- 1075 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HOŞÇA KAL
HOŞÇA KAL
Genç adam o gün okula yürüyerek gitti. Dersin başlamasına hayli zaman vardı. Ancak o hem dün geceki uykusuzluğun verdiği yorgunluktan sıyrılmak hem de güne güzel bir başlangıç yapmak istiyordu. Çoğu zaman güle oynaya yürüdüğü yolları, biraz öfke ve biraz da ruhunun yorgunluğunu silkelemek istercesine, yavaş fakat güçlü adımlarla çiğniyordu.
İki kilometre kadar yol yürümüştü. Gelen geçenleri seyretti. Herkes bir yerlere akıyor, kimse kimseye dikkatini veremiyordu. Fabrikalara , okullara, hastanelere, işyerlerine insan akıyordu. Kimi iş kaygısı, kimi can kaygısı, kimisi ekmek kaygısıyla koşuşturuyordu. Kendisini bunlardan hangisine koymak gerektiğini düşündü. Canı sıkılmıştı. Bir an önce hayata atılmalı; çalışmalı, yorulmalı, akşam yorgun eve vardığında elindeki paketleri eşi almalıydı. Ama bunlar şimdilik sadece hayaldi. Bu okul canını sıkıyordu…
Fakültenin bahçesinden ağır adımlarla geçti. Ağaçlar kış uykusuna yatmışlardı. Ancak onların varlıkları bile yeterliydi. Bu bahçeler olmasa, binalar ne çekilmez yer olurlardı. Arkadaşlarıyla biraz ayak üstü sohbetten sonra kantine gitti. Burası zindan gibi bir yerdi. Ancak, arkadaşları sayesinde burası onu bağlıyordu. Biraz dolaştıktan sonra grup arkadaşlarının yanına oturdu. Çayını içip, boş gözlerle çevresine bakındı. “ Her şey ne kadar boş” diye geçirdi içinden. İnsanların sanki hiçbir derdi yoktu. Ne kadar da rahattılar. “ Peki, ben niçin bu kadar dert yüküyüm? ” diye söylendi. Sanki dünyayı sırtında taşıyordu. Her zamanki gibi mutlu rolünü oynamak, üzüntülerini, ekonomik imkansızlıklarını belli etmemekten bıkmıştı. Ancak, bu şekilde devam etmekten başka çare bulamıyordu. Çünkü herkes kendi hayatını yaşıyordu, kimsenin kimseye faydası yoktu. Ağır adımlarla derse gitti. Arkadaşları, ayrıldığının farkında bile değildi.
Bundan üç gün kadar önce yine kantindeydi. Arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Magazinden, memleket meselelerinden, entelektüel konulardan konuştular. Böyle durumlarda, masada birkaç dergi , birkaç gazete mutlaka olurdu. Yan masadan bir kız öğrenci, bulmacayı doldurup dolduramayacağını sordu. Delikanlı doldurabileceklerini ancak çözemedikleri konularda , kendine sorulmasını onlardan rica etti. Masadan bir kahkaha koptu. Dosyasından bir kitap çıkararak okumaya başladı. Arkadaşlarından birisi “ Şimdi olmaz evde okursun” diyerek kitabı kapadı. “ Sen somurtuk olduğun zaman, masanın neşesi kaçıyor” dedi bir diğeri…Onu rahat bırakmayacaklardı anlaşılan.
Canı biraz sıkılıyordu. Bunu arkadaşlarının fark etmesi onu endişelendirmişti. Sevincini onlarla, derdini yalnız yaşamalıydı her zaman. İki masa ötede canını sıkan sebep oturuyordu. Beş kızdılar. Nazan , onların içinde en mağrur, en göz alıcı olanıydı. Kendisine olan ilgisini hissettiğini düşünüyordu. Ona bağlanmıştı. Zaman zaman selamlaşırlardı. O kadar. Platonik bir aşk ona anlamsız gelse de Nazan’ın gururlu, taviz vermeyen bakışları onun cesaretini kırıyordu. Onu her görüşünde rahatsız oluyordu. Son zamanlarda bambaşka birisi olmuştu adeta. Neşeli tabiatından, insanları güldüren, dertlerini paylaşan kişiliğinden eser kalmamıştı. Onu görmesi felaketi oluyordu. Buğday tenli, şuh görünüşü ve bir hakimi andıran tavırlarıyla kız onu adeta sarhoş ediyordu. Sadece gizli gizli seyrediyor, başka şeylerle ilgilenirmiş gibi yapmayı tercih ediyordu…
Artık bıçak kemiğe dayanmış, sabrı tükenmişti. Kantinden bir tepsiye yedi çay koydurdu. Tepsiyi tutarak kızların masasına bıraktı. Kendisi de yanlarına oturdu. “ Bir masaya bir tepsi çay ısmarlamaya karar verdim. Kur’a çektim, sizin masa çıktı. Ben de sizinle birlikte içeceğim. “ Deyince kızlar hep birlikte gülüşüp teşekkür ettiler. Masadakilerden birisi :
-Nereden aklına esti, deyince.
-Bizim masadakilere kızdım, ondan diye açıkladı. Yanında oturduğu Nazan’a “ Bende bir emanetiniz var, dedikten sonra kalktı. Yarım saat sonra vereyim. Gel, bahçedeyim!” diyerek dışarı çıktı. Nazan çok şaşırmış, fakat mesajı almıştı…
………. .
Genç kız, beklediğinin aksine yalnız geldi. “ Emanetimi rica edeceğim. “ diyerek söze başladı. Delikanlı:
-Ben , sizinle baş başa görüşmek istemiştim .
-Ya, öyle mi? Hiç belli etmediniz doğrusu. Ayrıca, buluşunuz için sizi tebrik ederim. Bu konuda çok tecrübeli olmalısınız.
