Eskilerin Televizyon Çocukları
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
-Bizim zamanımızda. Diye başladı çayından bir fırt alıp hanım...
O ne zaman bir şeyler anlatmaya başlasa, yüzümde küçük bir gülümsemeyi hazır bekletirdim. Nasılsa az sonra gülümseyecektim.
Bizim zamanımızda öyle herkesin evinde televizyon ne gezerdi. Koskoca mahallede bir bizim evimizde vardı. Ailece Yugoslavya’dan ülkeye göç ederken arabaya eşimin ilk koyduğu eşyalardan biriydi.
-Eşim İskender aman dikkat dikkat kırılmasın. Der dururdu, ülkeye gelene kadar. Dikkat ettik, kırmadık. Ülkeye gelip ev alıp ilk yerleştirdiğimiz de, yine televizyon oldu. Siyah beyaz, arada sırada cızır cızır yapardı, hatta yayın gitti mi gelmek bilmezdi. Eşim başında beklerdi yayın gelene kadar. Mübarek mal gibi evin en güzel ve en yüksek köşesine koydu, ona bakmak için boynumuz tutulurdu. Hele ki üstünde bir toz görsün alim Allah, tozunu bile nefesi ile üfler dururdu.
**
Mahalle halkı birkaç gün sonra bizim taşındığımızı bizden önce televizyonumuzdan öğrenmişlerdi. Yavaş yavaş misafirlerimiz güle güle oturuna gelmeye başladılar. Buyur etmeye başladık tabi ki bizde. Giderken de çocuklarının televizyonu çok merak ettiklerini söyleyip, akşama gelebilir mi, deyip onların yerine izin isteyip çekip giderlerdi.
**
O zamanların evleri şimdiki evler gibi değildi. Salon salamanje denilen evlerimiz vardı. Yani şimdiki bir artı bir evin, ortadan cam kapı ile bölünmüş bir salonu. Misafir gelince o cam salon açılır, salon büyütülürdü. Akşam olup televizyonun başlama saatine az kalınca, zil çaldı. Kapıyı açtım.
-Teyze, ben komşunuz Zehra’nın oğluyum, hani bugün size gelmiş ya, çay içmişsiniz. Televizyon izlemek için geldim.
-Gel oğlum ama annenin haberi var değil mi?
-Var var, zaten o söyledi git diye geldim, yoksa gelmem ki.
İskender bu çocuk televizyonu merak etmiş. Evin müsait bir yerinde oturt, birazdan televizyon başlayacak seyretsin.
-Gel oğlum gel. Çay içiyordum sende içer misin?
-Olur amca içerim. Şekeri bol olsun.
Biraz sonra bir zil sesi daha.
-Teyze televizyonunuz başladı mı?
Mahalleden iki çocuk daha.
-Yok çocuğum başlamadı, tam zamanında yetiştiniz. Siz kimin çocuğusunuz?
-Hayriye’nin.
-Ha iyi iyi. Siz de çay içer misiniz?
Bir zil daha... Bir zil daha, derken bir zil daha.
Eşim, ben ve evde bizimle beraber yaşayan görümcem sadece çocuklara çay, meyve ve kuru yemiş servisi yapıyoruz. Oldukça eli açık olan eşim ara sıra bana soruyor,
-Hanım, git bak bakayım dolaptaki dondurma çocuklara yeter mi?
-Yetmez bey yetmez yetmez.
-Aa, sende azar azar koy tabaklarına canım.
-Olmaz bey, olmaz.
Ya bu adam ne kadar laftan anlamaz adam, işaret ediyorum, gözüne bir şey mi oldu diyor. El ediyorum, Ne oldu diyor, Ben sana soracağım adam bekle sen bekle, senin sonun geldi, isteseydim ben sana sanki kırk çocuk doğurmazdım değil mi? Şuraya bak, ev değil, tren yolu sanki.
Birkaç saat sonra çocuklar birbirinin üstünde istif oldular.. Televizyonda İstiklal Marşı okunmakta artık. Çay may dibini bulmuştur. İskender, çocukları tek tek kucaklar, evlerine bırakmaya çalışır.
-Zehra Hanımın evi burası mıydı?
-Evet ama, bu benim çocuğum değil İskender Bey. Bir karışıklık olmuş.
-Ah pardon, çocuklar uyanmasın diye ışığı yakmadım da Zehra Hanım. Affedersiniz sizinkinin üstünde ne renk giysi vardı?
