İki Toplumsal Yara
Memleketin yoğun ve hızlı değişen gündeminden dolayı, ilgi alanımızın dışında kalan, ama son zamanlarda üçüncü sayfa haberleriyle daha sık gözümüze çarpmaya başlayan ve aslında toplumsal yara olan iki olgu karşısında duyarsız kalmak elde değil. Biri, artık münferit olarak algılamaya başladığımız “ kan davaları”, diğeri de, neredeyse çocuk denecek yaştaki kızlara yapılan “ tecavüz” olayları.
Televizyon ekranından irkilerek izlediğim Tarsus’ taki kan davası katliamı, beni derin bir huzursuzluğa ve korkuya sürükledi. On dört yaşındaki bir çocuğun gözleri önünde yaşanan katliamın, (o çocuğun dünyasında yaratacağı psikolojik ve patolojik tahribat bir yana ) yine o çocuğun intikam yeminiyle karşılık bulması; bu tür toplumsal sorunların uzağında yaşayan insanlarda ne tür bir dehşet duygusu uyandırdığını tahmin etmek zor değil. Bu tür olayların sık yaşandığı bir coğrafyadan gelmiş olmama ve bu travmaları yaşayan insanların duygularına tanıklık etmiş olmama rağmen, kendimi de bu dehşet duygusundan uzun süre uzaklaştıramadım.
Yaşanan bu talihsiz ve trajik olayların, elbette tarihsel, sosyolojik ve psikolojik sebepleri mevcuttur. Özellikle doğu bölgelerimizde, tarih boyunca sürdürülen ve kimi politikacıların ve yerel hâkim güçlerin günlük çıkarlarıyla örtüşen feodal düzenin sürdürülmesinin, kentte yaşadığı halde kent kültürüne sahip olamamanın bundaki payı yadsınamaz. Bunun çözümlemesini yapmak da bu işin uzmanlarının işi. Beni asıl kaygılandıran “kan davasının” bir çocuğun gözündeki yansıması ve onun yaşamında yarattığı ağır travmalardır.
Bu çocuğa hangi psikolog, hangi pedagog gerçek anlamda yardımcı olabilir? Çocukça hayaller kurup, çocuk oyunları oynaması gereken bir yaştan; ölüme tanık olup, hayallerinde öldürmeyi planlayan bir yaşa kontrolsüz sıçrayışı kim nasıl açıklayacak? Okulda, arkadaşları ve öğretmenleriyle bir arada olması gereken bir saatte, evde babası ve ağabeylerinin katledilmesine tanık olmanın yarattığı tahribatı; hangi telkin, hangi ilaç ortadan kaldırabilir? Çocukluk ve ergenlik arasındaki bu hassas geçiş döneminde, cehennemi yaşayan bu kişiye, aşkı ve sevgiyi göstermek kısa vadede mümkün olabilir mi?
Acaba mahalleden sevdiği bir kız var mıydı? Ergenliğin vermiş olduğu fiziksel ve psikolojik değişimlerin de etkisi ve heyecanıyla, belki de mahalledeki arkadaşlarına sevdiği kızdan da söz etmiştir. Öyle olsa bile artık onu düşünmüyordur. Onun, şimdi aklında olan tek şey intikam ateşidir. O, en yakınları gözlerinin önünde öldürülmüş ve bir günde büyümüştür ve gözleri intikam ateşiyle yanan bir katil adayıdır.
Toplum olarak ona sevgiyi, aşkı veremedik. Ama o, küçücük yaşının ağır tecrübesiyle, şiddeti ve nefreti bir çırpıda öğrendi.
Toplumsal yaralarımızdan bir diğeri de, gencecik kızlarımızın maruz kaldığı, cinsel istismar ve tecavüz vakalarıdır. Bazen; gazetelerin üçüncü sayfalarındaki dehşet haberleri arasında, bazen de arka sayfaların önemsiz bir köşesinde gözümüze çarpar bu utanç verici haberler.