-Lütfen zalim olma Nazan! dedi. Ayrıca, sizli bizli konuşmasak. Resmi olmayı sevmiyorum!. Kelimeler ağzından adeta inleyerek çıkıyordu.
-Peki, olur. Ben sana Nevzat diyeyim, sen bana Nazan de. Peki, ama arkadaşlarım bana “ Emanetin nerede” derse ne cevap vereyim?
— Bir selam getirmiş de.
— Kimden?
— Benimle eğlenmek çok mu hoşuna gidiyor? De işte bir şeyler…
— Lütfen, istediğini söyle. Ne istiyorsun?
— Ben seni yakından tanımak istiyorum. Arkadaş olmak istiyorum.
Genç kız gülerek:
— Yanımdaki kız arkadaşlarım gibi: evet. Başka türlü olmaz.
— Niçin?
— Bu bana ait bir sır. Bana şeref verdin, yücelttin. Teşekkür ederim. Ancak üzülmeni istemem. İki sıradan dost kalalım.
— Çok zalimsin, dedi genç adam. Senin kuruntuların mı var? Niçin üzüleyim? Erişilemez olduğun için mi? Evet, ben üzüleceğim ama kendime haksızlık yaptığım için.
—Öyle düşünme, dedi genç kız. Haklısın. Sana çok görmüyorum, farklı bir gözle de bakmıyorum. Yalnız, ben ikimizin farklı yapıda kişilikler olduğunu düşünüyorum.
— Beni kırk yıldır tanıyor gibi konuşuyorsun.
— Bazen insanları çok iyi tanımaya gerek yoktur. Ancak, sen iyi bir insansın. İyi bir arkadaşlığı hak ediyorsun. Ancak ben seninle sadece dost olabilirim. Başka türlü olamaz. Tamam mı? Darılmak yok.
— Pekâlâ, dedi Nevzat. Başka çarem var mı?
Nazân, “ Ne yapalım? Dünya böyle” gibilerinden başını salladı. Nevzat,
derince aldığı nefesini bıraktıktan sonra “ Görüşmek üzere” diyebildi sadece. Hızlı adımlarla uzaklaştı…
O gün içi rahatlamıştı. Hiç değilse, dokunulmaz bir sütun gibi duran güzelliğe içinden geçenleri anlatma fırsatı bulmuştu. Bu işi çok abarttığının bilincindeydi. Evde arkadaşları yoktu. Yüksek bir yerden şehri seyretti bir müddet. Evleri şehrin kenar bir mahallesinde, adeta asılı gibi yüksek bir yerdeydi. Buradan Ege Denizine kuşbakışı seyrin doyumu olmazdı. Limana yanaşan gemiler, hareket halindeki irili ufaklı araçlar, tüten bacalar, uçan martılar, birer nokta gibi daima kımıldayan insanlar…. Her birine anlamlı anlamsız baktı. Bir gün bu gemilerden birisiyle buralardan gitmeyi, çok uzak ülkelere ulaşmayı hayal etti. Gerçi insanla birlikte dertleri de gider. Ancak ne olursa olsun, şu içinde bulunduğu ortamdan bir an olsun kurtulmak istiyordu…
Oturduğu yerden kalkıp eve girdi. İçeride baharı andıran kışın hüzün dolu sessizliğini hissetti. Radyosunu açtı, bir sigara yaktı. Başını sol kolunun içine alıp, sağ elinin parmaklarıyla sigarasını tüttürüyordu. Yaşadığı olayı iyiye mi, kötüye mi yormalıydı? Buna karar veremiyordu. Konuşup rahatlamıştı ama kız ona hiç de ümit vermemişti. Sıradan bir arkadaş gibi yaklaşacak, zamanla gönlünü kazanacaktı. Fakat, kızın “ farklı kişilikler” olduklarını söylemesi onu tedirgin etmişti. Acaba kendisi çok itici bir kişilik miydi? “ Hayır” dedi kendi kendine. “ Sıradan bir insan değilim, o kadar. Sonra, onun istediği gibi biri olmak zorunda da değilim. İnsanlar tabii ki birbirlerinden farklı olacaklar.” dedi kararlıca. Nazân zamanla ona alışacak, bağlanacaktı.
Acaba Nazan onu niçin bu kadar bağlamıştı? Kendi kafasına uygun bunca kız varken, neden onunla zaman kaybediyordu? Bir şey daha dikkatinden kaçmadı. Kız, ona reddetmenin ardından, dost olabileceklerini söylemişti. Bu söz gerçekçi olmanın yanında biraz merhamet ifade ediyor gibiydi. Acaba kız ona acımış mıydı? Bu düşünce onun içini burktu, kendisini aşağılanmış hissetti. Kendisinden ilgi beklediği insan, ona annelik hisleriyle yaklaşıyordu. Hem de bütün bunlar bir günün içinde oluvermişti. “ Böyle olmamalıydı” dedi kendi kendine. Müthiş derecede bir utanç krizi, bütün ruhunu kaplamıştı. Ancak, Nazan tarafından anne şefkatiyle sevilmek bile güzeldi. Konuşurken tatlı ve kendinden emin tavırlarıyla gözlerinin içine bakıyor, ona adeta teslim oluyordu. Hayali bile güzeldi. Ancak geleceğe yönelik sağlıklı şeyler düşünemiyordu. Uyumak için yatağa girip uzandı. Bir müddet kendisinden geçti. Tam uykusunun ortasında kapı çalındı. Yataktan yavaşça kalktı. Ev arkadaşı Osman gelmişti. Elindeki ekmek ve meyve torbalarını Nevzat’a uzattı.
