- 656 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YARIM KALAN BİR DÜŞ
Amerika Birleşik devletleri soğuk savaş yıllarında Marshall planı adlı yeni bir stratejiyi ortaya koyuyordu. Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist düzenin diğer ülkelere sıçramaması için bu plan çerçevesinde bize ve bizim gibi ülkelere Marshall yardımı adı altında yardım yapmaya başladı. Ne var ki bu plan çerçevesinde Türkiye’ye yapılan yardımların en büyük nimetini ülkemizdeki topraksız yoksul köylüler değil köy ağaları ve büyük toprak sahipleri paylaşacaktı.
O yıllarda topraksız köylüye toprak dağıtmak için İsmet İnönü toprak reformu kanunu çıkarmaya çalışıyordu. Fakat o günkü Cumhuriyet Halk Partisinin sağ kanadını oluşturanlar Emin Sazak gibi Cavit Oral gibi ağalar ve büyük toprak sahipleriydi. Bu yüzden toprağı dağıtmak sorunu çözmüyordu. Çünkü yoksul köylünün makinesi, tohumu, ilacı yoktu, neyle ekip biçeceklerdi. İşte İsmet İnönü’nün kısa zamanda iki yüz tane tarım elemanı yetiştirme özlemi buradan kaynaklanıyordu. Toprak reformu çıktı ama hiç bir zaman başarılı olamadı.
1946 seçimlerinden sonra kurulan Recep Peker hükümetinde Tarım Bakanı Cavit Oral’dı. Adanalı bir toprak ağası. Marshall yardımı daha çok Türkiye’nin ziraatini geliştirmeyi hedeflemişti, bu amaçla Türkiye’ye verilen tarım makineleri büyük toprak sahiplerine dağıtılıyor ve özellikle tarım ürünlerinde verimliliği artırma amacı güdülüyordu ve kısa zamanda Türkiye buğday üretiminde Dünya dördüncüsü konumuna gelmişti. Ne var ki yoksul topraksız köylü giderek yaşam mücadelesini başka yerlerde, ticaretin artmasıyla gelişen kentlerde aramaya başlayacaktı.
46 seçimlerinden sonra yeni bir dönem başlıyordu. O zamana kadar önem verilen demir yolları terk edilip kara yollarının inşasına geçildi. Böylece bir aşırı uçtan öteki aşırı uca geçiliyordu. Halbuki yapılması gereken dengeli ve uyumlu bir demir yolu, kara yolu ulaşım ağını kurabilmekti. Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı Marshall yardımının bir sebebi vardı. Marshall yardımı çerçevesinde Türkiye Avrupa sanayii için ham madde ve gıda üreten bir ülke oldu. Bu yanlış politikaydı. Çünkü daha otuzlu yıllarda Türkiye sanayi politikasını yapıyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye’de tek partili dönem tarihe karışıyor, 1946’da çok partili düzene geçişle başlayan oy avı, siyasi partileri popülist politikalara yöneltirken, 17 Nisan 1940’ da kurulan ve köylüyü köyde eğiterek Anadolu’nun feodal yapısını kırmayı hedefleyen Köy Enstitüleri, uygulaması da fiilen sona eriyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin yer alan muhalefet Enstitüleri hedef almıştı. Enstitü öğretmenlerine yirmi yıllık mecburi hizmet konulmasını, köylülere getirilen yükümlülükleri antidemokratik buluyordu.O yıllarda Amerika Birleşik Devletlerindeki Mc Carthy zihniyetinin komünist avı bize de sıçradı. Muhalefet Köy Enstitülerini birer komünist yuvası olarak görmeye başlamıştı. O yıllarda Amerikan yönetimi komünizme karşı politikaları dinci tutucu kanatları savunarak uyguladı.
Muhalefetin bir başka eleştirisi ise Enstitü’de kız ve erkek öğrencilerin bir arada olmasıydı, ve muhalefet bu okullarda köylü kentli ayrımı yapıldığı, köylülerin kentlilere düşman edildiği savunuluyordu. Demokrat Parti toprak reformuna karşıydı. Oysa topraksız köylüyü topraklandırma kanunu Adnan Menderes ve arkadaşlarının muhalefetine rağmen kabul edilmişti.Köy Enstitüleri var oldukları sürecetoprak reformu uygulanabilecekti ve bu nedenle de Köy Enstitülerinin işlevine son vermek gerekiyordu. Bazı çevrelere göre Köy Enstitüsü sistemi Türkiye’deki toprak mülkiyeti düzeni için çok ciddi bir tehlikeoluşturuyordu. Köydeki din lideri, tarikat lideri de Enstitülere karşıydı, çünkü buralardan yetişmiş öğretmen köye gelince durumunun sarsılacağını biliyordu.
