- 634 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAHTSIZ ALİ
‘’Mevsimlik bir aşkın, ömürlük pişmanlığı’’
Sabah erkenden çıkardı evden. Saat beşi buldu muydu kıraathane açılmış olurdu. Çalıştığı için annesi ile pek ilgilenemiyordu... Yapabildiği tek şey evden işe giderken onu düşünmek oluyordu. Yine böyle düşsel yolculukla âli’nin gözü tanıdık bir yüze takıldı... Üstelik bu yüz tanıdıklıkla kalmayıp, yüzünün güzelliğine anlam katan gözleri ile de Ali’ye bakıyordu... Ali hafızasını yokladı, ama kızın güzelliği hatırlamasını güçlendiriyordu... Ali hatır ve gönül muhasebesi arasında git gel yaparken bu şaşkınlığı kız bozdu..."Ali merhaba nasılsın uzun zaman oldu görüşmeyeli ama hiç değişmemişsin’’ dedi. Aliyse yalnızca merhaba diyebildi. Bir müddet yürüdüler. Ne bir rüzgâr sesi ne de mahalle de koşturan çocuk sesi vardı. Ali bir yandan yürüyüp diğer yandansa kendisine doğru tebessüm eden kıza bakıyordu. Ali’nin kalbi sanki yerinden çıkacak gibi atıyordu. Ali mahcup bir edayla kendisine bakan güzelliğe dönerek, ‘’ Tanıdıklıktan öte bir sima, ama nedense çıkaramadım ilkin, çükü; elimde olmadan yüzüne bakamıyordum. Benden önce kalbim tanıdı seni, ya sen eski sen değilsin ya da ben değiştim bilmiyorum ‘’dedi. Bir müddet daha yürüdüler. Çocukluklarının geçtiği mahalleye doğru yürümeye devam ettiler. Sevcan yine aynı evde oturuyordu. Ali evin önüne geldiğini sonradan fark etmişti. Sevcan içeriye girmek üzereyken, Ali’’ seni yıllar sonra bir daha göreceğimi biliyordum çünkü insan, çocukluluğunun güzel hatırası olduğu mahallesini, anıların hasretini bir yere kadar taşıyabilir yüreğinde. İnsan çocukluğunu unutamaz’’dedi. sevcan gözlerinden yanaklarına süzülen yaşlarını silmeye çalışırken, Ali de dayanamadı. Yine de gözyaşlarını gizlemeye çalıştı. Hayat ona sevdiğinin yanındayken bile gururdan taviz vermemesi gerektiğini öğretmişti. Sevcan hızla çıktı merdivenlerden. Aliyse eve dönerken yol boyunca hayaller kurdu. Yıllardır özlemini çektiği, hasret diye gönlünde taşıdığı, adına sevda dediği kalbinin tek sahibi olan sevcan yurda dönmüştü. Sevcan mahalleden giderken daha on beş yaşındaydılar. Ali o gün okula gitmemişti. Secvan ve ailesi Almanya’ya gitmek için havaalanına giderken, Ali de onları takip etmişti. Sevcan Almanya’ya gitmek istemiyordu. Ailesinin kararına itaat etmekten başka çaresi yoktu. Uçağın hareket etmesine yarım saat kala Ali sevcan’ın yanına gelerek konuşmak istediğini söyledi. Bekleme salonunda boş buldukları bir koltuğa oturdular. Ali yalnızca bir kez kurtulmuştu esaretten. Tüm cesaretini toplayıp çocuksu bir sevinçle açmıştı içini sevcan’a, sevcan aliye hiç o gözle bakmamıştı. O yüzden seninle olmaz dedi olamaz geçmişe yazık etme. Gözyaşı içinde ayaklarına kapandı sevcan’ın. Ve bu sözler döküldü dudaklarından "Ömrümde ilk kez birine seni seviyorum diyebildim. İlk kez aşk diyebileceğim bir mecradayım ne olur bir şans ver. Şu kısacık ömrümde mutluluk diyebileceğim tek bir şey varsa oda sensin. Gideceğin yer ne kadar uzak olursa olsun, sen benim sabah güneşimsin, gecelerimdeki ay. Ve soğuk geçecek yıllarımdaki yağmur. Bu şehir bu sokak bu ülke seni hep özleyecek.’’dedi. Uçağın kalkmasın son beş dakika kalmıştı. Ali elindeki mektubu sevcan’a verip hızla uzaklaşmıştı havaalanından. O günden sonra Ali her an posta kutusuna baktı. Sevcandan bir mektup gelir umuduyla. Sevcan’dan haber alamasa da her an iyi olduğunu Süheyla teyzeden