— Bu ne, sen ne zamandır bu vakitte uyumaya başladın?
— Bilmiyorum ama biraz daha kestireyim, dedi.
Osman’la çok iyi anlaşırlardı. Bir arkadaşları yoluyla tanışmışlardı. Osman çok karnı geniş yapıya sahipti. Ev arkadaşını gece geç vakitlere kadar dinler, dertleşirdi. Ancak onda fanatizm seviyesinde bir futbol hastalığı vardı. Kendisi gibi birçok arkadaşıyla maçlara gider, günlerce yorum yapar, takımı için İstanbul’a, hatta deplasmanlara gittiği bile olurdu. Nevzat’ı çoğu zaman evde yalnız bırakırdı. Bir yarım saat sonra Osman kocaman elleriyle Nevzat’ın omuzuna dokundu. Birlikte yemeğe oturdular. . Arkadaşının dertli olduğunu keşfetmesine rağmen “ Boş ver! Nasılsa birazdan kendisi her şeyi anlatır bana” diye söylendi içinden…
………………………………
Serin ve yağışlı bir Aralık sabahıydı. Yine fakültenin yolunu tuttu. Yolda dükkânını yeni açan esnafın kepenk seslerinin gıcırtıları, beyinleri tırmalıyor, kahveci ve çorbacıların pişmekte olan malzeme kokuları adeta caddelere taşıyordu. Bu sabah çorbacılardan birine girerek sirkeli sarmısaklı bir işkembe çorbası istedi. Onu iştahla içtikten sonra, herhangi bir tersliğe uğramamak için ağzına iki karanfil aldı. Sonra hızlı hızlı adımlarla fakülteye yürümeye başladı.
Ders dolu dolu geçmişti, ama kendini derse veremiyordu. Ders çıkışı kantindeki arkadaşlarına takıldı. İleriki masaların birinde Nazan, yine asil ve gururlu çehresiyle çevresindekilere gülücükler dağıtıyordu. Önce hissettirmeden onu süzdü; sonra beynindeki kıvılcıma uyup masasına gitmeye karar verdi. Masada üç kız arkadaş oturuyorlardı. Hayli neşeliydiler. Büyük bir ihtimalle bir çay veya bir konser hakkında tartışıyorlardı. Nazan, Nevzat’ ı yaklaşıyor görünce, çantasının kulpunu tutup onunla oynamaya başladı. Delikanlı gülen bir yüzle:
-Merhaba! Oturabilir miyim? dedi.
İsteksiz bir tavırla:
-Tabi, diye karşılık buldu. Onlarla oturdu. Öylesine bir sohbet etmek istiyordu. Birkaç dakika geçti. Gelen geçenleri, çevreyi seyretti. Ancak yanındakilerin onunla hiç ilgilendiği yoktu. Kendi başlarına konuşuyorlar; onun varlığından bile habersizmiş gibi davranıyorlardı. Birkaç dakika daha geçmişti ki hep birden kalkıp uzaklaştılar. Nezaketin hiçbirine uyulmamıştı. Bütün bina sanki Nevzat’ ın başına yıkılmıştı. Nazan’ ın bu kadar kaba ve kendisini bu kadar hafife alır tavrı inanılır gibi değildi. Şimdi arkadaşı Nihal yanına oturdu. Uzaktan bütün gelişmeleri seyretmişti.
-Kuzum, dedi. Sen hiç akıllanmayacak mısın? Kendini daha ne zamana kadar böyle gülünç durumlara sokacaksın? Böyle birisinin sana gereği ne?
-Kendime bile itiraf etmekten korkuyorum, ama bak sana söylüyorum. Ona aşığım.
-Ama burda millete rezil oluyorsun. Bu durum seni sıkmıyor mu? Daha sana ne yapmasını bekliyorsun? Karakola da şikayet etsinler mi?
-Gerek yok, ben zaten zindanda gibiyim.
-Bunlar yanlış işler. Sen bu insandan ne anlıyorsun, bilmiyorum. Kendini mahvediyorsun.
-Olsun, dedi Nevzat. Ben para, şöhret, güzellik peşinde değilim. Beni anlamıyor o kadar.
-Belki de anlamak istemiyordur. Bunu niçin zorluyorsun?
-Sence benim duygularımın ona ne zararı olabilir?
-Ooof! Hala anlamıyorsun. Senin istemediğin bir insanın başına bela olmasını ister misin? Bunu niçin böyle düşünmüyorsun? Hem niçin o? Seni anlayabilecek bir sürü insan var bu dünyada. Bu şekilde hafife alınıyorsun.
-O halde ne yapayım?
-Git güzelce konuş.
-Ne diyeyim?
-Sana yaptığı davranışın bir kabalık olduğunu söyle. Başka arkadaşlıklarında da böyle yapmamasını, çok incindiğini vurgula.
-Onunla bir daha konuşamam.
-Bazı şeyleri sona erdirmelisin.
- Aramızda hiçbir şey olmadı ki bitmesini isteyeyim?
-Olsun, dedi Nihal. Bugün bu takıntıdan kurtulmanı gerekecek.
-Yapamam.
-Niçin?
-Korkuyorum.
-Senin bir kız arkadaşa değil bir anneye ihtiyacın var.
-Hayır. Kendimi güçsüz hissediyorum.
