DURU GÖL
İLK ÖNCE
Hayat hakkında derin düşünceleri olan Münevver Hanım ve eşi Macit Bey emeklilik sonrası rahat bir yaşam sürmek amacıyla yaptırdıkları eve yerleşirlerken tek bir şeyi hesaplayamadılar; Macit Beyin ölümü! Macit Bey onca masraf ettiği evine ve gece yarılarına kadar uyumak için debelendiği yatağına alışamadan bir gece sessizce vefat etti. Zavallı Münevver üç gün sürdürdüğü kocasının canlılık özelliğine alıştığı bedenini sonsuz uykusundan koparma uğraşının ardından biçare boynunu büktü. Hayat arkadaşını beklenmedik bir anda kaybeden Münevver Hanım evinin bulunduğu mekâna uzak bir şehirde yaşayan kızının onca bende kal ısrarına rağmen evini terk etmedi, kimseyle görüşmedi ve bu şekilde üç sene yaşayabildi. Bir kadını kalbinin ortasında filizlenen ve yıllar geçtikçe bir çınar ağacına dönüşen koca sevgisini kaybetmek dışında hiçbir şey bu derecede yaşama küstüremez. Münevver Hanımın küskünlüğü canlılardan uzak durmasına neden oldukça görüntüsü tanıdığı tüm insanların hafızalarında yavaş yavaş soldu, kızı dâhil kimsenin aklına onu aramak gelmedi. Ölümünün üzerinden geçen koca üç sene boyunca, sınırlı yaşamın sonsuz bilinmezliğe karıştığı bir tek anı simgeleyen Münevver’in yatar vaziyetini kimse görmedi. Ta ki Samet köyden uzak, ağaçların arasında kaybolan Duru Göl’ün yanındaki eve gelene kadar.. Kapı açıktı, Samet evi gördüğünde açık kapıdan çok böylesine sessiz bir yerde bir evin olmasına şaşırdı. İlk başta çözemediği bir şey evi diğer evlerden kalın çizgilerle ayırıyordu. Bir tarafta kıpırtısız göl, diğer tarafta sessiz bir ev.. Samet açık kapıya yaklaşırken kapıya doğru attığı her adımın hayatında derin izler açacak bir olayın başlangıcı olduğunu fark edemezdi ancak içinde garip duyguların dolaştığını hissedebiliyordu. Kapı toz içindeydi, aralıktan gözüken halıda rüzgârın taşıdığı yapraklar vardı. Bu evde biri yaşıyor olamazdı. Terk edilmiş bir evle karşılaştığı düşüncesi Samet’in tüm bilincini bir anda kapladı. Bu düşüncenin verdiği rahatlıkla on üç yaşındaki bedeni içeri sızdı. Odalardaki tüm eşya kalın bir toz tabakası altına gizlenmişti ancak her şey yerli yerindeydi. Vitrindeki süs eşyaları, bardaklar, kanepedeki yastıklar az önce yerleştirilmişçesine düzenliydiler ancak yıllardır unutulmuşçasına tozluydular. Evet, Samet haklıydı, ev terk edilmişti ancak yaşayan kişiler tarafından. Zira bu evde bir canavar vardı ya da bir hayalet. O lanet olası şey ne ise şuanda uyuyordu. Samet, hortlağı araladığı yatak odası kapısının ardından görmüştü. Aklı ilk başta yalnız olmadıklarına ve evde yaşaya gelen birinin bulunduğu (doğallık) düşüncesine sarıldı. Ancak uyuyan yaratığın yüzü karanlıktı, çürümüş gibiydi. Siyaha boyanmış kemiklerden oluşan bedenine çok bol gelen elbiseleriyle yatağa sırtüstü uzanmış bu canavar az sonra uyanabilir ve aç karnını Samet’i yiyerek doyurabilirdi. O an Samet’in duyduğu korkuyu anlatamayacağım, bunu başarmam mümkün değil. Yine de gördüğü manzara karşısında ömür boyu sürecek bir şoka girmeyişini duyduğu güçlü korkuya borçlu olduğunu belirteyim. Kendine geldiğinde Samet uzun süre konuşamadı, konuşmaya başladığında ise kekeliyordu. Ona soranlara “gözünü açmıştı” dedi. “uyuyordu ve birden gözünü açtı, bende koşmaya başladım.” Ve böylece yıllarca sürecek bir efsane, Münevver Hanımın hayaletli evinin söylentisi başlamış oldu.