duyuyordu. Sevcan ve ailesi giderken evini teyzesine bırakmıştı. Ali her an uğrar bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı. Süheyla teyze çok severdi aliyi, mahalle de top oynarken ne zaman Süheyla teyzenin bir şey taşıdığını görse hemen koşar evine kadar eşlik ederdi. Süheyla teyze de ona şeker verirdi. İki yıl boyunca posta kutusuna baktı ama eli boş döndü her seferinde. Her posta kutusuna bakmaya gittiğinde Süheyla teyzenin kapısının önünden geçerdi. Yine böyle bir durumda ali kapının önünden geçerken Süheyla teyze aliyi yanına çağırdı. ‘’ oğlum sevcan’ın annesi ve babası ecnebi memleketten yurda dönüyormuş annene bildirir misin’’ dedi. Ali ‘’ peki ya sevcan, oda dönüyor mu? ‘’dedi. Süheyla teyze ‘’ o gelemeyecekmiş’’ dedi. Ali üzgün bir şekilde eve döndü. Sevcan gelmemişti o yıl annesi ve babası da iki hafta kalıp gitmişti. ali sev can’a dair haberleri almaya devam ediyordu. Bu durum böyle sürüp gidecekti. Ta ki iş çıkışı yoda karşılaşıncaya kadar. Sevcan gittikten iki yıl sonra Ali babasını kaybetti. Liseden yeni mezun olmuştu. Babası hasan amca zaten ara ara rahatsızlanıyordu. Yine rahatsızlanmıştı. Ali ambulans çağırdı. Hastaneye gidene kadar yolda hayata gözlerini yummuştu. O günden sonra alinin annesinden başka kimsesi kalmamıştı. İki katlı müstakil bir evde yaşıyorlardı. Mutlu ve mesut bir şekilde. Ama artık mutlu değillerdi. İki katlı müstakil evde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. İlk seneler böyle geçti. Ali ilk seneler fazla zorlanmasa da daha sonraları annesine bakması için bir bakıcı bulmuştu. Akşamları eve gelirken annesini hep ağlarken görüyordu. Yıllar geçse de bu hiç değişmedi. Babasının gidişi geride. Gözü yaşlı bir eş; her an babasının yokluğunu hissedecek bir evlat bırakmıştı. İkisi de bu ölüme alışamamıştı. Ali annesinin ısrarlarına rağmen hiç evlenmemişti. Babasının ölümü annesini nasıl çökerttiğine en yakını olan oğlu şahitti. Ya bende babam gibi geride gözyaşları içinde bir eş ve babasına doyamadan hayatın içine atılan bir evlat bırakırsam diye düşünürdü hep. Hem sevcan da gitmişti mahalleden. Ondan sonra bir başkasını sevemezdi. Acı bir tablo vardı bir film şeridi gibi akıp giden hayatında. Ama artık sevcan yurda dönmüştü. Bu Ali için yeni bir umuttu. Düşsel yolculuğunu bir kenara bıraktığında eve varmıştı. Bakıcı olarak yanına aldığı makbule abla da yermeği hazırlamış evden çıkmıştı. Ali yemekleri ısıtıp bir güzel yedikten sonra. Annesinin yanına gitti. Annesi kuran-ı kerim okuyordu. Ali bir müddet Kuran’ın maneviyat sokaklarında gezindi. Daha sonra annesi kuranı yerine koydu. Ali annesine doğru tebessümle bakıyordu. Annesi otuz yaşına gelmiş ve hala çocuk olan aliye şefkatle açtı kucağını. Ali sımsıkı sarıldı annesine. Sonra annesinin ilaç saati geldiğini fark etti. Annesine ilaçlarını getirip içirdikten sonra, Allah rahatlık versin deyip çekildi odasına. Odanın lambasını yakıp bir dosya da biriktirdiği mektuplarına baktı. Tam on beş yıl boyunca aralıksız mektup yazmıştı sevcan’a, hiçbirine cevap alamamıştı. En çok da bunu merak etmişti on beş yıl boyunca, sevcan’ın on beş yıl boyunca yazacağı hiçbir şeyi yok muydu? Aklını yiyip bitiren sorularla yıllarca savaşmak zorunda kalmıştı. Ama artık kalıcı olarak yurda dönmüştü sevcan. Niye döndüğü konusu muamma olsa da, aklını yiyen sorular cevabını sevcan da bulacaktı. Işıkları söndürdü. Bu kez uyku erken inmişti göz kapaklarına.