Davi / öyküsatıcısı 08.08. 2014
Seçki kuruluna ve okuyan, okumayan, yorumlayan, yorumlamayan tüm arkadaşlarıma Teşekkür Ederim.
İzinsiz ve kullanılan isimler değiştirilerek başka sitelerde Facebook adreslerinde yayınlanması yasaktır.
YORUMLAR
Merhaba değerli yazar;
Güzel bir öykü okuduğumu söylemeye ne hacet.
Ben şahsen o kadar çocuğu misafir eden ailenin başına geleceklerden
hatta belki de gelenlerden korktum.
Hani "iyilik yap görevin olsun" sözü vardır ya. Hikâyenizi okurken aman Tanrım! Eyvahlar olsun! gibi ünlemler zihnimde ünlemez mi.
Bu arada ben de bir devrin televizyon çocuklarından biri sayarım kendimi. Şöyle bir örnek gelir aklıma. Yıl 1977. Yaz dönemi bir Karadeniz gezisindeyiz. Sinop da iki gün kaldığımızı anımsarım. Bayağı da yağmur yaş günlerdi. Bir cumartesi akşamı restaurantta yemek yiyoruz. Yemekten sonra babam hadi dolaşalım demez mi. Ben de, aman baba dur hele şimdi "Vadideki Hayat" var demez miyim. Rahmetli şöyle bir haydaaa! Çekiverdi garibim.
Evet bir cumartesi akşamı olduğunu da, arz ettiğim diziden hatırlıyorum ya. O sene cumartesi gündüz kuşağında baş rolde Elsa adlı arslanın rol aldığı "Hür Doğanlar" adlı bir Afrika dizisi geceleri ise evet "Vadideki Hayat" siyah beyaz ekranı şenlendirmektedir. Tereciye tere satmak istemem ama Hür Doğanlar'ın müziği de pek meşhurdur. John Barry'den enstrumantal, Matt Monroe'den de şarkısını dinlemek bugün de benim vazgeçilmezlerdenimdir açıkçası. O zamanlar öyledir işte; Vadi de hayat bir başkadır. Hür doğmanınsa garip, dayanılmaz bir sihri vardır.
Sürç-ü lisan etmediğimi umuyorum...Kafanızı ağrıttıysam affola...
Sizin gönül pencerenizden dünyayı izlemek zevk... Lütfen devam...
Saygı ve selamlarımla...
Aslında yazıyı yayımlandığı ilk birkaç gün içinde okumuştum lakin çağrışım yaptığı şeyler yüzünden yapacağım yorum yazının güzelliğine halel getirir korkusuyla sadece okumuş yorum yapmamıştım. Oysa yazı o günlerin atmosferine ne güzelde sokup çıkarmıştı okuyanı, hele bir de benim gibi nostalji manyağıysanız.
Yazının bir kötü yanı; okurken birden çatıya çıkıp anten düzeltme krizimi tetiklemesi. Böyle yazılarda hep oluyor ne hikmetse. Yok yok endişeye mahal yok. Daha evvelde başıma birkaç kez geldiği için tecrübeliyim. Televizyonu açıp, kontras ayarlarından renk seçeneğini siyah beyaz yapıp beş on dakika kısık seste (yerli dizi haricinde ne varsa)seyredince kendime geliyorum. (ahanda geçti bile)
Yorum yazmasam içimde ukde kalacaktı;
Geçmiş zaman; küçük Amerika olacağız manifestosuyla icra makamında höt büyütenlerin mini minnacık vizyonları sayesinde (bazılarının iyi niyetlerinden şüphe duymasam da) o tarihlerde taa Uganda da bile renkli televizyon yayını varken, yıllarca hava kararınca, karınca kararınca televizyon diye bir türlü orgazmı beceremeyen binlerce karıncanın halvet olmalarını izledik tabiri caizse. Yalan mı? Hala ara ara kullandığımız “televizyon karıncalandı” diye kreatif bir terim işte tam da o zamanlardan mirastır Tük diline.
