- 716 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİCİM
Benim eskilere eskicilere sokaklara ve porselen fincanlara duyduğum ilgi ve sevgi o eski günlere duyduğum özlemin eseridir aslında. Ben her ne kadar: “gözüme bir erkek gözü bile değmedi!” ve beni tanıyanlar: “Eline bir erkek sinek bile konmadı!” demiş olsak da siz bu sözlere pek ciddiye almayın yine de.
Dimdik geniş omzuna attığı bembeyaz torbası ve güçlü bileğiyle bütün gün elinde taşıdığı içi pek kaliteli olmasa da -ki kendi kalitesi yeterdi- porselen yemek takımları ve fincanlarla dolu yayvan sepetiyle sokak sokak dolaşan Robert Taylor-Ayhan Işık karışımı soylu bir ‘Sokak Eskicisine’ duyduğum derin platonik sevdanın yüreğimi delip geçmesi nedeniyledir.
Bizim kapıya bir kez bile uğramadan saat tam on de tepeyi rüzgar hızıyla aşıp daha uzak tepelere doğru yol alırken beni de yüreğine alıp almadığından hiç haberim olmadıysa da, bu kara yazgımın kara yazıldığı daha o günlerde belli olmuştu aslında. Babam memurdu. Resmi elbise giyiyordu. Kardeşlerim ise küçüktüler. Annem de ona verecek giysi bulamıyordu belli ki. Oysa babam memur değil de bir ‘eskici’ olsaydı yazgım değişir miydi bilmem. Ama talihsizliğimin böyle bir ailede dünyaya gelmiş olmamla başladığını iyi biliyorum.
Babam tam olarak babalık görevini yapmak yerine kollarımda hayata veda ederken “Allah yardımcın olsun kızım.” Demişti.
Anneme gelince. O da “Dünya durdukça sen dur kızım!” demişti son nefesinde bile. Ah benim bebeklerden de saf anacığım. Sen dünyanın bile yerinde durmayıp, hem kendinin, hem güneşin çevresinde döndüğünü bildiğin halde “dur!” dedin bana. Senin bu temennin kabul görmüş olmalı ki ben de bu günlere değin hep kendi ayaklarımın üstünde durup öylece kalakaldım bir adım bile ilerleyemeden.
Oysa dışarıdan bakıldığında hiç de öyle algılanmadığını görüp çileden çıkıyorum. Bu isyanım daha çok beni tanıyan kadınların beni her gördüklerinde “Yine koşturuyorsun” Ya da “Ne mutlu sana” sözleriyle sessiz bir çığlığa dönüşüyor. Ben de onlara: Sizler de koşturuyorsunuz ama kendi ayaklarınızla değil. Sırtına bindiğiniz erkeklerin ayaklarıyla! Her türlü dünyevi gereksinimlerinizi karşılıyorlar dünya gözüyle. Giderken hepsini bırakıp yalnızca saçsız başlarını yanlarına alıp gidiyorlar bu alemden bir çoğu. Diyorum içimden. Ancak benim bu zarif anlayışlı ve vefalı hemcinslerim hemen bir ‘KEL ERKEK’ modası çıkarıp bütün evde kalmış ‘kellere’ talebi ve rağbeti öylesine arttırdılar ki ortalık sahte kellerden geçilmez oldu! bu defa da.
Bazılarını güneş çarptı! Çarpsın! Çarpsın! Oh olsun hem de! Onlar yaşadıkları sürece biz kadınları hep ‘CİN ÇARPMIŞA!’ döndürmediler mi. Şeytan azapta gerekmez miydi canlarım.
Şimdi benim bütün bu iyi niyetime karşılık “Aa ne haset bir kadınmış” Ya da “Bu nasıl bir koşturmacaymış ki kadının daha kadın sorunlarından bile haberi yok” demeyi içinizden geçiriyorsanız eğer vazgeçin. İnanın hem bana haksızlık hem de kendinize yazık etmiş olursunuz.
Neden mi.
Biz kadınlar henüz perukayı görüp tanımamışken o güzelim dillere destan saçlarımızdan süpürge yapılabileceğini keşfetmiştik yıllar öncesinden. Şimdi çağın gereği olarak ekim dikim ve her türlü kaynak işlerinin itinayla yapıldığı günümüz atölyelerinin art arda açılmasına karşın hala süregelen bu alışkanlığımızdan vazgeçmemiş olmamızı neye bağlayacağımı bilemiyorum.
Oysa bu çook eski model süpürgelerini getirenlere yepyeni son model ‘dört süpürge’ verileceğini duymuyorlar mı.
Yoksa bunu duymak işlerine mi gelmiyor. Aslında bana ne ki canım. Bu herkesin kendi seçimi, kendi hakkı. Nasıl isterse öyle kullanır.
Ben nereden bilebilirim ki başkalarının dört duvarı arasında nelerin döndüğünü. Tencerelerinde ‘et’ mi yoksa ‘dert’ mi ya da ‘fokur fokur bolluk bereket mutluluk’ mu kaynadığını.
Ama hemen herkesin böyle birden bire ellerini göğe açmış “Şükürler” ettiğini gördükçe
Rabbim’ in katından nur yağdığına! inanmaya başladım doğrusu.