Genç kız “Seninle boşuna uğraşıyoruz” gibilerinden kaşlarını çatarak yüzünü çevirip uzaklaştı. Nevzat başka bir yol olmadığını anlıyordu. Nazan’ la konuşmalı ve bu konuya son noktayı koymalıydı. Ancak gönlünün bir kenarında zayıf da olsa bir ümidi kalsın istiyordu. Bütün duygularına son noktayı koymaya hazır değildi. Fakat Nazan zaten son noktayı koymamış mıydı? Hiçbir şey yapmamış olmak, durumu kabullenmek anlamına gelmeyecek miydi? Bir ara dünyadan kaybolup gitmek arzusu geçti içinden. Ancak o zaman bile Nazan’ a duyduğu sevginin kendisini terk etmeyeceğini hissetti. Kendisini çok kötü kaptırmıştı. Sırları, çekinceleri, erkeklik gururu şimdi hiçbir şey ifade etmiyordu. Çaresiz “ başa gelecek olan felaket bir an önce gelmeli” diye düşündü.
Öğle üzeri şehri dolaşıp fakülteye geri geldi. Kantin yine kalabalıktı. Sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Hemen orta bölüme doğru ilerledi. Nazan iki masanın birleştirildiği bir grupta oturuyordu. Nevzat’ ı görünce pek umursamadı. Genç adam heyecandan başının uçup gideceğini düşündü. Her adım atışını beyninde duyuyordu. Hemen Nazan’ a yaklaşıp kulağına:
- Biraz konuşmamız lazım, dedi.
- Şu anda meşgulüm, sonra olmaz mı?
- Hayır! Fazla konuşmayacağım. Yoksa rezalet çıkarırım.
Genç kız şaşkınlık ve öfkenin birikimiyle başını sallayarak:
-Bekle bir dakika geliyorum, diyerek Nevzat’ ın yanına yaklaştı.
-Ne söyleyeceksen söyle de işime bakayım, dedi sertçe.
-Sizin bir dakikanızı bile almak istemezdim. Ama ne yapayım? Mecbur kaldım.
-Ben senin mecbur kaldığın hiçbir şey göremiyorum. Bu işi niçin uzatıyorsun? Olmayacak bir şey için neden ısrar ediyorsun?
-Senin için karşındaki bir insanın duygularının, hayallerinin, düşüncelerinin hiçbir önemi yok mu?
-Elbette ki var. .Geleceğimde yeri olacak kişinin duyguları önemli. Ama sen hayal dünyasında yaşıyorsun.
-O benim bileceğim bir şey. Ancak ben, senin bana karşı davranışlarını hiç doğru bulmadığımı söylemeliyim. Sabahleyin sizin masanıza geldim. Bana niçin saygısızlık yaptınız? Ben bunu hak edecek ne yaptım? Bir insanı gülünç duruma düşürmek istiyorsanız bunun bir sürü başka yolları var. Aynı şeyi asla başka birisine yapmamanızı tavsiye ederim. Size bu yaşınızda görgü kurallarını öğretecek değilim, ancak beni çok incittiniz. Size karşı hissettiklerimde yanılmışım. Ben sizin nazik, kibar bir hanımefendi olduğunuzu düşünüyordum. Hani bana “ normal bir arkadaş olabiliriz” demiştiniz? Niçin sözünüzü unuttunuz? Pekâlâ! Artık bunların önemi yok. Bir daha sizi asla rahatsız etmem. Hoşça kalın!. . .
-Dur bakalım, hani sizli bizli konuşmayacaktık?
-Beni, ne yapacağımı bilmez hale getirdin…Delikanlı bunları söylerken gözlerinin buğulanmasına ve sesinin titremesine engel olamamıştı.
Genç kız neye uğradığını şaşırdı. İçinden merhametle karışık bir saygı hissetti karşısındaki gence. Şimdi delikanlı haklıydı. Hem utandı, hem de delikanlının gönlünü almak istedi. Buğday gibi savrulan saçlarını arkaya atarak, beklenmedik bir şekilde Nevzat’ ın kolundan tuttu.
-Şu boş masaya oturur musun lütfen? Benim sana kaba davrandığım doğru. Ancak başka yolunu bulamadım. Senin benden ümidini kesmeni istiyorum…
-Bu yıl son yılım, okulum bitecek. Bu yıl burada seni hiç görmesem, koridorda, yolda, kantinde mutlaka göreceğim. Eğer okulum bitseydi bir daha hiç görmemeyi ister; istesem de seni göremezdim. Şimdi seni her görüşümde kalbim sızlayacak.
Nazan tokat yemiş gibi sarsıldı. Ancak sözlerine devam etti:
-Unut beni, dedi. Böylesi daha iyi olacak.
-Maden seni unutmamı istiyorsun, o halde bana yardım et; seni unutayım, dedi genç adam.
Genç kız baş parmağı ile işaret parmağını açıp alnına dayadı.
-Benim kalbim başka birine ait. Ben sana nasıl yardım edebilirim?
-O da seni seviyor mu?
-Doğrusunu konuşmak gerekirse, ben de senin gibiyim, dedi Nazan. Eskiden kalma bir tutku. Biraz arkadaş, biraz dost; biraz aşk, biraz ümit. Ama kendimi ona karşı sorumlu hissediyorum. Ondan başka birini düşünmek bana suçluluk duygusu veriyor. Şimdi bir yıl oldu, birbirimizi aramıyoruz. İyisi mi bir de sen girme araya. Sonunda hepimiz çok acı çekeriz.
-Offf! Dedi, genç adam. Bu dünya neden hep böyle? Sen birini gönlünde taşıyorsun, onun umurunda bile değil. Niçin ben seni sevdiğim için acı çekmek zorunda kalıyorum?
- Hayatın kendisi gibi, dedi genç kız. Dünya böyle karışık işte. Her şeyi olduğu gibi kabul etmek zorundayız. Yalnız bana; senin, benim gibi hiç tanımadığın birisine öyle ameliyat olur gibi aşık oluvermen, pek akıllı insan işi gibi gelmedi.
