- 1310 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
BAVUL
Gitmek hiçbir zaman ayaklarla gitmek değildi, alıp başını gitmekti, hani başını bir karpuz gibi kolları arasına alıp, gitmek… vaktinde anlarsın bunu, gereklidir, üzmüşsündür, üzülmüşsündür, bir şey vereyim derken istemeden bir şey almışsındır. Karşıdaki ses hep seni ağlatıyorsa, git be adamdır. Sana illa git diyeyim mi dir. Adam bunu anlamaz, yani her adam anlamaz, zaten onu adam etmişsen, anlatmasını da bilirsin. Hayatının içinde olduğum sürece öngörülerinin ve projelerinin önünde bir tabu olarak kalacağım, sonra gitmek kolay değildir, o yüzden sevmem tren garlarını ve terminallerini, hani uğurlayanı olanı anlıyorum ama, başı önde bavulunu peşinden sürükleyeni gördüm mü, o kenti götürüp o insanın önüne koyasın gelir. Bazen bir memleket istersin, uzaktır, gidilmez, hiçbir vasıta seni oraya taşıyamaz. Bir bavul yüklenirsin, yeni nesil tekerlekleri olan ancak, umut ettiğin hiçbir şey o bavula sığmayacaktır. Dilinde sönük bir türkü gibi seninle beraber gelecek her şey, o memleketin sokaklarını çizersin yüreğine, ben bir sahil düşledim, temiz ütülü kumaş pantolonun üstüne giydim beyaz gömleğimle, sarp bir kayanın dibine kurulmuş bir şemsiyenin altında oturup çay içersin, tek şekerli, iki biri açık, sadece yüreğinde. Sadece içinde. Bundan ötesi yoktur. Kürtçede bir söz vardır. hali vakti yerinde olanlar için kullanılır. “bir Allahın ölümü eksik” o kadar ki, ölümü nimet görmüş bir halkın kara çocuğuydum. Kendime esmer derdim. Daha üniversitenin tahta sıralarında memleketi kurtarma davalarından konuşurduk. Ecevit umut vaat ediyordu. Memleket türküsü o an dolanırdı dillerimize, herkes bir gün amansızca bir yüreğe yürüyecekti, seyrek adımlarla, anımsıyordum. Tıpkı sonbahara yenik düşmüş bir ağacın yaprakları gibi bir bir önce ağacın dibine düşecek, sonra bir bir ayrı bir rüzgarda savrulacak her şey, büsbütün anlamsızlaşıyordu yaşamak. Oysa hala radyolar yaşasın yaşamak sloganları atıyordu. Devlet destekli. Mana vermiyor hiçbir şey. Yüreğin git der aklın gitmemeni fısıldar kulağına ve her damarın başında bekleyen haramiler, kan yollarını kesiyor, hücrelerim perişan, her biri acımasız savaşlar mağduru. Gitmek hiç o kadar gitmek olmamıştı. Varlıklarına hamd naraları atan, ama çoktan bir savaşta ölmüş, kolları yan yana açılmış bir savaşın iki ölüsüyüz. Kısır bir döngüyle birbirimize kalan yarım yamalak nefesimizi verirken, her an biraz daha tükenişe uğruyoruz. Hadi toparlan birazdan öleceğiz diyemediğimiz her an gibi bir andı. Gökyüzü yıldız desenli kırmızı pijamasını giyip çoktan ayın koynuna yatmıştı. Penceresi cam cama bile olsa kar etmeyecek artık biliyorum. Yitik iki nefes bir birini tüketmekten başka bir şey değildi. Ve sevmek galiba sevdiğini can başında suni bir teneffüsle tutabilmekti. Hadi sen al nefesimi ve git. Başağından ayrılan buğday tanesi gibi bırak beni ve git. Benim un ufak olmam lazım. Benim sofraya ekmek olmam lazım. Benim kuşlara yem olmam lazım. Benim biraz ölmem lazım. Sen beni bırak ve git.
n_PİYANİST
YORUMLAR
Ne güzel de işlediniz gitmeleri üstadım,her zaman hüzün verir bana gitmeler;bıraktığın yerde elbet vardır bırakmak istemediklerimiz ama gitmek şart olmuşsa çeker gideriz...Kimi zaman gereklilik, kimi zaman zorunluluk, kimi zaman da feragattır adı gitmelerin ama hepsinin özün de, hepsinin temelin de ya savunma, ya kaçma, ya da korku vardır... Korkularomızla yüzyüze gelmeyi öğrenemedik hicbir zaman ve bu gidişe öğrenemeyeceğiz de üstad... Bilinçsizce tükettiğimiz son şanslarımız tükendiğinde, artık '' ne elde ne avucta kaldı'' deyip de borç şans isteyebileceğimiz bir yer yoktur.
Bazen şans tanımak yeniliklere, bazen de beklenilenin gerçekleşmesi icin zaman tanimak kadere.... İstemeyerek, korkarak, içinden gelmeyerek de olsa, çoğu zaman en asil davraniştır gitmek... Yerine nöbetci olarak sessizligi birakarak...
Ne deyim üstad,ne söyleyim...Yazan kalem en güzelini demiş zaten...Siz çok yaşayın,yüreğinize emeinize sağlık...Selamlarımla.......peri