- 707 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BEY DİYEMEYEN DOKTOR
Doktor, adamın göğüs filmini indirmek için ışıklı panoya uzanıp “Sigara kullanıyor musun?” diye sordu. Adam , ürkekçe “hayır” deyip dua eder gibi dik gözlerle doktoru inceledi. Böyle yaparak doktorun açıklayacağı kötü bir durum varsa belki değiştiririm ümidini taşıyordu. Tıpkı sınav sonuç kağıdı gelince kaç puan alabileceğini bildiği halde “İnşallah yüksek puan alırım!” diye dua edip sonuca bakan bir kişinin durumuna benzerdi. Akciğer kanseri, verem, siroz, hepatit b olmuşsun, denmesinden korkar hastalar. Oysa herkes filmlerden hatırlar ki ölüm haberleri hastanın en yakın kişisine söylenir. O da şayet yanındaysa. Ama ucunda ölüm olan bir hastalığı varsa, doktor “Git yakınını çağır.” demezdi herhalde. Adam, zaten tek başına gelmişti ve doktorların ölüm haberini “Eksoldu.” diye duygusuzca söyleme rahatlıklarını çok iyi biliyordu. Bu duygusuz insanların bir eliyle kadavraları doğrarken diğeriyle tost yiyebileceği aklına geldi.
Doktor, insanın mezardaki halini andıran filmi iyice İnceledikten sonra “ Hiçbir şeyin yok amca.Tahlillerini de inceledim, turp gibi olmasan da bir otuz yıl daha yaşarsın.” dedi.
Adam, doktorun ilk cümlesiyle rahatlayıp derin bir nefes aldıktan sonra son ifadeyi beğenmemiş olacak ki kaşlarını çatarak:
—Bir dakika doktor, bana otuz yıl yaşayabileceğimi mi söylediniz?
—Evet, yani normal şartlar altında öyle. Tabi eceli kimse bilemez. Bir futbol maçının süresi gibi düşün. Bazen uzatmalara da gidilir. Ancak aniden maç başka sebeplerle de bitebilir.
—Peki siz kaç yıl daha yaşamayı düşünüyorsunuz?
¬—Sanırım bende otuz kırk yıl filan, yüz yıl daha yaşamak güzel olur doğrusu. Ama mümkün gözükmüyor bugünkü teknolojiyle.
—Kaç yaşındasın doktor?
Doktor,meslek hayatında ilk defa böyle saçma bir soruyla karşılaştığından olsa muhabbetin ucunun başka yerlere varacağını tahmin ederek konuşmak istemeyen bir kişinin kullanabileceği kadar uzun bir tereddütten sonra cevap verdi:
—Amca, yaşımın bununla ne alakası var? Peki sizi rahatlatacaksa otuz altı yaşındayım.
—Ben de otuz yedi yaşındayım ve sizin ulaşacağınız kirli geleceğe ben de ulaşmak isterim doktor. Evet başımı güneşten koruyacak püsküllerim yok, haddinden fazla kirli sakallarım var ve vücudum simetri takıntılı hastaları rahatsız edecek kadar orantısız. Bunların çeşitli sebepleri var tabii. Mesela dokuz yıldır atanamayan bir sosyologum, taşeron firmadan aldığım asgari ücret de evlenmeme mani. Yol inşaatlarında çalışmaktan yolumu kuramayan bir bilim adamı olduğumu söylüyorlar. Yine de bana ağabey diyebilirdin, ama amca demeyi tercih ettin. Şimdi ise senli benli konuşuyoruz farkındaysan.
— Özür dilerim… yani beyefendi… dilim bu kelimelere pek alışkın değil. Bey demek istemediğim için öyle oluyor.