ŞEYTAN TAŞLAMA VE BİR VAKIA
Çocuklar Münevver Hanımın evindeki kötü ruhları kovmak için evi taşladılar. İlk başlarda heyecan verici ve korkunç bir tarafı olan bu taşlama ayinleri zamanla her gün yerine getirilen bir ritüele dönüştü. Evde kırılacak pencere camı kalmamıştı, buna rağmen çocukların büyük bir zevkle fırlattıkları irili ufaklı taşlar kapılara, ahşap mantolu cephelere çarptıkça evin dış yüzeyinde çatlak ve göçükler oluşmaya başladı. Meteorların yüzlerce çukur açtığı ayın yaşlı yüzü gibi ev kısa sürede tarihi bir kalıntıyı andıran bir cehreye büründü. Çocuklar hırsla şeytanın gizlendiği evi taşlasalar da hiçbir zaman içeri girecek cesareti bulamadılar. Çünkü evin karanlıklarında bir yerlerde kötü bir ruhun yaşadığına öylesine inanıyorlardı ki bu inançlarını sorgulamayı düşünemiyorlardı. Kimi zaman öfkeyle savrulan bir taş camsız pencereden içeri girer ve tüm çocuklar kafasına çarpan taşın acısıyla şeytanın haykırdığını net bir şekilde duyarlardı. Genellikle güneşin ufukta kayıplara karıştığı kül rengi vakitlerde çocuklardan biri korkuyla bir çığlık atar, dehşetle açılmış gözlerinin hedeflediği noktaya bakan diğer çocuklar da onun bu korkusuna içtenlikle eşlik ederlerdi. Akşamın kızıllığıyla gölgelerin birbirine karıştığı böyle anlarda evin penceresinde karanlık bir şey hiçbir zaman göremedikleri ancak akıllarında kusursuzca kurguladıkları bir ifadeyle onları izliyor olurdu. Çevreden taşlar toplanır, küçük birlikler oluşturulur ve hedefi pencereler olan yeni bir savaşın başlangıcı atılırdı. Bu harp durumu fazla sürmezdi zira taş atmaktan yorgun düşmüş çocukları uzun bir geri dönüş yolu bekliyordu. Hayaletli eve girmeye cesaret eden ilk kişi tek görüşte kimsesiz olduğunu düşüneceğiniz, oysa küçük bir kız çocuğunu taciz ettiği için köyünden kovulan Mesut amcaydı. Beyninde oluşan farklı ve genel kabul görmüş sosyal yaşamın ahengine gölge düşürdüğü için hatalı diyebileceğimiz nöron alış verişi sonucunda ruhunu teslim ettiği sübyancılığın şehvetiyle başını sayısız belaya sokmasına rağmen akıllanmayan Mesut amca Münevver Hanımın hayaletli evinde kalırken kimsesizlikten çok, çocukların fırlattığı taşların vücudunda açtığı yaralar nedeniyle acıdan inlerdi. Hele o Samet piçi koca taşı nasıl da kafasına isabet ettirmişti. O gün Mesut amcanın kafasından öyle çok kan aktı ki, sonunda durduğunda evin içi vahşi bir katliamdan arta kalan ürkütücü bir olay mahalline dönüştü, koltuklar ve duvarlar kırmızı lekelerle adeta yeniden dekore edildi. Öte yandan mahalleli, çocukların Münevver hanımın evi hakkında uydurdukları kaçık hayalet öykülerini alıp işliyor ve inanılacak bir hale sokuyorlardı. Ahali trajediyle gerilim unsuru olan hayaletsi yaşamı harmanlıyor, ortaya içler acısı olduğu kadar kulağa ürkütücü gelen bir dizi senaryo çıkarıyordu. Evet, Münevver Hanım ölmüştü ancak kocası kaybolduğu için ruhu evin içinde sıkışmıştı. Hayalet Münevver intikam istiyordu, o ev tehlikeliydi.
