11
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1976
Okunma


Mendil… Ufacık bir bez parçası… Asli görevi burun silmedir; ama onun santimetrekarelerine ne ağırlıklar sinmiştir. Dokumalarına ne yükler sığmıştır. İpekli, pamuklu, nakışlı, renkli, beyaz, oyalı, oyasız, çizgili, çizgisiz, kendinden çizgili çeşitleri vardır.
Mendil, eski bayramlarda, çocuklara el öptükten sonra harçlıkla beraber verilirdi. Yeni doğan bebek gezmelerinde verilen mendilin içine lokum konulurdu. Günümüzde, bu adetler tamamen kalktı. Bunda kağıt mendillerin etkisi çok fazladır. Mendilin değeri kalmadı. Hatta ıslak olanı yapıldı. Yani mendilin suyu çıktı. ”Çürüttüm otuz iki mendili bulamadım o yârin dengini” veya bir Hatay türküsünün "Al mendili mendili/Kız sever karanfili/Mendilim sende dursun/Sil gözünün yaşını" güftesindeki gibi gözyaşları ile ıslanacak mendiller yok artık. Kadın programlarında derdini anlatarak ağlayanların Selpak istemesi mendilin hem kağıda hem de bir markaya indirgenmesinin göstergesidir. Bir de kamuoyunu meşgul eden içler acısı “Selpakçı çocuklar” konusu var.
Benim mendile karşı özel bir hırsım vardır. İlkokulda, Pazartesi sabahları ellerimizi üstüne koyduğumuz mendilin, temizlik simgesi haline getirilmesine sinir olurdum. Mendilimi unuttuğum bir gün, arkadaşımdan ödünç almıştım. Geri vermem gerektiğinden yıkadım, ütüledim. Jest olsun diye de çocuk aklımla, olanca parfümü üstüne boca ettim. Sonuç; şimdiki leke çıkarıcıların bile yok edemeyeceği koca bir leke ve büyük üzüntümdü. Bir de annemin, Avrupa’dan gelme çok sayıda nakışlı mendilleri vardı. Onları, bizden köşe bucak saklardı. ”Büyüyünce kırk tane mendil alıp vereceğim” diye içimden anneme gönül koyardım. Eşim olmaya namzet kişi, nişan bohçasına mendil koymamamızı istemişti. Ayrılık getirirmiş. Bilseydim koydururdum. Otuz iki yıl sürüncemeli geçen evliliğim belki çok daha önce biterdi. Üniversitedeki genç hocamın ders anlatırken elindeki mendilden kuvvet almasını hâlâ yadırgayarak anımsarım. Zavallı mendil, hocanın elinde origami yapılan kağıtlara bin fark atardı. Mendile olan acıyan bakışlarım hocayı çok kızdırmış olacak ki bana öğrenim hayatımda yarım dönem kaybettirdi.
Tabii, herkes, mendili böyle hoyratça kullanmaz. Halay başının havaya girmesi elindeki mendile bağlıdır. Cebinden çıkardığı mendil ile coşku hemen sarmaş dolaş olur. Şimdilerde karton kutuların yerini aldığı, dilencilerin, yere koydukları mendiller de vardı. Dilenci, gelecek sadakaları düşünerek en ufak bozuk para ile sponsor olduğu mendille kendi ezikliğini paylaşırdı. Özellikle amelelerin, dört köşesine birer düğüm atarak başlarına geçirdikleri mendiller, onların yegane güneş koruyucularıydı. Teri alması için üçgen olarak katlanan mendil bugünkü fuların atası olarak boyuna bağlanırdı. Ter için, hala, yaşlı beyler kocaman bir mendil çıkarıp kafa, göz, ense, yüz silme seremonisi yaparlar. Keloğlan filmlerinde gördüğümüz, omuzdaki sopanın ucuna bağlanan azık bağlı mendil başka bir alemdir.
Çocukluğumuzda oynadığımız ”Menekşe mendilim düşe, bizden size kim düşe” tekrarlamalı oyun ne güzeldi.”Yağ satarım, bal satarım ustam ölmüş ben satarım” diyerek oynanan oyunda, çemberde arkasına konulan mendili fark etmeyen çocuğun hali yamandı.
Yahya Kemal Beyatlı beni çok etkileyen ünlü şiirinde;
“Artık demir almak zamanı günü gelmişse zamandan; Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan; Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil” derken hüzne boğulup insanın mendil aramaya kalkası gelir.
Osmanlı döneminde ayaklar altına alınan mendil, kim bilir kaç aşkın tohumu olmuştur. Beğendiği delikanlıyı gören feraceli genç kızlar, o güzelim şatafatlı ipek mendillerini “ezkaza” yere düşürdüklerinde beyefendiye, onu yerden almaktan başka bir şey kalmazdı.
Kız istemeye gidildiğinde damat adayının heyecan terlerine bir mendil yetmez. Çoğunlukla kağıt mendil tercih edildiğinden yüze yapışan kağıt parçaları damadı daha komik duruma düşürür.
“Mendilimde gül oya, gülmedim doya doya” dizeleri ile başlayan şarkı, insanı “Daha ne mendil oyaları var acaba?” diye düşündürüyor.
Erkeklerin takım elbiselerini tamamlayan mendil, konulduğu cebe hakkını verir. Daha asil bir görünüşe neden olur.
Mendil, folklorik giysilerde aksesuarın olmazsa olmazıdır. Mendilsiz folklorik kıyafet yoktur.
Bir de “mendil kadar” ibaresi vardır ki genellikle bikiniler için kullanılır. Giyemeyen veya giymek istemeyen hanımlar tarafından kullanılan bir aşağılama üslubudur. Yalnız mendili mi, bikiniyi mi yoksa giyeni mi aşağılıyorlar bilemiyorum.
İşte hayat yelpazemizde bu kadar yeri olan mendil sevinçlerimize, coşkularımıza, üzüntülerimize, özlemlerimize ortak olan bir semboldür. Adeta onlara son damgayı vurur.
Ceyda Sevgi Ünal