-Nazan, dedi. Benim senden bir beklentim yok. Kişiliğin, asil duruşun, daha bilmediğim bin bir sebepten dolayı seni kendime yakın gördüm. Sen de ben de birbirimizden çok daha iyilerini bulabiliriz. Ama o zaman o sen; o ben olmaz. İnsanların duyguları bu kadar gereksiz mi?
-Sus lütfen, lütfen devam etme. Beni zor duruma sokuyorsun. Ben de taş yürekli değilim. Bu kadar yükü kaldıramam!..
-Ben bu yükü yalnız taşıyabilirim. Ama hayli zaman acı çekeceğim. Sana iyi akşamlar! Bak arkadaşların seni bekliyor. Onları bekletme, diyerek kalktı ve hızlı hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Genç kız tam iyi şeyler hissetmeye başladığı anda hep bırakıp giden, bu çocuksu delikanlıya kızmıştı. Bu ikinci defa oluyordu.
Nevzat, akşamleyin eve yürüyerek geldi. Yorulmuştu Bulutlu bir hava vardı. Bununla birlikte ardı arkası kesilmeyen bir lodos esiyordu. Kulakları sağır edecek bir uğultu hiç kesilmeden devam etmekteydi. Eve gidince ışığın yandığını gördü. Zili sert sert bastı. Osman hiç tereddütsüz şarkı mırıldayan haliyle kapıyı sonuna kadar açtı. Sonra Nevzat’ın suratına dik dik baktı…
-Almıyorum, tipini beğenmedim. Ne yahu bu suratın ? dedi
-Senden hiçbir şey kaçmıyor be birader ! Şimdi bir de seninle mi uğraşayım? Diyerek içeri girdi.
-Kötü bir gelişme mi var ?
-Yok, hep bildiğin şeyler. Sonra konuşuruz, diyerek arkadaşının merakını yatıştırdı.
Yemeklerini yiyip kahvehaneye gittiler. Birkaç arkadaşı kahvehanede onları bekliyordu. Bazıları gazete karıştırmakla, bazıları da sağa sola laf yetiştirmekle meşguldü. Sigara dumanı , gürültü , taş şakırtıları başını şişirmişti. Beş on dakikada canı sıkıldı. Bir baş işareti yapıp üç arkadaşını dışarı çıkardı.
-İyi ettik, dedi Necati. Adam bunalacak; biraz temiz hava alalım.
Yüz metre kadar yürüdüler. Derslerden, memleket meselelerinden, futbol takımlarından söz ettiler. Kar etmedi. Osman’ın kulağına eğilip:
-Arkadaşlardan müsaade isteyelim dedi. Bugün iyi değilim.
-Vallahi olmaz dedi Necati. Yeni geldik. Herkesin dikkatini dağıtan bir söz attı ortaya:
- Beyler dedi şu dağa dikkatlice baktınız mı hiç?
- ………….
- Geçenlerde bizim Bekir’le baktık, o keşfetti. Bakın, şu tepeleri bütünleştirerek bakın. Oturan bir kadın şekline ne kadar benziyor. Bu dağ en esintili yer. Rüzgar bu vefasız sevgilinin saçlarını savuruyor. Bravo Bekir’e. Ne kadar güçlü ve dikkatli bir gözlem değil mi? Ben fakülteyi bitirdiğim gün bu manzarayı bir daha göremeyeceğime üzüleceğim.
- Ben bu denize bir daha tepeden bakamayacağıma üzüleceğim dedi Nevzat.
- Boş ver dedi Necati, uzaktan güzel ama yaklaşınca çirkin bir sevgili gibi orası.
-Bana görüntüsü yetiyor, dedi Nevzat. Kimi insan anaya benzetir denizi, kimisi de vefasız sevgiliye. Ama benim için o bir dert ortağı. Bu tepeden onu seyretmek öyle içimi açıyor ki. Onu bir gün görmez olursam kendimi avutmak çok zor olacak.
Hayli dolaştıktan sonra tekrar kahveye geri döndüler. Oradan ayrılıp evin yolunu tuttular. Osman, Nevzat’ın halini tahmin ediyor, ancak onun her şeyi kendisinin açıklamasını bekliyordu.
-Yine platonik meseleler mi? dedi
-Dokunma bana Osman. Bugün Nazan ile konuştum çok kötü şeyler oldu. Kendisini bırakmamı istedi.
-İyi olmuş dedi Osman. Boşuna zaman kaybetmemiş olursun.
-Ne duygusuz bir adamsın sen Osman, benim duygularımın hiç önemi yok mu?
-Boş ver, dedi genç adam. En güzel sevgiler bile zamanla yitirilir. Böyle durumlarda hiç yaşamamış farz etmek lazım. Bu kızın bir ayağı, bir gözü olmasa da onu sevebilir misin? Hayır. Neden peki ? çünkü biz aşkı, sevgiyi fazla abartıyoruz. Anasının babasının yirmi yıl emek verdiği bir insanı anasından babasından daha çok sevdiğimizi iddia ediyoruz. Ne kadar saçma. Altmış yetmiş yaşındaki nineleri görüyorsun, yüzlerine bakan bile yok. Kim bilir gençliklerinde nice delikanlıyı peşlerinde koşturdular. Nice genç adam onların uğruna canlarını vermeye hazırdı. Şimdi unutuldular. Çünkü cazibeleri kayboldu. Sen, duygularının hiçbir zaman genç bir kız gibi canlı, diri kalmasına izin vermemelisin. Her zaman karşındaki insanı seksenlik bir nine gibi düşünmeye çalış. Aksi takdirde çok acı çekersin, diye konuştu Osman.