DURU GÖL HAKKINDA
Duru Göl geceleri yalnızsanız sizi korkutabilir. Dinliyor gibidir. Gece karanlığında ayın parlattığı gölün o şeffaf duruluğu içinden her an beyaz gelinliği içinde çürümüş, öfkeli ancak mazlum bir kızın cesedi çıkacak gibidir. Kıvrılan eklemlerinden çıkan gürültüyü işittiğinizde o gelini fark edebilirsiniz, doğruca size yaklaşıyordur. Kaskatı vücudu hareket ettikçe vücudundan parçaların döküldüğünü görmeniz zor değildir. Derin kuyuları andıran boş göz çukurları en ilkel öfkelerin ifadesini taşıyordur. Sonra aslında yürümediğini, hızla size doğru süzüldüğünü fark edersiniz. Kısa bir an sonra karşı karşıya kaldığınız bu yüzde ne bir anlam ne de bir ifade olmadığını anlarsınız. Kuru ağzından tek bir sessiz çığlık kopar, nefesi yıllarca içine dolan yosun ve çürümüşlük kokusunu dışarı salar. Evet, eğer gece vakti Duru Göl’ün yakınlarında durup sessizliğini dinlerseniz tüm bunlar olacak gibi gelebilir size. Oysa uzun seneler boyunca gölde muhtelif böcek çeşitleri ve birkaç zavallı balık türü dışında herhangi bir kıpırtıya sebep olacak bir varlığın yaşadığı görülmedi. Söylenti, basit güdülerle yaşayan ilkel insanın üstesinden geldiği en şatafatlı sanat dalıdır. Kasaba tarihinde gölde ceset görüldüğüne dair on altı tane, suyun üzerinde yürüyen korkunç perilerin insanlara sataştığı yolunda ise defalarca söylenti çıktı. Kafa karıştıracak ve kuşkuya yer bırakmayacak kadar büyük olmayan gölde söylentilerin etkisiyle yapılan araştırmalar sonucunda ne bir insan cesedi bulundu ne de bir balık cesedi. Anlaşılan o ki göle hayat veren canlı popülâsyonu dengeli bir nicelikte devinip duruyordu.
BİR CESARET ÖRNEĞİ
Eda on üç yaşında bir kız, okula gidiyor. Adı birkaç kez Münevver hanımın, öldüğü zaman ismi hayaletli köşke dönüşen evini taşlama eylemine karıştı. Yine de uslu bir kız olmayı her zaman başarmıştır. Mahallelinin ev hakkında anlattıkları dehşet verici öyküleri duyup onların korkularını yüzlerinde okuyunca hayaletli evde bir gece geçirmeye karar verdi. Bu kararını arkadaşlarına söyledi, aptallıkla suçlandı. Yılmadı çünkü ona aptal diyen arkadaşlarının yüz ifadelerinden kendisini ne kadar cesur bulduklarını görebiliyordu. Eda okulda aşı yapılırken öğrencilerin korkusunu görüp cesaret alırdı, karakterinin bu özelliği ölümüne kadar sürmüş olmalı. Yüksek bir setten atlayamayan bir grup mu vardı etrafta, Eda cesaretle o yükseklikten atlardı. Sert öğretmenlere sorulamayan ne varsa Eda sorardı. Kuvvetli gök gürültülerinde yakındakiler bir köşeye sinerken Eda’nın neşeli kahkahaları işitilirdi. Onun, başkalarının korkusundan aldığı cesareti, herkesin kolaylıkla yaptığı eylemlere gelince darmadağın olurdu. Toplum önünde şiir okuyan öğrenciler ne rahattılar, lunaparklarda delicesine eğlenerek baş döndürücü o garip makinelere binerken de arkadaşları korkmazdı. Yaşıtları yamuk dişlerini düzeltmek için hevesle dişçiye gidiyorlardı. Oysa Eda, sonunda bir kahraman olmak yoksa sonsuz şeyden korkardı.