İşin garip ve acı tarafı tam da o tarihlerde (1972 yılı olması lazım) Amerikalı astronotlar ay yüzeyinde piknik yapıyorlardı canlı yayında (hiç unutmam; o gün okul, sırf bunu izlememiz için erkenden tatil edilmişti)
Kafaya koy(muş)duk ya bir kere, küçük Amerika olacağız diye. Yav nankörlük etmeyelim şimdi, televizyon deneme yayınına geçmişiz, az iş mi allasen. Belli bir yayın politikası oturtulana kadar (kültürel manada gıdıklanmadık bir kulak arkamız kalmasına rağmen duyduğumuza göre hala ısrarla ve inatla oturtulmaya çalışılıyormuş) “Hollywood” tarihinin 1900 il 1965 arasındaki sesli sessiz bütün filmlerini hatmettik. (bence fenada olmadı hani) Ardından dizi furyası başladı. Dizileri enişte dururken elin Rusya’sından alacak değildik ya! (bu arada meraklısına; Rusya el, Amerika enişte, Türkiye iç güveyi oluyor). Allah var çoğu da güzel dizilerdi. Kıyaslama yapmak gibi olmasın ama teşbihte hata olmazmış; toprağı bol olsun Komiser Columbo’nun testisinin bir tüyünü bizim çakma (mukteşem) Sülümanın sakallarına değişmem. O derece yani
Sağolsun yurdum insanı bizler yeni gelinin vites koluna sarıldığı gibi sarıldık bu karakutuya, geride hatırlandıkça gözlük camı buğulatan böyle hoş anılar bırakarak…
Heyhat az gittik uz gittik, fazla değil tamı tamına bir arpa boyu yol gittik. İnanmayan geriye dönüp şöyle bir baksın!
Sürçi lisan ettikse affola
Tebrikler, selamlar, saygılar
Duygu yüklü cümlelerin sonuna geldiğimde patlatıyorum kahkahayı, daha doğrusu kendi patlıyor freni boşalmış bir kamyon gibi...Ah diyorum, sizin sahip olduğunuz bir tv değil, çocuklara devamlı matineler sunan bir sinema salonu olmuş. İyi de olmuş, yoksa çoktan unutulur du, di mi ama?
Saygılarımla...
Herkesin yaşadığı şeyler...çok güzel...O çocuklardan biri de bendim.
Nostalji yaptın...
Davidoff
İçinde bir taze kavrulmuş çekirdek yok değil mi Vergilius :)
Teşekkür ederim.
Ama bu çokk keyifli bir yazıydı, bak gördün mü sevgili Davi beni kendine borçlandırdın:-) yüzümdeki bu kocaman gülümseyişten ben de sana borçluyum şimdi :-) zaten hep söylerim senin yazılarının hep başka bir tadı ve güzelliği vardır...eski günlere götürdün bizi ve ne iyi ettin...
çokça tebrik, teşekkür ve sevgilerimle...
Davidoff
Biliyorum nasılsa bir gün borcunu ödersin :))
Teşekkür ederim SuyaAğıt.
O siyahı beyazı birilerine göstermek için can atan çocuklardık. Ne güzeldik biz...
Sağ ol Davidoff sağ ol...
Davidoff
Şimdi her şeye özene özene, özenti bir millet olduk çıktık.
Sonunda kendimize bile özenmeye başladık işte.
Teşekkür ederim Ebru.
Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik
Azla yetinir kadir kıymet bilirdik...
Ömrüne bereket can dost...
Davidoff
Ya şimdi:
10 Kuruşluk elektriğe 25 Kuruş ödenmesi gereken faturaları ödeyebilmek için çalışan babalar.
Çalışıp çalışıp, okullarını 1. ile bitirip, alınlarına işsiz damgası vurulmasın diye, ne iş olsa yapan gençler.
Üzüntülerden, ilaçları ile gününü gün eden anneler.
Huuu/komşuuu, bisküvi kalmamış.
Şimdi televizyonun yüzüne bile bakan yok, kanal beğenmiyor çocuklar.4-5 saatlik yayın için televizyonun karşısında oturur beklerdi çocuklar, ve akşamı beklerdi komşular. Mahallede ilk televizyon sahibiydi kayın babam, aynı halleri yaşadık biz de. 1973 yılına gittim şimdi.
Davidoff
Yoklukta kıymet bilinmeli aslında.
Varken, zaten yanındadır.
Teşekkür ederim ablam.
Davidoff
Direniş,
Fena olmadığını biliyoruz zaten ama keşke o günlerin ucundan bile olsun şimdi yaşayabilsek.
Değil mi? :))
Teşekkür ederim güzel yorumun için.
Bir kaç yıl önce aileler televizyon izlemekten sohbet edemiyor diye yakınılırdı. Şimdi bir araya gelip televizyon izlemek bile lüks artık. Herkesin elinde bilgisayar ve herkes artık yalnız. Keşke televizyon çocukları olarak kalabilseydik hiç değilse...