Bu ülkede kız olarak doğmak, kadın olmak, tek başına bir risktir aslında. Şiddetin ve cinsel sömürünün birinci derece mağdurları ve mazlumlarıdırlar. Evde başlayan ikinci sınıf muamele, hayatın her alanında devam eder. Hayatına girecek erkeği seçme özgürlüğüne sahip değildirler. Çoğunlukla birileri tarafından seçilirler. Kabul etmediklerinde ya da sözde sevgilerine karşılık vermediklerinde kaçırılırlar. En olmadı öldürülürler. Onların erkeklerden beklentileri, sevgi ve şefkat şemsiyesi altında toplanırken; erkeklerin beklentileri de cinsel kölelik ve itaat ile sınırlı kalır.
Töre cinayetlerinin bir numaralı aktörü ve en ağır mağdurudurlar. Tecavüze uğramaları bile, çoğu zaman babaları ya da ağabeylerinin merhamet duygularını uyandırmaz. Ailenin şerefi, erkeklerin toplumdaki yerleri, onların bedenlerinde ve psikolojilerinde yaratılan tahribattan daha önemlidir. Erkek; günlük yaşamda yediği herzeleri, söylediği yalanları, çevirdiği dolapları, başkasının karısı veya kızına karşı beslediği gizli duyguları namussuzluk olarak görmezken, savunmasız bir kızcağızın körpe bedenine işlenen fiziki ve cinsel saldırıyı sözüm ona onurlarına yediremezler. Böyle bir durumda namusları kirlenmiştir ve temizlenmesi gerekir. O namusun temizliğini de zavallı kızın bir damlacık kanında ararlar. Oysa, asıl namus problemi olan, zavallı ve aciz olan buradaki erkek kimliğinin ta kendisidir.
Ne yazık ki eğitimli kesimlerde de; türü farklı olsa bile, sonuçları itibarıyla bunlara benzer olaylar sıklıkla yaşanmaktadır. Daha birkaç gün önce, Şanlıurfa’ da, tıp öğrencisi olan erkek, yine tıp öğrencisi olan kızı, sözde aşkına karşılık alamadığı gerekçesiyle öldürdü. Hem de öyle bir bıçak darbesi ya da bir kurşunla değil, tam on sekiz bıçak darbesiyle bu vahşeti gerçekleştirdi.
Bu nasıl bir sevgi, bu nasıl bir barbarlık ve asıl önemlisi bu nasıl bir aşağılık kompleksi? Eğitimli olmak da, kişinin hayattaki yerini almış olduğunu ve rüştünü ispatlamış olduğunu göstermiyor her zaman. Arzularına karşılık alamadığı için bir kadını öldürmek ya da tecavüz etmek, çoğunlukla, erkekteki duygu ve ruh fukaralılığına işaret ediyor. Bu davranışların; sevgi, aşk veya cinsel dürtülerle bence çok alakası yok. Ergenliğe adım atmış herkeste cinsel dürtüler vardır ama herkes bu hastalıklı davranışlara eğilimli değildir.
Son tahlilde şunu söylemek istiyorum. Gerek kan davalarının ve gerekse de tecavüz olaylarının bir numaralı faili erkektir. Bu da erkeğin, fiziksel üstünlüğünün de getirmiş olduğu her şeye hükmetme güdüsünden kaynaklanıyor.
Tarihteki tüm savaşları, biz erkekler çıkardık. En çok biz cinayet işliyoruz, en fütursuz trafik ihlallerini ve kazalarını biz yapıyoruz, en çok biz küfür ediyoruz, en büyük dolapları biz çeviriyoruz ve en büyük ekonomik değerlere biz sahibiz. Bunun için de doğayı en çok biz kirletiyoruz ve eğer gelirse, dünyanın sonunu da biz getireceğiz.
Kadınlar naif ve zariftirler. Ancak çok zor durumda kaldıklarında, karşılarındaki erkeği kırarlar ama çok çabuk kırılırlar. O kristal yüreklerine nüfuz etmek bazen kolay olsa da, o yürekten fırlatıp atılmak da bazen hızlı olabiliyor. Uğradıkları tüm şiddet, tecavüz ve haksızlıklara rağmen, dağılan etrafı yine de toparlamaya çalışırlar. Doğanın yok oluşunu hızlandıran erkek barbarlığına karşı da tek alternatiftirler.