceğimi bilmiyorum. Takılmışım hayalinin peşine seni arıyorum. Kocaman bir yoksun bu şehirde ve ben var olduğuna inanarak seni arıyorum.
Bu kadar düşmüşüm ardına. Bu kadar sen düşkünü olmuş çıkmışım işte! Beni dilenci sananlar var, iç beş kuruş elimi sıkıştıranlar var. Deli sanıp uzak duranlar var. İğrenerek bakanlar... Umursamayanlar, acıyanlar... Senden başka neyim var ki, seni sevmekten başka ne suçum var? Kim bilebilir ki tüm bunları?
Bugün gezdiğin yerleri dolaştım bu şehirde. Omzuma çarptığın yere uğradım. Bir demet papatya bıraktım bana temasının şerefine. Herkes aval aval baktı bana maval okudu bazıları belki de oralı bile olmadım. Bir güzel seni andım ve ağladım için için. Sonra dedim ki bu ayrılık niçin?
Kimse bilmiyor seni, tanımıyor. Gerek de yok ben biliyor ve tanıyorum. Hüznünü boğazıma değin yaşıyorum. Canım varlığına kadeh olsun vur beni taşa, kır beni hiç de, paramparça et!
Bugün gezdiğin yerleri dolaştım bu şehirde. Beni ilk aradığında seninle konuştuğum yere gittim. Ne de duygulandım görsen, kelimeler kafi değil hislerimi sana anlatmama! Bir kalp çizdim yere, adımızın baş harflerini yazdım. Tuhaf tuhaf baktı gelip geçenler bana. Hoş gördüm onları çünkü bendeki senden habersizler.
Simsiyah giyiniyorum senden sonra. Simsiyah bakıyorum hayata. Gülmüyorum eskisi gibi konuşmuyorum çokça! Dostum yok artık arkadaşım kalmadı. Tek iyi yanım hala içmiyorum sigara, sığınmıyorum başak limana! Geceleri dolaşıyorum birde. Katran kesiliyorum. Karanlığın içinde kapkarayım. Sensizliği tek böyle kapatıyorum işte böyle saklıyorum sensizliğimi.
Senden sonra kabuğuma çekildim.
Taze yaramı görmesin istedim kimse!
YORUMLAR
Yazının kapısından iki kişi girdi sessizce içeri...
I.
Bu sen misin siyahlar içinde? Dedi. Suskundun, dinliyordun.
Neydi o hayatın boyu giydiğin canlı renkler, havalara uçuyordun? O sen miydin? Diyordu.
Susuyordun.
Sonra kapı açıldı, çıktı gitti.
II.
Diğeri geldi.
Bu sen misin siyahlar içindeki? Dedi. Suskundun, hâlâ dinliyordun.
Gök kuşağına renkleri öğretmiştin hani...! O sen miydin? Dedi.
Hâlâ susuyorsun.
Birazdan kapı açılacak...
Kapanmadan, gök kuşağına siyahı da eklemesini söyle, unutma.