Çok samimi, içimizden bir kesitti yazı. Hep diyorum ne varsa eski günlerde var.
Kutluyorum sevgili öykücüm. Sevgilerimle.
Davidoff
Aynen öyle Engindeniz.
Evlerin dışından kulak misafiri olunduğu zaman, evde kimse yaşamıyor gibi.
Herkesin kucağında sahte bir arkadaş :))
Nerede o komşuluk, komşuculuk?
Huuuu/ Ayşeeee hadi çay koy bakkaldan bisküvi aldık sana geliyoruz :))
Teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
Şimdi misafir ağarlamalar bir külfetten öte bir şey değil. Hem psikolojik hem ekonomik yönden...Gelene hoş görünme çabası gönülden değil. Samimiyet bitti. Yüzlerce liralık sofralar kuruluyor ama beş kuruşluk samimiyet yok!
Sen yaz arkadaşım...Yak bir lamba daha...
Davidoff
Misafir dediğin öyle olmalı, kucakla karşılanıp, kucakla yollanmalı.
Ne yedireceğim derdi olmamalı. Al sana iki domatesli acılı menemen, yanına da bir sıcak ekmek, güzel de demli bir çay. Ardından da bir orta şekerli kahve.
Neymiş o tiramisular miramisular değil mi komşuuuu :)))
Böylesi günlerin içinden geçen , haftanın belirli günlerinde yayında olan televizyonu komşunun penceresine tırmanarak seyreden bir çocuk olarak anılara yaptırdığınız yolculuk için teşekkürler sevgili Davidoff.
Dili ,içeriği ve anlatımdaki sürükleyiciliği ile günü hak etmiş bir çalışma.Kutlarım...
Yadigar Ünver tarafından 8/9/2014 11:49:40 AM zamanında düzenlenmiştir.
Davidoff
Öncelikle sayfamda hoş gördüm sizi.
Teşekkür ederim ederim beğeni ve güzel yorumunuz için.
*
Sonrası mı?
Birazı sohbet ama diğer birazı...
Sahiden ne güzeldi değil mi o şımarıklık.
Artık İskender Amca da yok, cızırtı sesleri de.
Tekrar Teşekkürler.
Davidoff
Sağ ol cancağızım. Tatlı dilin ne güzel senin.
Teşekkür ederim Ayşe Sultan.
İçimizdeki küçük masumiyet kadar güzeldi.
Kutlarım Davidoff sevgilerimle.
Davidoff
" Küçük masumiyetler."
Sence masumiyet kırıtlıları kaç kişide kalmıştır ki Seval?
Seval Doğan
Çok az insanda olsa da hala var o kırıntılardan Davidoff ..
Zamanın döngüsü değil mi sevgili yazarım. Benzer olaylar bizde de yaşanmıştı. Hatta seneler sonra ilk videolar piyasaya sürüldüğünde ilk edinenlerden biri olarak devamı geldi.
Hoştu o günler. En azından güzel bir paylaşımdı çok eskilerde kalan. Ne bencillik vardı ne de haris duygular. Bölüşürdük hayatı şimdilerde dedikoduların bölüşümü gibi. Geçen zaman ve yitip giden onca mefhum ve bizlerden zamanın çaldığı.
Yürekten kutlarım.
Sevgilerimle...
Davidoff
Bizim buraların hava sorunların ötürüydü sanırım, yazdığım yazıyı üç defa yazıp yolladım ancak üçüncüsünde gitti.
Cevap sayfam gece açılmadı, cevap veremedim kusura bakmayın.
**
Evet, zamanın döngüsü. Yıllar geçip okuduğumuz zaman bunları beğeneceğimiz, acaba o yıllarda kimin aklına gelirdi ki?
Teşekkür ederim Sevgili Gülüm.
Davidoff
:((
Yazıyı yazarken bende gülümsemiştim.
Sonraları gülümsemelerime dokundum; hep insancaydı.
Teşekkür ederim Şair.
Yine gidersek o mahalleye,
Tv seyretmeye gelirler mi.
Daha yemeğimizi bile yemeden,
Kapı alacaklılar gibi çalar mı.
Olan kız kardeşime olurdu,
Tv seyredemezdi çay servisinden...
Tebrik ederim saygılarımla.
Davidoff
Yorum diliniz tıpkı işaret sıfatı gibi...
Okurken ne okuduğunu öyle güzel anlıyor ki insan.
Teşekkür Sn. Özaydın. Sağ olun, var olun.