Doktor adamın dik bakışlarının değişmediğini görünce açıklama gereği duyarak:
—Sanırım bey demeyi sevmiyorum. Sebebi babam. Annem ona hep “bey” derdi. Hatta adını dört yaşıma kadar bilmezdim. Baban kim diye soranlara ben hep “bey” derdim de çoğu zaman konu komşu alay ederdi: “Aman ne bey, ne bey!” Sanırım onu mahalleli de pek sevmezdi. Bir sabah uyandığımda annemi ağlarken buldum. Yüzündeki morluklardan ağlamıyordu. Terk edilmenin gözyaşlarıydı sanırım. Belki annemi değil ama beni , küçük kardeşimi son bir kez öpmeden terk edebilmesi rahatlığını hiç affetmiyorum. Annem, babamın gardıropta duran giysilerini muntazam bir şekilde tam on altı sene sakladı. Ömrü elverseydi daha uzun süre saklardı, ama bir gün aniden öldü. Fedakar insanlar genelde aniden ölür, bilirsiniz. Birileri ayakta kalmak için onlara tutunuyorsa kendilerini koyuvermezler. Daha doğrusu öyle görünürler. Sonradan öğrendiğime göre uzun süre verem tedavisi görüyormuş. Özür dilerim ama “bey” demeyi sevmiyorum. Mantıklı tarafı olmayan saçma sapan bir takıntı olduğunu biliyorum ama yine de sürmesine engel olamıyorum.
Sırtını dönerek cebinden mendil çıkarıp burnunu sildi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi:
¬ Görüyorsunuz ki bu kadar hüzünle kuşatılmışken insanın otuz yıl daha yaşaması büyük bir mucize. Bence ikimiz de bu kadar yaşarsak öpüp başımıza koyalım. Afrika’nın bazı yerlerinde ortalama yaşam sürelerinin otuz beş yıl olduğunu okumuştum. Şey… gerçekten özür dilerim. Bu durumda sanırım sağlığınız iyi görünüyor. Bu ilaçları da kullanırsanız çok şey değişmeyecek.
Yanındaki elemana hangi ilaçları yazacağını söyleyerek yazıcıdan reçeteyi çıkartıp alıngan hastasına teslim edip “Geçmiş olsun.” dedi ve sıradaki hastayı çağırmasını yardımcısına söyledi. Alıngan hasta reçetesini alırken hiçbir şey söylemedi. Kuşkusuz bir sosyologun, daha önemlisi dertli bir adamın söyleyebileceği çok şey vardı. Ancak değiştirilebilecek çok az şey varken söylemenin pek anlamı yoktu. Reçetesine bakarak hastane koridorlarını ve hastane bahçesini söylemek istediği şeyleri düşünerek dalgınca geçti. Hiçbir kelime çıkmadı dudaklarından. Sadece ara sıra başını iki yana sallayıp dudağını sıkıyordu.
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Bu gece, diğer gecelerden farkı yapacak pek işimin olmamasına eşlik eden hüzünlü sıkıntıyla olmam...Yazarın son iki öyküsüyle biraz kendime gelmiş olarak biraz da gazete okudum ama pek kesmedi. Tekrar Deftere döndüm ve hep yaptığım gibi sadece öyküleri yokladım. Aslında bu sanal mekanda beğendiğim en az on yazar olduğunu bildiğim halde gönlüm bu yeni yazarı okumak istedi.
Öykünün başındaki tespiti hayatında farketmiş biri olarak, yazarın bunu kullanması çok hoşuma giderken, kullanma fırsatını yitirmiş olmanın burukluğu öykünün ilerleyen satırlarının arasında uçtu, gitti.
Hüzünü, hem de herhalükarda en sevdiğim duyguyu yudum yudum içime indirirken, öyküde kendimde bulduğum duygulara hepten duygulandım. Doktorların bir elleriyle kadavrayı keserken, diğer elleriyle yiyeceklerini tüketememeleri halinin daha iyi sonuçlara sebep yaratmayacağını düşünürken, doktorun senli konuşmasının sebebi olarak sunduğu bir argümanmış gibi başlayan kendisiyle ilgili anlattığı hikayeyi hem hüzünlü hem de samimi buldum.
Öykünün baş kahramanının tariflediği vücudu aklımın bir köşesinde yaratırken geldiğim öykünün sonunda, içimde bu adama bir yerlerde rastlamış olduğum inancı oluşmuştu.
Tabi tüm bu kısa okumanın sonunda içimi dolduran bunca duyguların müsebbibi yazardı ve ona teşekkür etmeliyim...
nitemtran tarafından 8/26/2014 12:19:47 AM zamanında düzenlenmiştir.