- Ben, Nazan’ın içimde asırlık bir nine gibi masum yaşamasına izin vereceğim. Onu, boyu posu için değil, keşfedemediğim bir sürü sebepten dolayı seviyorum. Onun sevgisi bana sıradan bir canlı olmadığımı gösteriyor. Gerçekten senin şu söylediğin gibi kolsuz veya kör hali bile bunu hiç değiştirmeyecek. Mecnun, Leyla’yı güzelliği için mi sevdi?
-Boş ver şimdi Mecnun’u, Leyla’yı. yarın gel Kemeraltı’ na gezmeye gidelim. Arkadaşlarla buluşuruz…
-Olur bakalım! Hele bir sabah olsun…Yalnız ben sizinle fazla kalamayacağım. Biraz dolaşayım, birkaç yere uğrayayım. Sonra kalabalık içerisinde düşüncelerimi dağıtmak istiyorum.
-Unut kafandakileri. başka birini bulmaya bak. Hepsi birbirine benzer zaten. Hem ben de kız olsam, kabul etmezdim seni. Senin gibi ciddî adamlar sıkar kızları.
-Beni kendi halime bırak ,dedi Nevzat. Sağlıklı düşünmem zor. Bir müddet boşlukta yaşayacağım; sonra belki kendimi toparlayabilirim.
Uyumuştu. Başı ve sonu belirsiz bir sürü kabusla boğuşuyordu. kuşlar, gökyüzüyle birleşen dağlar, kalabalık okul, fırtına sanki hepsi birbirine dolanmıştı. Nazan, yanında bir yerlerdeydi ama onu göremiyordu. bir perdenin arkasında “ Unut beni” deyip kayboluyordu. Kalabalıktaki insanlar ona uykusunda acıyan gözlerle bakıyor; o kendisine bakan gözlerin altında eriyordu….
Yağmurlu bir Ocak günüydü fakülteye gitti. Artık olaydan on gün geçtiğinden, yaşadıklarının etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Bütün dikkatini derslerine vermeye çalışıyordu. Fakültenin girişinden dışarıdaki yağmur manzarasını seyredenlere katıldı. Derse daha bir saat kadar vardı bir an yanından arkadaşlarıyla Nazan’ın geçtiğini gördü. O günden sonra hiç yüz yüze gelmemeye özen gösteriyordu. Gözlerini dışarıdaki manzaradan alıp arkasına bakınca, onunla göz göze gelmiş oldu. Bu duruşu çok hüzünlü bir manzaraydı. Genç adamın görüntüsü, küllenen duygularının açığa çıkmasından korkan bir insanın ruh halini yansıtıyordu. Nazan her zamanki gibi gururluydu. Ancak bu seferki görünüşü çok kötüydü. Eğer duygularını anlatabilse belki de yalvaracaktı. Mağlup olmuş bir general gibi asil, fakat çaresizliği her halinden okunan bir esir gibi duruyordu. Nevzat buna bir anlam veremedi. Bu kıza ne olmuştu? Herhalde kendisi ile ilgili değildi. “Boş ver” dedi. “herhalde ben yanılıyorumdur. Bundan sonrası sadece bir hatıradır. Eski yaraları deşmeyeyim” diye düşündü. Koridorda kısa bir gezinti yapmaya başladı.. Bir duvar gazetesinin önünde durdu, yazıları inceliyordu. Birkaç dakika geçmişti ki arkasından bir el kendisine dokundu. Dönüp bakınca kalbi adeta yerinden oynarcasına çarpmaya başladı.. Ne yapacağını bilemedi.. Dokunan el Nazan’ındı.
-Efendim!
-Seninle biraz konuşmamız lazım!
-Niçin? Bir şey mi oldu?
-Hayır. Bazı şeyleri yanlış düşündüğünü anladım.
-Mümkünse dersten sonra görüşsek. Derse az zaman kaldı. Dedi Nevzat.
-Peki, dersten sonra beni çıkış kapısında bekle. Olur mu?
Nazan daha erken geldi. Çıkış kapısında buluştular. Yağmur aralıklarla devam ettiğinden şemsiyelerini açtılar. Nevzat endişeli ve titrek bir sesle :
- Efendim Nazan ,dedi. Seni dinliyorum.
-Uzun lafın kısası; sana da kendime de haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Çok acı çektim ve çekiyorum. Arkadaşlarım bunu yapmamamı istediler. Bir genç kızın böyle davranmaması gerektiğini, bunun yakışık almayacağını söylediler. Ancak itiraf edeyim ki bu sefer duygularım galip geldi. Arkadaşlık teklifini kabul ediyorum.
Nevzat yaşadığı şeylerin gerçek olup olmadığını, rüya görmekte olup olmadığından emin olmak için parmağını ısırdı. Belki kendisinin söylemesi gerekenlerin hepsini Nazan söyleyivermişti. Unutmak istediği duyguları ile karşı karşıya kaldığı sevindirici gelişme kafasını allak bullak etti. Oysa ki hayallerinde bile böyle bir şeye asla ihtimal veremezdi. Onu unutmak tek çareydi. Gönlünde ona karşı çok güçlü bir set vardı. Fakat genç kızın birkaç cümlesi onun bütün direncini yıkmaya yetmişti. Eski filmlerden kalma bir sözü belki de kolayına geldiğinden söyleyiverdi:
-Bana dünyaları bağışladığının farkında mısın?
-Off! Bak, işte ben de senin bu yönüne kızıyorum. Beni korkutuyorsun.
Nevzat iki saat önce bir ölüm gibi gördüğü insana bu kadar çabuk teslim olmasına kendisi de şaşıp kaldı:
-Ben çok büyük acılar çektim Nazan, dedi. Hiçbir şeyde teselli bulamadım. Sana layık olmaya çalışacağım.
-Tanışacağız, dedi genç kız. İki medeni insan gibi arkadaş olalım.