:))) bir an çok gerilere döndüm sayenizde. Babam ilkokul öğretmeniydi. Küçük bir televizyon almıştık. O da o zaman yatılı okuyan rahmetli abimin sayesinde. O çok istemişti çünkü. Murat 124 arabamız vardı. Elektrik de yoktu henüz köyde. Arabanın aküsüne kabşışarda bağlandı yapar seyrederdik. Küçük lojman seyirciyle dolardı. Biz odanın en sonunda yer bulabilirsek ne ala. Çay servisi bana aitti. Ah o günler. Şimdi nerede kaldı o insanlar ve dostluklar. Tebrik ederim değerli yazarım. Sevgilerimle.
Davidoff
Nerede o günler demek zor değil mi?
Olsun, bugünlerimizin de kıymetini bilelim. Güzeli bulup, kaybetmek hep insanların elinde.
Teşekkür ederim Sevgili Nermin Arkadaşım. Sağ olun.
Davidoff
:))
Sormayın.
Şimdi birer siyah beyaz televizyon alıp, bir de çay demlesek, "buyurun buyurun evde televizyonumuz var çocuklar gelebilir diye cama çıksak."
Kaç kişi deli mi diye dönüp bakmaz ki ?
Gerçekten çok güzel.
Çocukluğumun o hoş günleri geldi canlandı gözlerinin önünde okuyunca hikayeyi.
Ne güzel günlerdi.
Ne güzel komşuluklardı.
Bizim de yoktu televizyonumuz, biz de komşuya giderdik.
Hep güler yüzlü, hep misafirperverlerdi.
Bilemiyorum, arkamızdan serzenişte bulunuyorlar mıydı ama, yüzümüze karşı hiç bir bezginlik ifadesi sergilemediler.
Yazıyı okumaya başladığım ilk cümleden, yorumu noktaladığım son satıra kadar eksik olmadı dudaklarımdan gülümsemem.
Hoş hatıralardı.
Davidoff
Kom/şuuu/huu
Derdiler iki komşu birbirine. İsim mi? Ne önemi vardı ki?
Senin yemeğine eksik bir şey varsa, hiç önemli değildi. Nasılsa komşuda vardı.
Kom/şuuu/huuu
Biber bitmiş ya/huu
Kaç / tane / yollıyımmm
İki tane yeter.
*
Şimdi mi?
Adamın biri ölüyor, cenaze namazı kılınıyor kimse gitmiyor. Kimsenin kimseden haberi yok. Oysa kapı komşusuuu/huuuu/geçmiş ola.
Teşekkür ederim BTH.
annemler anlatırdı. mahallenin zengin çocuğu perdeyi açar televizyonun karşısına kurulur, mahallenin geri kalan çocukları da pencerenin önünden görmeye çalışırmış. anneme göre televizyonu yatarak izlemek ne kadar da lüksmüş, çünkü onlar hep pencereden izlemişler.
sonra çocuk biraz havasını attıktan sonra perdeyi çekiverirmiş o kadar çocuğun üstüne. hepsinde her seferinde bir hayalkırıklığı.
bilmiyorum o çocuk şimdi ne oldu. bir yerleri bir taraflara erdi mi ya da önemli biri oldu mu? yahut o yaşta o çocuğun o kibrine ses çıkarmayan ailesi daha sonra o çocukla ne yaptı? tek bildiğim fakirlikle büyüyen ve tek zenginliği anne babasıyla 6 kardeşi olan annem, beni ve kardeşlerimi televizyon çocuğu olarak büyütmedi.
velhasıl İskender Bey gibi, ne çevresindekileri mağdur, ne de bizi elimizdekilerle mağrur etti.
elinize sağlık..
Davidoff
O o o, ondan çok vardır tabi. Bizim Türk Filmlerini izlediğimiz zamanlardaki gibi.
Sıska çocukların perde aralarından bir an olsun tv. izleyebilmek için kıvranmaları misali. Teşekkür ederim güzel yorumunuz için.
Selamlarımla.
Davidoff
Okuduğunuz tamamen yaşanmışlıktır.
Final daha da güzel ve uzundu ama okuru sıkmamak adına kısalttım.
Böyle bir bayan vardır, eşi şimdi vefat etmiştir, kendisi ile yaptığım bir söyleşinin kurgulanmış haliyle denemeye dönüştürülmüş şeklidir yazı.
Beğenileriniz için teşekkür ederim. Saygı ile Sn. Karaşahin.