- 359 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SUSKUN ADAM
Nereye gideceğini bilmeden yürüyordu adam. Elleri cebinde, başı önde ilerliyordu. Geride bıraktığı yerler nerelerdi bakmamıştı bile. Adımları avare, düşünceleri dağınıktı. Düşündüğü şeyler vardı belli ki. Belli ki düşünceleri dolaştığı sokaklardan da karışıktı.
Sokağın birinden aşağıya doğru ilerledi. Denizi gören sahile kadar gitmek istedi. Belki de orası tam da zihninin dinleneceği ve hayatındaki sorunlara çözümler bulabileceği en iyi yerdi. Yavaş yavaş yaklaşırken martıların kızgın sesleri de duyulur olmuştu. Kavga etmek istercesine bağrışıyordu martılar. Sanki adama hesap sormak istiyorlardı. Adamı ilk karşılayan denizin dalgaları olmuştu. Sertti kıyıya vuran dalgalar. Sanki kayalar değil, adamın yüreğiydi dalgalar vurdukça parçalanan.
Soğuktu hava. Rüzgar da vardı. Henüz batmamıştı güneş. Gökyüzündeki kızıllık denize yakışmıştı. İkindi vaktinin bu sessizliği hoşuna giderdi. Nedenini bilmediği bir huzur duydu derinden. Aslında çok şey anlatıyordu gördüğü şeyler. Yaşadığı ayrılıkları hatırladı. Akmak isteyen gözyaşlarını içinde tuttu. Üşümüştü. Ellerini ceplerine iyice düğümledi. Zihnindeki sorular zorluyordu kendisini. Ve nihayet adam kendisiyle konuştu. Nerde yanlış yapmıştı, nasıl da yalnız kalmışı birdenbire? Herkesin derdi kendisiyle miydi şu fani dünyada? Sanki tüm dünyaya borçlanıvermişti. Tüm sevdikleri nasıl da terk etmişti kendisini? Kaybedince zenginliğini nasıl da art arda sıralanmıştı mutsuzluklar! Dost bildikleri dostsuz bırakmıştı onu. Acı veriyordu sevdiği insanlar. Anlamıştı ihaneti ama neye yarar? Hiçbir şey yoktu şimdi anlamlı olan. Cevapsız sorular, sonu gelmez afakanlar, bin bir türlü sancılar dışında neydi kendisine kalan? Haksız olan kendisi miydi, yoksa insanlar mıydı acımasız olan. Hayatın suçu var mıydı? Yoksa suçlu olan hep susar mıydı? Sustu adam. Suçlu muydu bilmiyordu. Sorulara cevap verememenin acısı yüzünden anlaşılıyordu. Bir derdi vardı belli ki. Hep düşünüyordu. Martıları dinliyordu şimdi. Sanki haykıramadığı çığlıkları onlardan işitmek acısını hafifletiyordu. Denizin dalgaları vurdukça kıyıya, bir soruyla daha yüzleşiyordu. Soruların bitmediğini, cevapların hiç verilmediğini anladığında; hava çoktan kararmıştı. İyice üşüdüğünü fark etti. Sıcacık bir yuvası da yoktu şimdi. Bu düşünce ile iyiden iyiye kötü bir hale büründü.
Artık konuşmuyordu adam. Kendisini dinliyordu. Sessizliğin dilini çözmüşçesine sakin ve dingin yürüyordu. Denizi ardında bırakmış, soruları almıştı yanına. Gitgide uzaklaştı sahilden, düşüncelerinden, çelişkilerinden, sessizlikten… Gökyüzüne baktı sonra. Hayat nefesini kestiği anlarda bunu hep yapardı. Bulutların karmaşası kuvvetli bir yağışın habercisiydi. Yağmur yağacaktı belliydi. Öyle bir rüzgar vardı sokakta. Üzerinden az önce geçti soğuk ; ama tatlı bir esinti saydı onu düşünceli adam. Gidecek yeri yoktu düşüncelerinin. Gidebileceği kadar gidecekti, bekledi.
Rüzgara karşı gittiğinden mi yoksa içindeki bilinmezi çözemeyişinden midir bilinmez bir iki damla yaş aktı adamın gözlerinden. Geldiği sokaklardan birine saparken yağmur, yanağına sessizce dokunuverdi…