- 561 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Allah'ın Sopası Yok
Burnumu evin camına yaslamış karşı apartmana bakıyordum. Apartmana bakış sebebim bizim apartmanın tam karşısında dikilmiş olmasıydı. Karşımda bahçe olsa, bahçeye bakacaktım. Annem arkamdan gelip beni gıdıkladı. Arada yapar böyle sululuklar. “Nereye bakıyorsun bakiyim?” dedi. “Hiç” dedim. “Bir yere bakmıyorum.” Annem karnımı, gıdığımı ve koltuk altımı gıdıklamaya devam ederken, “Belkıs’a mı bakıyorsun yoksa?” dedi. Belkıs, karşı komşu Zerrin Teyze’nin kızı... Benden sekiz-dokuz yaş büyük. “Ne Belkıs’ı ya…” dedim. “Ben cama şekiller yapıyordum.” Annem, gözlerini kısıp muzip bir ifadeyle, “Hadi, hadi” dedi. “Kıkır kıkır güldüğüne göre belli ki Belkıs’a bakıyordun.” Annemim elini ittim. Göz göre göre oğluna iftiraya atıyordu. Sinirli bir yüz ifadesiyle “Hayır!” dedim. “Bakmıyordum! Gülüyordum çünkü gıdıklıyorsun. “ Annemin yüzündeki ifade ciddileşmiş gibiydi. “Sana Belkıs’ı alayım mı?” diye sordu. Daha on bir yaşındaydım. Annemin mimiklerini kriminal bir bakışla inceledim. Şaka yapmıyordu. “Evet,” desem camdan karşıya bağırıp Zerrin Teyze’ye müjdeleyecek gibiydi. Tam o sırada kapı çaldı. Koşa koşa gidip kapıyı açtım. Mahalleden arkadaşlarım Taner ile Özkan kapıda dikiliyordu. “Ceyhun, hadi gel, maç var.” dediler. Hemen spor ayakkabılarımı giydim. Anneme dönüp ”Ben dışarı çıkıyorum.” dedim. “Tamam” dedi. Terli terli soğuk su içme.
Üç saat sonra yorgun argın eve geldim. Üst üste İki maç yapmıştık. Bacaklarımda adım atacak derman kalmamıştı. Oda girişindeki ilk divana uzandım. Ellerimi başımın arkasına kenetleyip Belkıs’ı düşünmeye başladım. İyi kızdı. Onunla evlenebilirdim.
Ertesi gün annem, “Meryem Teyze’nin kızı Tuğba’ya ne dersin?” diye sorunca kafam allak bullak oldu. Sanırım evlenmek için birini beğenme zamanım gelmişti. Omuz silkip bir şey demedim. Belkıs bana daha uygun gibiydi. Neresi uygundu bilmiyorum. Sadece öyle hissediyordum.
O akşam Meryem Teyze’ye gittim. Tuğba hariç üç kızı daha vardı. Bana tatlı ikram ettiler. Yanaklarımı sıkıp “yakışıklı bu yakışıklı” diyerek öptüler. Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Saat geç olmuştu. Tuğba’nın babası Turgut Amca “İyi geceler” diyerek odasına gitti. Yataklar yapılmaya başlandı. Ben Tuğba’yı inceliyordum. Tuğba o zamanlar yirmi bir yaşındaydı. Bir ara ortadan kayboldu. Ben de göz ucuyla kız kardeşlerine bakmaya başladım. Hiç biri bana hitap etmiyordu. Tuğba, çiçekli pamuklu uzun bir gecelik giymiş halde geri geldi. Çok yakışmıştı. Yatağına yattı, yorganın kenarını açıp “Ceyhun gelsene” dedi. “Birlikte yatalım.” Bu teklifi geri çeviremezdim. Hemen girdim yorganın altına. Tuğba yorganı örttü. Yorganın altında gözükmüyordum. Beni kollarına alıp kendine doğru çekti. Yüz kısmım göğüslerine dayadı. Mis gibi sabun kokuyordu. Yorganın altı, gitgide havasızlaşmaya başladı. Terlemeye başlamıştım. Tuğba’nın gögüsleri çok konforluydu ama nefes almakta güçlük çekiyordum. Kapı çaldı. Gelen annemdi, sesinden tanımıştım. Yorganın altında kalırsam beni göremez diye düşünüp hiç kıpırdamadan yatmaya devam ettim. Annem yorganı kaldırıp “hadi Ceyhun” dedi. “Geç oldu, doğru eve. “ Kan ter içinde çıktım yataktan. Annem Tuğba’yı Ceyhun’a alacağız dedi. Meryem Teyze ile Tuğba büyük bir memnuniyetle kabul ettiler. Hatta Tuğba, “ben Ceyhun’u bekleyeceğim zaten dedi.” Belkıs ihtimal olmaktan çıkmıştı. Tuğba ile yatıp Belkıs ile evlenmek delikanlılığa sığmazdı.