EDA VE SESSİZ EV
Dış yüzeyi göçüklerle dolu evin içine ilk defa giriyordu. İçinde tarif edilemez bir korku vardı. Ev yıllardır herkesin uzak durduğu korkunç bir yer olmuştu. Hayalet yoksa bile bunca söylenti sonucu evin içinde bir takım hayaletlerin yaşamaya karar vermiş olacaklarını tahmin ediyordu. İlk başta görebildiği sadece karanlıktı. Ayağına çarpanlar ise şeytan taşları.. Eda eve musallat olmuş bu şeytanın insanlara duyduğu öfkenin şiddetini bir anlığına tüm benliğinde hissetti. Şimdi anlıyordu ki buraya gelişi özgür bir irade sonucu verilmiş bir karar olamazdı, o çağırılmıştı. İçini bir sıkıntı kapladı, evin derinliklerini karanlığın bir parçası sandığı ölümcül bir karaltının ani hareketini görmek endişesiyle gözlüyordu. Ölümüyle birlikte hayaletli evin adı sonsuza dek yaşardı artık. Aklında, bedenini kurban olarak seçen evin öyküsünü anlatacak komşularının görüntüsü belirdi, güldü. Büyük bir olayın eşiğinde hissetti kendini, tarih yazanlara yazacakları bir konu daha. HAYALETLİ EVİN GİZEMİ. Ailesine haber vermeden gittiği kimsesiz evde kaybolan küçük kızın sırrı, yöre halkının evin hayaletli olduğu söylentilerini akla getirdi. Tüm arama çabalarına rağmen bulunamayan şanssız kızın ailesi yakınları tarafından güçlükle sakinleştirilebildi. (Duru Göl Haber-Yazan Samet..) Gözlerinin eve sinmiş karanlığa alışmasında mutfak kapısından sızan ayın ışığı etkili oldu. Şimdi etraftaki cisimleri asıllarının birer gölgesi gibi görebiliyordu. Hissettiği korku yatışmasına rağmen onu terk etmedi. Bir an ev hakkında çıkan söylentilerin ne kadar yersiz olduğunu düşündü. Nihayetinde kimsenin yaşamadığı, kaderine terk edilmiş bir evdi bu. Bu şekilde düşünebilirse arkadaşlarına söz verdiği gibi sabaha kadar burada kalabilirdi ancak işin içinde korku olmayınca yaptığı cesur davranışın bir anlamı kalmıyordu sanki. Ailesine söylediği yalan, ayakları ağrıyana kadar yürüdüğü onca yol, bu kokuşmuş ev; eğer korku yoksa hiçbirine değmezdi. Eda bir koltuğa oturdu ve beklemeye başladı. Olduğu yerden gölü ve onun yüzeyindeki ay ışığının dansını görebiliyordu. Kısa süre sonra çevredeki sesleri işitmeye başladı. Bu seslerde alışılmışın dışında bir anlam bulamadı. Ağaçların yapraklarını hışırdatan merhametli rüzgârın uğultusuna eşlik eden Ağustos böceklerinin bağırışları dışında uzaklardan gelen belirsiz sesler duyuluyordu sadece. Kısa süre sonra aklında beliren çılgınca imgeler yüzünden paniğe kapılıp evden kaçmamak için kendini zor tuttu. Üst kattan, yıllar önce Samet’in bulduğu Münevver’in cesedinin yavaş adımlarla aşağıya inen görüntüsü Eda’nın duyularının gerçeğe dönmesini sağladı. Küçük bir kızın yalnız başına, gece karanlığında, kimsesiz bir evde işi olamazdı. Varlığından beklenmeyecek bu cesaret, bedenine yön veren duygusal çarkların ne derece paslandığına bir örnekti. Ancak şimdi dönmeye başlayan çarkların her hareketinde yüksek gerilimli bir dehşetin etkisi altına giriyordu. Aklının canlandırabileceği tüm korku imgeleri bir bir açığa çıkmaya başladı. Evin pencereleri önünden hızla bir gölge geçti, üst katta arkadan vuran ay ışığı yüzünden suratı karanlıkta kalan bir varlık gömüldüğü tek kişilik koltukta harekete geçmek için bir işaret bekliyordu. Çok vahşi bir şeyin korkunç çığlıklar atarak göl tarafından sürüne sürüne yaklaştığını gördü....
YORUMLAR
Çok hoş bir hikaye.
Merak ve gerilim konusu iyi işlenmiş.
Yazarın akıcı üslubuna da diyecek yok sözün doğrusu.
Her şey güzeldi.
Deva mı da güzel olacak şüphesiz.