-Ya beni terk edersen?
-Hayata hep olumsuz yönden bakma. Hem sana yalnız bir şey söyleyeyim: seni asla başka birisi için terk etmem. Bunu bil…
Yürüyerek tren istasyonuna kadar gelmişlerdi. Nevzat :
-Ben de geleyim, Basmane’ ye kadar konuşurduk.
-Daha konuşmaya çok zamanımız olacak Nevzat , diyerek Basmane trenine yalnız bindi genç kız. Nevzat ,tren kalkana kadar bekledi. El salladı. Nazan’ın yüzü gülüyordu. “ Haydi bekleme artık” işaretiyle birlikte , hafifçe bir el sallayışla veda etti.
-------------------------
Konak iskelesinde genç bir adam, bir aşağı bir yukarı hareket etmekteydi. Bazen saatine bakıyor bazen de denizi, martıları, dalgaları seyrediyordu. Yüzünde bitkinliğin, uykusuzluğun ifadeleri görülmekteydi. Kış rüzgarı vurdukça, delikanlının kumral yüzü geriliyor sık sık gözlerini yumuyordu. Beklediği kişinin nereden geleceğini bilemediğinden her yöne dikkatlice bakıyordu. Avuçlarını birbirine vuruyor, ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Sözleştikleri zamandan beş dakika geçince içini korku, öfke ve şüphenin karıştığı bir ruh hali kaplamıştı. Sadece beklemeli ve sadece iyi ihtimaller üzerinden düşünmeliydi. Nihayet on beş dakika sonra beklediği genç kız geldi. Nazan bu gün saçları kesilmiş bir haldeydi. Siyah paltosunun monoton görünümüne rağmen yüzü hayli bakımlı ve şuh görünüyordu. Nevzat :
-Bu sen misin ? diye hayretini bildirdi.
-Evet bu gün için böyle yaptım. Nasıl? Beğendin mi?
-Güzel dedi genç adam. Sen kendine neyin daha iyi yakışacağını bilirsin. Hiçbir şey yapmasan da güzelsin. Sadece varlığın benim için yeterli. Ancak seni merak ettim. Nerede kaldın?
-İstemeyerek oldu özür dilerim. Her şey istediğin zaman olmuyor ki. Ne yapıyoruz? Karşıyaka’ya mı ?
-Başka bir teklifin var mı ?
-Hayır , hayır ! Ben sadece programı değiştirip değiştirmeyeceğimizi bir kez daha sormak istedim .
-Hava bu gün soğuk ama biz yine de gidelim. Biraz dolaşır, yemek yer, oturur konuşuruz…
Nevzat Karşıyaka vapuru için iki jeton aldı. Nazan’ın elinden tutup vapura bindiler . vapur rıhtıma zorlukla yanaşmıştı. Ancak iki genç mutluluktan hiçbir tehlikeye aldırış etmiyor gibiydiler. Güverteye çıktılar baş başa verip denizi seyrediyorlardı. Nevzat eliyle martıları işaret edip:
-Bu martılar için deniz ne ise sen de beni için öylesin Nazan, dedi. Sen benim vazgeçilmezimsin.
-Sen de benim için çok değerlisin Nevzat, ancak seni yalanlarla avutmayayım ben zamanla senin hissettiklerini hissedeceğime inanıyorum. Ama zamana ihtiyacım var. Sana karşı dürüst olmalıyım.
-Ben de sabırla o günün gelmesini bekleyeceğim Nazan, dedi genç adam. Beni reddettiğin gün bir daha adını anmamaya ahdetmiştim, ama demek ki sana tahminimden fazla bağlanmışım. Birbirimizi tanıdıkça sanırım bir çok ortak yönlerimiz olacak.
-Eğer seni beğenmeseydim yanında olmazdım, dedi genç kız. Ne yalan söyleyeyim ben ailem için adeta bir meleğim hiçbir zaman onları güvenini sarsmak istemem tabii. Ancak aklım ve duygularım senin hakkında hiç uyuşmadı. Seni silmek istediğim zaman gönlüm, sana gelmek istediğim zaman da aklım bana karşı geldi. Arkadaşlarım sana gelmemin kendime saygısızlık olacağını, senin beni hafife alacağını söylediler. Fakat beni yanıltmadın. Demek ki seni iyi tanımışım. Offf Allahım! İnsan neler yapıyor. Annem, babam bunları duysa bana ne der!
- Sana ve ailenize layık olmak için elimden geleni yapacağım dedi genç adam
-Layık olma meselesi değil, uyuşmadan bahsediyorum ben . Bir çok kız arkadaşım seni beğeniyor. Akıllısın da, ancak yine de çok farklı bir yapın var. Senin aklınla benim de duygularımla hareket etmemiz pek yadırganmaz. Ancak sen duygularınla , bende aklımla hareket ediyor gibiyiz. Çok romantiksin. Ben bundan şikayetçi değilim, fakat hayat böyle değil ki.
- Hayatımızı mutlaka bir düzene koyacağım.
-Yine de hayat beni korkutuyor. Ancak sana güveniyorum.
----------------------
Denize yakın bir kafeye oturdular . Dışarıdaki rüzgar gittikçe şiddetini artırıyordu. “Tam zamanında geldik” diye sevindiler. İçerinin nispeten sıcak ortamında denizi seyretmek çifte doyumsuz bir zevk veriyordu. Bir yandan saleplerini yudumluyorlar, bir yandan da derin derin sohbet ediyorlardı.
-Artık okul hayatımın sonuna geldim, dedi genç adam . Ancak çok zor yıllar geçirdim. .