Eski bir Köy Enstitülü şahit olduğu bir olayı anlatıyordu:
’ Ankara’da doğulu bir ağayla karşılaştım, bu ağa Moskova Harp Okulu mezunu Kinyas Kartal adındaki doğulu bir ağaydı. Ağaya sordum: ’ Cumhuriyet Halk Partisi Köy Enstitülerini komünizmi getirmek için mi kurdu? Yok canım dedi,bak onlar benim kadar komünizmi bilmezler. Bak sana söyleyeyim . Onların işlerini ilçe merkezlerinde, İl merkezlerinde benim adamlarım yaparlar. Muhtarın kararlarını benim adamlarım yazar, Doğum ölüm kağıtlarını benim adamlarım doldurur. Hatta askere mektubu benim adamlarım yazar. Ve gelen mektubu da benim adamlarım okur. Tabi bunun karşılığını da alırlar. Şimdi benim köylerimden iki tanesine Akçadağ Köy Enstitüsü mezunu iki öğretmen geldi. Altı ay sonra bu köyler bana itaat etmekten çıktılar. Bütün bunları öğretmen yapıyor. Askere mektubu öğretmen yazıyor. Gelen mektubu öğretmen okuyor. Doğum ölüm kağıtlarını öğretmen dolduruyor ve bedava yapıyor. Haa biz anladık ki bu Köy Enstitüleri on sene devam ederse doğuda ağalık ölecek. Ha şimdi sen diyeceksin ki memleketin ileri gitmesini , halkın uyanmasını istemez misin? İsterim istemesine ama ben sağlığımda ağalığımın öldüğünü görmek istemiyorum. Onun için biz doğulu ağalar toplandık, dedik ki, ’Köy Enstitülerini kapatırsanız oyumuzu size veririz. ’ Söz verdiler. Oyumuzu verdik ve kapattırdık.
Öte yandan savaş yıllarında otuz dokuzdan kırk beşe kadar alabildiğine karaborsa vurgunuyla palazlanan ticaret burjuvazisi vardı. Halk Partisi içinde toprak ağaları egemendi. Toprak ağaları savaş vurgunu ticaret burjuvazisi ve Atatürk devrimlerine karşı olanlar 1946’da meclisi oluşturdular ve Halk Partisinin sağ kanadı hükümeti kurdu. Recep Peker’i başbakanlığa getirdiler . Recep Peker hükümetiyle beraber sanki büyük bir isyan bastırılıyormuş gibi Köy Enstitülerine saldırıya geçildi. Tıpkı 1970’lerde Nihat Erim’in balyozla insanların üzerine gitmesi gibi, siyasiler Köy Enstitülerinin üzerine balyozla gitmeye başladılar.
Toprak Reformu Yasası mecliste tartışılırken Cumhuriyet Halk Partisi içinde oluşan muhalefetin bir partiye dönüşmesiyle oluşan Demokrat Parti iktidara gelince Köy Enstitülerini tamamen ortadan kaldıracaktı. Çiftçiyi topraklandırma kanununa karşı çıkan Adnan Menderes’in büyük toprak sahibi olması bir rastlantı değildi. Köy Enstitülerine en sert eleştiriyi yapan Emin Sazak’ta büyük toprak sahibiydi.
Yıllar sonra, 1961’de yapılan Köy Enstitülerine dair bir panelde genç bir konuşmacı bir hatırasını şöyle anlatıyordu:
’ Ben Unesco’da çalışıyordum. Unesco beni Siyam’a gönderdi. Baktım orada kırsal kesimde kurulmuş okullar gördüm. Bunlar kırsal kesime eleman yetiştiriyordu. Merak ettim kimden aldınız
bunu, kim düşündü diye sordum.Dediler ki, ’ Bunu bize Unesco tavsiye etti.Türkiye’deki Köy Ensitülerinden aldık! ’
14 Mayıs 1950’de seçimler yapıldı ve Demokrat Parti büyük bir farkla seçimleri kazandı. Köy Enstitüleri artık can çekişiyordu ve cenazesini kaldırmak Demokrat Parti iktidarına kalacaktı. Demokrat Parti hükümeti 27 Ocak 1954’te 6234 sayılı yasayla Köy Ensitütülerini tarihe gömüyordu.
1950’de Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde başlatılan imar hareketleri, bayındırlık faaliyetleri özel sektörün yeni faaliyetlere girişmesi ve kentlerde iş gücü talebinin artması . Buna karşın Toprak Reformunun gerçekleşmemesi, Enstitülerin kapatılması köyden kente göçü de beraberinde getirir oldu. 1950’lerin ortasına gelindiğinde İstanbul’da ilk gece kondular kurulmaya başlıyordu..
Köyde yaşamın zorlukları karşısında köylü daha iyi yaşam umuduyla İstanbul’un taşı toprağı altın diyerek yatağını yorganını sırtlayıp İstanbul’un yolunu tutuyordu.İstanbul ve diğer büyük kentlerde sanayi geliştikçe köyden kente göç dalgası giderek büyüyordu. Ve bugün iki bin yılını geçtiğimizde gecekonduların kuşatması altındaki İstanbul, mimari özelliği olmayan çarpık kentleşme politikalarının bir sonucu olarak dev bir köye dönüşecekti. Bir başka deyişle köyleri çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma yerine, kentlerin köyleştirildiği bir tablo çıkıyordu karşımıza.
1940’lı yıllarda Köy Enstitüsünün kapısına ürkek bakışlarla, üstü başı yırtık , ayakkabısız gelen köy çocukları, kısa zamanda okuyan, yazan, keman çalan üstü başı giyimli bir çocuk olup çıkıyordu karşımıza. Bütün o çocuklar, ilerlemiş yaşlarına rağmen hala Türkiye insanının eğitimine, kültürüne katkıda bulunmaya devam ediyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.