Sabah yine erkenden uyanmıştı. Sabah namazını annesiyle birlikte kıldı. İçinde bir huzur vardı. Pencereden dışarıya baktı bir müddet. Bulutlar deli bir kavgaya tutuşmuştu. Anlaşılan yine sağanak olacaktı. Delice bir yağmur yağıyordu. Dışarıda çalışmak zorunda olanların dışında kimsecikler yoktu. Sokakta; çöpleri toplayan belediye arabaları, balıkların üzerine yağmur gelmesin diye üzerini naylon poşetle örten balıkçılar ve işe yetişmek için durakta bekleyen üç beş ırgat vardı sadece. Bugün kıraathaneyi çırak açacaktı. Ali ilk kez kendisine zaman ayıracaktı. Kahvaltıyı hazırlayıp annesinin ilaçlarını da verdikten sonra. Saat yediyi gösteriyordu. Televizyondan gündemi takip etti bir müddet. Sonra tekrardan pencereden dışarıya baktı. Yağmur durmuştu. Dışarı çıkmak için hazırlandı. Her ihtimale karşı yanına şemsiyesini aldı. İstanbul yağmur yağarken nazlı bir kadın gibiydi. İçindekilerini bir bir şehre kusuyordu. Sele dönüştü bir anda ortalık. Bugün İstanbul’u gezmekti arzusu. Yağmur işi zorlaştırmıştı. Bir müddet kafeteryada oturdu. Etrafı izlerken birden telefonu çaldı. Numara telefon rehberinde kayıtlı değildi. Telefonu açtı arayan sevcandı. Müsait olup olmadığı sordu aliye, Ali de müsaidim diyince Ali sevcan’a bulunduğu mekâna gelmesini söyleyerek telefonu kapayıp beklemeye koyuldu. Kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Üzerinden on beş sene geçmişti yine de hep aynı kalmıştı yüreğinde tüten sevda ateşi… Sevcan kendisine has güzelliği ile girdi içeri. Ali dâhil içerideki herkesin gözü birden sevcan’a dönmüştü. Üzerinde şık bir elbise vardı. Yıllar en çok da sevcan’a yaramıştı. Cılız ince biraz da utangaçtı lisede. Ali, Sevcan yaklaştığında doğruldu yerinden. Sevcan yerine geçince Ali de oturdu. Garson’a iki kahve getirmesini söyledi. Garson gelene kadar bir müddet dışarıyı izlediler. Yağmur dinmiş, şehrin hüznü çukurlarda birikmişti. Bulutlar bavulunu toplamış, güneş bembeyaz dişleriyle sırıtıyordu. Garson kahveleri masaya bıraktı, Ali kahvesinden bir yudum aldıktan sonra ‘’ Bu kahveyi kırk yıllık hatır olsun diye değil kırk yıl aynı yastığa baş koymak için içmek isterdim’’dedi. Bu sözleri söylerken gözlerinden yanaklarına iki damla yaş döküldü. Sevcan da kahvesinden bir yudum aldı. ‘’ İnsan yaşayıp giderken ilerisini kestiremez bazen. Buradan gidişimi hatırlıyorum da sanki bir yağmur bulutu inmişti gözlerine anlam veremedim. Şimdi çok iyi anlıyorum seni her insan korkar sevdiğini kaybetmekten. O gün kaybedeceğim hiçbir şeyim yoktu belki de bu yüzden gaddardım biraz. Keşke zamanı geri döndürseydim demedim hiç, geçmiş karanlıkken geleceği de kirletemezdim. Belki o yaşa geri dönemeyiz ama hayaller için geç sayılmaz. Buraya geliş nedenim geçmişte kapattım sandığım bir sayfanın bana da sirayet etmesiydi. ’’ dedi. İstanbul susmuş bu hasret kokan buluşmayı dinliyor gibiydi. Ali’nin en çok merak ettiği on beş yıl boyunca Sevcan’ın neden bir tek mektup bile yazmamış olmasıydı. Ali ‘’Sana yazdığım mektupları saklıyorum hala bir dolap dolusu mektup birikti odam da. Herkes kurumuş gül taşırken sayfalar arasında ben çürümüş cesedimi sakladım hep sayfalar arasında. Öldür öldüm dirildim, öldüm öldüm dirildim. Her an yeniden doğdum küllerimden içim kanayarak. Sensizken, ölmeyi bile beceremedim anlıyor musun?’’ dedi. sevcan daha fazla tutamadı kendisini gözyaşları içinde Aliye sarıldı. Ali yıllardır özlem duyduğa kadına on beş yılın acısını çıkarırcasına sarıldı. Bir müddet sonra hesabı ödeyip çıktılar kafeteryadan. Sevcan ‘’ mektuplarının hepsini okudum. Gün geçtikçe sana âşık olduğumu anladım. İlkin hevestir dedim. Ama gün geçtikçe içimde bir çığ gibi büyüyordun. Ama artık kalbimdeki duygulara anlam verebiliyorum’’dedi. Sonra biraz yürüdüler. Sevcan ‘’Bana sormak istediğin bir şey yok mu ‘’ dedi. Ali sevcan’ın ne demek istediğini anladı. Sevcan’a ‘’ beni burada bekle hemen geliyorum’’ dedi Ali kuyumcuya uğrayarak bir alyans aldı. Sevcan’ın yanına geldi. Beklenen soruyu sormadan önce bir gezintiye çıktılar. Yol boyunca Ali tek kelime etmedi. İstanbul’u gezdikten sonra Yeşilköy havaalanına geldiler. Sevcan hayret içinde Aliyi izliyordu. Buraya geliş nedenini anlamaya çalışıyordu. Boş buldukları bir koltuğa oturdular. Sevcan’ın şaşkınlığı sürerken ali ‘’ Şimdi buraya neden geldiğimizi merak ediyorsundur. On beş yıl önce göçüp gitmiştin buralardan. O güne dair burukluk hala yakıyor yüreğimi. O yüzden getirdim seni buraya. Sana bir mektup vermiştim ya hani işte bence onları söylemenin tam da sırası eğer sende istersen’’ dedi. Sevcan evet dercesine başını salladı. Ali kaldığı yerden devam etti konuşmasına’’ Hep hayalini kurduğum bir gerçeğimsin. Gerçekleşmesini ölürcesine istediğim. Gökyüzünde yıldızların kalabalığı içinde bir ay parçası olarak doğdun hep geceme. Ansızın gitme kararı aldın ve gittin. Gece döngüsüydün benim için. Gecenin ardında gündüz olsa da gece hep var olacaktır. Sende öyleydin kalbimde. Gecelerimde olsan da yanımda yoktun. Hayaline sarılıp uyumak ne demek hiç bilmedin. Geceler yârim olmuştu adeta. Ama geceleri soğuktu ve sen yoktun. O yüzden hep güneşin doğmasını bekledim. Gözlerimin önünde gözlerin vardı güneşi beklerken. O yüzden bekledim hep seni bir gün geleceğini biliyorum kendimi o güne saklıyorum hep nasip olurda bir gün karşılaşırsak sana iki çift lafım var. Onu avazım çıkana kadar bağırarak söylemek isterim diye. Şimdi söyleyebilirim artı. Al gecelerini benden geceler ayazım. Gel de artık biz olalım.’’ Dedi. Ve sonra döndü sevcan’a diz üstüne çökerek ceketinin cebinden aldığı alyansı çıkardı. ‘’ herkesin bir hayali vardır. Gerçeğim olur musun? ‘’ dedi. sevcan ne diyeceğini bilemedi ilkin, biraz bekledikten sonra evet dedi. Ali bu sevinçli haberi, annesine bildirmek için hemen telefonunu aldı eline. İkisinin de mutluluğuna diyecek yoktu. Şansa şarj bitmişti. Sevcan eve gidince dersin dese de söz dinletemedi. ‘’ al bari benim telefonumdan ara’’ dedi. Numarayı çevirip beklemeye koyuldu. Tam kapatacakken boğuk bir ses çıktı’’alo anne’’dedi. Ama ses annesine ait değildi. Konuşan makbule ablaydı ‘’ merhaba ali kardeş bende seni arıyorum sabahtandır telefonun kapalıydı sanırsam şarjın bitti. Her neredeysen hemen eve gel’’ dedi ve telefonu kapattı. Alinin yüzü sarardı. Kötü bir şey olduğu belliydi. Hemen bir minibüse atlayıp soluğu mahallede aldılar. Mahallede kimsecikler yok gibiydi. Eve yaklaştıkça kalabalık belirginleşiyordu. Sevcan ve Ali şaşkındı kalabalık Ali’nin evinin önünde toplanmıştı. Ali ‘’ bayram değil seyran değil