-Benim maddî sıkıntılarım olmadı, ancak anne babamın bu en güzel yıllarımda yanımda olmamaları beni üzdü. Onlar da haklı tabi …Babamın işi yüzünden memleket memleket dolaşıyorlar. Değil mi ki devlet memurusun gezeceksin. Babaannemin yanına koydular beni. Yaşlı insanın ne zaman ne tepki vereceği bilinmiyor. Bana her gün “ Erkeklere karşı dikkatli ol! Okul bitmeden böyle şeyler düşünme!” diyor. Ee, o da haklı tabii ki . Anne babamın emaneti olarak görüyor beni.
-Peki benimle geldiğine pişman mısın?
-Boş ver ! Ben başımın çaresine bakabilecek yaştayım.
-Sana karşı daha dikkatli olacağım. Fakat duygularımı gizlememi isteme benden.
-Zaten istemiyorum ki.
-------------------------------
Bir an havanın yumuşamasını fırsat bilerek sahil boyunca yürüdüler. Sahili, insanları seyredip, insana sonsuzluk hissi veren denizin genizi yakan, iyot kokulu tuzlu havasını ciğerlerine çektiler. Sonra yorulup bir bankın üzerine oturdular. Genç kız başını delikanlının omuzuna yasladı.
-Ben ,annem ve babam, babamın yıllık izinlerinde zaman zaman buraya geliriz. Babam burada gençlik yıllarını hatırladığını söyler. Bize futbol oynadığı zamanları anlatır. Bu gün ise çok özel oldu. Belki ilerde ben de hiç unutmayacağım…
Delikanlı, mutluluktan bir dilsiz gibi hiç konuşamıyordu. Genç kıza elini bile sürmüyor, bunun içindeki masumiyeti ve içtenliği yıkacağını düşünüyordu.
-Ben de bir gün buradan bir gemiyle ayrılıp, seninle dünyayı dolaşmayı isterdim. Geçmişin bütün iç sıkıntılarını da geride bırakırdım. Ama mutlaka seninle
-Peki o zaman , götür beni. Ben de bu şehirde sıkılmaya başladım, dedi genç kız.
-------------------------------------
Açık güneşli bir şubat günüydü Nevzat saat 10’ a doğru okula geldi. On gündür görmediği Nazan’ı görmek için sabırsızlanıyordu. İkinci yarı yılın başlamasını iple çekmişti. Fakültenin kapısından girerken adeta adımları uçuyor gibiydi. Önce aşağı katta bulunan kantine uğradı. Her yeri boydan boya gezdi Nazan’ı bulamadı. Onu arkadaşlarına sormak istemiyordu. Yukarı kattaki sınıfları bir bir gezmek için kantinden çıktı. Tam yukarı kata çıkarken öğrenci işlerinden birisi ona seslendi:
- Üç gün oldu, senin adına bir mektup var Nevzat, dedi.
Delikanlı büyük bir merakla o yöne gidip mektubunu buldu. İçine bir kurt düşmüştü. Dışarı çıkıp sakin bir köşede mektubunu okumak istedi. Mektup Nazan’ dan geliyordu. Yavaşça açarak okumaya başladı:
" Arkadaşım Nevzat,
Sana bu arkadaşım yerine başka bir hitap kullanmamı isterdin elbette, biliyorum. işte ben de bu yüzden bu mektubu yazıyorum. Niçin böyle yazdığımı öğreneceksin.
Daha hemen mektubun başında seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim. ama ne yapalım, hayat böyle. Bu mektubu büyük bir acı içinde kaleme aldım…
Seninle görüştükten iki gün sonra babam, annemle Hatay’ daki görev yerinden geldiler. Uzun uzun konuştuk , tartıştık. Seni her yönünle onlara anlattım. Onlar seninle olan arkadaşlığıma izin vermeyeceklerini söylediler. Ben ısrar ettim. Babam bir ara, çılgınlık yapacak, diye korktum. Annem onu güçlükle ikna etti. Seni ve kişiliğini onaylamadılar. Ben de sana soruyorum. “ Bu kadar kız varken neden ben?” sen çok iyi bir insansın. Evleneceğin bir insanı mutlu edeceğine de hiç şüphem yok ancak senin aradığın insan ben değilim. Dünyadan beklentilerimiz o kadar farklı ki. Ben en iyi mağazalardan alış veriş yapıp en iç açıcı yerlerde gezmek eğlenmek isterim. Sen ise bana Karaman’daki ceviz ağaçlarından bahsediyorsun. Onlar çok güzel şeyler, ancak bana yabancı. Sevgi, tutku ne dersen de; bunları düşünmemize engel oldu. İkimiz de gerçekleri görmekten kaçtık çünkü kolay olan buydu…
Daha büyük bir felaket olmaması için şimdiden gerçekleri görmek gerek. Kafam o kadar karıştı ki. Sonunda kararımı zor da olsa verdim. Ailem ile konuştum tartıştım. Hayatın bütün acı yönlerini ortaya koydular. Onlar haklıydılar; ancak sana karşı hissettiklerim de doğruydu.
Azap dolu günler geçirdim, .her türlü ihtimali, her türlü çareyi düşündüm. Çözümü fakülteye kaydımı dondurmakta buldum. Babamlarla birlikte Hatay’a gideceğim. Bundan sonra beni istesen de göremezsin. Beni görmeye de çalışma. Böyle bir şeyi yapmamanı da bir delikanlı olarak senden rica ediyorum. Bundan sonra sana hayatta mutluluklar dilemekten başka çarem kalmadı. Üzülme ve ağlama. Böylesi daha iyi olacak. Ben fedakarlığımı yaptım şimdi sıra sende. Beni yok, yaşadıklarımızı yaşanmamış saysan da üzülmem.
Hayatta bensiz ve gerçek mutluluğu yakalaman dileklerimle…."
Nazan