- 1245 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
ON 1
Sıradaki şarkı bana geldi,
Sonra bir yığın keder,
Uykusuz bir sürü gece,
Oturup gitmek birlemeyen komşu kadın,
Onun huysuz çocukları,
Bana geldi…
Sen gelmedin… g e l m e d i n.
Bunca şeyin arasında sen çıkar gelirsin diye beklerken, o kadar şey geldi ki, saymakla bitiremem, gidenimde oldu senin gibi, mesela gözlerimdeki çocuksu sevinç en az senin kadar muamma.
Nerde yaşadığını bilmediğim kentin duvarlarını anımsıyorum şimdi, benden daha şanslı taş yığınları, her gün selamını alan taş duvarlar, betonlar, binalar, reklam panoları, köşedeki bakkal, camdan çocuklara top oynamayın diye bağıran teyze, mahallenin raconunu üstlenmiş fiyakalı delikanlıları, eski havasında olmayan gazeteci çocuk, orda yaşayan kediler, köpekler, kuşlar, ağaçtan düşen yapraklar, hepsini anımsıyorum, en az aşkımız kadar. Ve hepsi benden şanslı, seni bildiği için…
Bide gitmeyenler vardı. Duvardaki takvim, hala aynı ayın on biriydi. Üstü kırmızı kalemle çizilmiş ateşli bir günü anımsatıyordu. Mürekkebi hala ilk gün ki gibi capcanlıydı, cehennem kadar ürkünçtü. Mecusi olsan sevilmez. yaprakta yazan nota gözüm ilişti, “dönerse senindir, dönmezse olmamıştır.” İnkar ediyorum. O gitmedi, giden ayaklarıydı ve fizik kuralları hiçbir zaman gitmeyen bir şeyin geleceğini kabul etmeyecekti anayasasında. Mavi gözlerin olabildiğince yani olabilecek en güzel kentiydi dünyanın, farkındaydım, yiteceğimi, biteceğimi…
Elli kuruşluk döner ayran gibi içinde ne olduğu belli olmayan bir hal alıyordum, büsbütün ölüyordu uzuvlarım. Savaşı kaybetmiş bir ordudan sağ kurtulmuş bir asker gibi, önce silahımı, sonra miğferimi, üniformamı, botlarımı çıkarıp ölüyordum.
Her seste seni arıyordum, her gözde seni, her bakışta seni, her şarkı sana geliyordu, her şiiri senin için diziyordu şair, her ezan sana okunuyordu, her sela bana…
Efkârıydın artık gecelerin, gecelerim demiyorum, çünkü senli geçiyordu o yüzden gecelerin,
Bir sigara daha tütünden sararmış parmaklarımın arasına giriyordu, bir duman daha ölüyordum, tıpkı birazdan ölecek sigaram gibi. “sevmek bin defa ölmek demekmiş” diyordu, eski, antenini bir telden uydurduğum radyom, ben birkaç milyonu biliyordum. Sevmek ne kadar ölmek demekmiş. Maviydi gözlerin, tıpkı tavandaki gökyüzü gibi, tıpkı gidişin gibi.
Kahretsin gözlüğümü nereye bıraktım ki, yokluğuna şiir okuyacaktım, yine buhar tutacaktı camları, ben yine silecektim, sonra koltuğa geçip gözlerimi duvara dikecektim, bir sigara yakıp, duvara çizdiğim sinemada, Ki seninle hiç gidememişliğimdi, Andy Garcia’nın “kayıp şehir” filmini izleyecektik, sonra uykun gelecekti, sen başını omzuma dayayacaktın, öyle ki, benim uyumam için her gün böyle bir düşü evimin ayakları kırık koltuğuna bakan duvarında canlandırmam gerekirdi…
Nöbetçi_Piyanist
ON 1 Yazısına Yorum Yap
"ON 1" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
2 Aralık 2014 Salı 18:29:12
her sözcüğün yanında yürüdüğümü görüyorum. büyük bir zevkle okuyorum. Yüreğinizdeki taşkınlığa merhaba.
babadergo1
@babadergo1
teşekkür ederim. sözcükler hep yoldaş olsun size merhaba
babadergo1
@babadergo1
teşekkür ederim Turgut kardeşim seninde ağzına sağlık