mahalleli neden burada toplandı anlamıyorum. Hadi kalabalığı anladım peki imam’ın ne işi var burada’’ dedi. Sevcan ivedilikle içeri girmeye çalıştı. Kalabalık buna izin vermedi. Ali’’ ne oluyor burada kendi evimize de giremeyeceğiz, açılın da geçelim annem bekliyordur bizi hasta ilaçlarını vereceğim daha’’dedi. Sonra kalabalık imama seslendi. İmam içeri girdi. Ali bekledikçe daha da kuduruyordu. İçeriye girmeye yeltendi yeniden. Kalabalık tuttu onu. Sonra kapı açıldı imam ve yanına aldıkları birkaç adam boş girdiği evden, tabutla çıkıyordu. Ali durumu anlamıştı. Dizlerinin üzerine çöktü ve ağlamaya başladı. Kalabalığın çabaları beyhudeydi. Annesini kaybeden birini zapt etmek ne kadar kolay olabilirdi ki. Cenazeyi yıkadıktan sonra ikindi namazından sonra toprağa gömdüler. Mahalleli dağılmıştı. Ali ve sevcan kalmıştı yalnızca mezarlıkta. Ali’nin başını avuçları içine almıştı sevcan. Bir anne şefkati ile okşuyordu Ali’nin saçlarını, En yakınını kaybetmişti Ali. En az bu şehir kadar kimsesiz, öksüz kalmıştı. Babasının ölümünden sonra hayat iyice de zorlanmıştı. Ama annesi vardı yanında nazdan niyaza düşmemişti daha. Ama bugün İstanbul’a yağan rahmet bu hadisenin habercisiydi belki de. Son kez baktı bu toz yutmuş şehrin yüzüne. Sonra kayboldu ortalıktan.
Tam iki ay geçmişti bu acılı hadisenin üstünden. Ali iki ay boyunca şehir şehir dolaşmıştı. Yüreğindeki acıyı biraz olsun hafifletmek için. Sevcan bu süre zarfında hiç haber almamıştı Ali’den. Ali ne dükkâna uğruyordu ne de eve. İki ay sonra geri gelmişti Ali. Önce dükkâna uğradı. Dükkâna devren satılık yazısını astı. Sonraysa Sevcan’ın evine uğradı. Yol her zamankinden uzundu. Eve vardığında zili çalıp bir müddet bekledi. Tam gidecekken Sevcan tül perdenin ardından baktı. Aliyi görünce hemen dışarı çıktı. Büyük bir özlemle sarıldı Aliye. Ama ali tepkisizdi. Kötü bir şeyler olacağı belliydi. Bir müddet yürüdüler bir bank bulup oturdular. Bu kez aliydi bozan sessizliği’’Önce sen bırakıp da gitmiştin beni. Sonraysa babam, şimdiyse annem yarı yolda bıraktı beni. Senin boşluğunu doldurmaya yeltenmedim hiç. Annem ve babamın yanımda oluşu biraz olsun hafifletmişti acımı. Babam vefat edince savaş da yenilgiye uğramış bir ordu gibi kalakaldım. Sonra topladım kendimi annem yanımdaydı sırtım asla yere gelmezdi. Onunda vefat haberi yaşama arzusunu koparıp attı içimden. Senin çıkıp gelişin benim için bir umuttu. Ama beni menfaatsiz sevebilecek tek kadın olan annem bile beni bu acıyla bir başıma bırakırken, sen bu kor aleve dayanamazsın. Gidişin mevsimlik bir hasretti. Öyle bir zaman da geldin ki ben bile bende değilim artık. Mevsimlik bir aşkın ömürlük pişmanlığısın sen. Gidiyorum artık buralardan sende bir yol çiz kendine. İnan senle olmayı senden daha çok isterdim. Ama artık olmaz. Sen bende kaldıkça kendim olamayacağım. Sen benden gidersen belki bir ömür ağlayacağım. Bu nasıl bir imtihan bu nasıl bir kader. Anladım ki ben sana hiç kavuşamayacağım.’’dedi. Sonra kayboldu birden ortalıktan. Sevcan parmağındaki yüzüğe sarılıp ağladı. Söylenmeye başladı kendi kendine ‘’ insan tarlaya ne ekerse onu biçer. Ali benim sevgi tarlamdı. Ben kalbini yeşertmek yerine gözlerini yaşarttım hep. Şahit ol koca İstanbul sevcan kefaretini ödüyor.’’dedi.
SON