Devrisi günler Tuğba beni nerde görse yanaklarımdan öpüp “Ne haber aşkım” diyordu. Gitgide alışmıştım bu duruma. Arkadaşlarıma söylemiyordum evleneceğimizi. Hiç birinin sevgilisi yoktu. Onlar bu durumumu anlayamazlardı.
Üç ay sonra Tuğba’nın nişanlandığını duydum. Bu gerçek olamazdı. Önce bunun şaka olduğunu düşündüm. Eve gidip anneme, “Tuğba nişanlanmış diyorlar” dedim. “Doğru mu?” Annem güldü. “Evet” dedi. “Doğru. Tuğba seni terk etti.” Nasıl doğru olabilirdi ki? Tuğba benle evlenmeyecek miydi? Beni bekleyeceğini söylememiş miydi? Birlikte yatmamış mıydık? Meryem Teyze, bunu bilmiyor muydu?
İçkiye başlasam iyi olacaktı. Bir tekel bayiine gidip bir tane bira istedim. Bira satıcısı “birayı kim için alıyorsun?” diye sordu. “Kendim için.” deyince, cam silmek için topak yaptığı gazete kâğıdını bana fırlatıp “Siktir git ulan, eşşoğlueşek.”dedi “Bu yaşta bira mı içeceksin?”
İki yıl sonra, bir akşamüstüydü. Kapının önünde damalı bir taksi durdu. İçinden inen Tuğba’ydı. İçim "cız"etti. İki yıldır hiç görmemiştim. Oldukça kilo almıştı. Taksici arka bagajı açıp iki büyük bavulu indirip gitti. Göz göze geldik. Biraz üzgün görünüyordu. Yorgun bir tınıyla “N’aber aşkım?” dedi. Kalbim ramazan davulu gibi gümlüyordu. Bana ümitler vaat edip başkasıyla evlenen o değilmiş gibi iki yıl sonra n’aber aşkım öyle mi? Kafamı diğer yana çevirip “iyi” diye mırıldandım. "Ne o pek tadın yok gibi" dedi. Hiç bir şey demedim. Şu bavullara yardım eder misin?" dedi. Olur anlamında başımı salladım. Bavullarını taşıdım. Oldukça ağırlardı. Tam dönecekken, "Ceyhun’cum" diye seslendi. Herhalde özür diyecek, ayaklarıma kapanacak,af dileyecek diye düşünmüştüm. O, çantasından çıkardığı banknotu bana vermeye kalkınca, "saçmalama" dedim. Merdivenleri hızla inip kendimi parka attım. Salıncaklar boştu. Uzun uzun sallandım. İyi geldi.
Ertesi gün akşam, "yemek hazır, sofraya" diye bağırdı annem. Yemekte: Köfte, patlıcan, patates ve kabak kızartması vardı. Mis gibi kokuyordu. Yemeğe başladık. Tam ağzıma ikinci köfteyi attığımda, annem, babamı dirseğiyle dürtüp “Ferdi” dedi. “Meryem’in kızı, kocasını bırakıp eve dönmüş, üstelik de hamileymiş, boşanacaklarmış.” dedi. Gayet soğuk bir ifadeyle araya girip “Allah’ın sopası yok” dedim. Annemle babam uzun uzun güldüler. Neden güldüklerini anlamam uzun yıllar aldı.
Ağustos 2014
Uğur Mıstaçoğlu
ugurmistacoglu.blogspot.com.tr/