- 582 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HİÇ
‘’ Anne çok sıkıştım, durabilir miyiz?’’
‘’Sabırlı ol! Bir benzinlikte durursak orda yaparsın. ’’ dedi babası.
‘’İşte her zaman böyle oluyor.’’ diye düşündü Mesude. ‘’ Bana hiç konuşma fırsatı vermez, bütün kararları o alır. Ne olurdu sanki bu cevabı da ben verseydim. Sonuçta bana sorulmuştu o soru. Kadınların en bariz ihtiyaçları konuşmak değil midir? Konuşacağım iki kelimeye de el koydu işte. ‘’
Gözlerini yere dikti. Yüz kasları, göz ve dudak çevresi istemeden de olsa gerilmişti. Yedi yıl öncesini hatırladı, onu istemeye geldikleri anı. Tanımıyordu daha onu, sadece durumları çok iyi demişlerdi. Ondan önce altı kişi talipli olmuştu ona ama nasip Melih’eydi. Birkaç ay nişanlı kalmışlardı. Her gelişinde mutlaka elinde bir hediye olurdu Melih’in. Çikolatalar, çiçekler, yeni bir elbise… En çok kalp şeklindeki gümüş kolyeyi sevmişti. ( Elini göğsüne atıp yokladı, işte buradaydı.) ‘’Ben ve benim gibi kadınlar hayattan çok şey istemeğiz. Yalancıktan dahi olsa erkeklerden duyacağımız birkaç okşayıcı söz bile bizi tatmin etmeye yeter. Çok çok sevildiğimizi bilmek isteriz. Ama erkekler istedikleri kıza talip olurlar, hayatın imkânları da onlara göre düzenlenmiş. Bu isteğimiz onlar için fazla olmasa gerek. ‘’ diye düşündü. O kolye de böyle bir simgeydi işte. Ardından düğünde Melih ‘ in onunla sıcak muhabbetini ve sonrasında ne olduysa artık açık ve gizli ağlayışlarını, ağlayışlarını hatırladı. ‘’Biz böyleyiz, elimizde değil. Dünyadaki toplam hüznün dörtte üçünü biz yükleniriz, diğer çeyreğini de diğer varlıklar paylaşır. Gün içinde o kadar kelime kullanmamıza rağmen içimize atacak acı kelimeler her zaman bulunur, ağlamak için bir bahane arar gibiyiz, ah bulmak ne kadar kolaydır!’’ Annesi kasabadan uğurlarken ‘’ Kızım her şey düzelecek, şehre taşınıyorsunuz işte. Orda kadınlara ister istemez başka davranır erkekler. Ferahlık olacak inan!’’ demişti. İnanmamıştı ama yine de kalbinde belirsiz bir nokta halinde bir umut parıltısı olmuştu. İnsan gittiği her yere kendini, karakterini taşıyorken nasıl olacaktı ki? Bunu hak etmemişti ama yine de mutsuzluk kaderin bir suçu olmamalıydı.
‘’Anne ne olur, altıma yapacağım.’’( Bunu öne büzülerek annesinin kulağına fısıltıyla söylemişti.)
‘’Bana niye söylüyorsun? İşte baban, ona söyle!’’ demek isterdi ama çocuğun gözlerinden neden dememesi gerektiğini okuyabiliyordu. Bir histi bu; gözlerden yansıyan, kelimelerin açıklayamayacağı bir kelime bulutunu okumak. Kadınlarda ve özellikle annelerde vardı. Dikiz aynasına tereddütlü bir bakışla:
‘’Melih… Çocuk altına yapacak!’’ ( Boğazında bir şeyler takılmış gibi hafifçe öksürdü. Aslında yaptığı çekingenlikten çok sığınma anlamı taşıyordu.)
‘’La havle… Çocuğu yola çıkmadan önce tuvalete çıkarsaydın ya!’’
Arabayı yüksek bir uçurumda olan yolun kenarına çekti. Aşağıda deniz, güneş ışığını ve kendi güzelliğini yansıtıyordu. Mesude, arabadan inince dağlar arasında yayılmış, tasasız denizi gördü; ilişkiler, dahası rakamlar denizin umurunda bile değildi. Kokusu acaba nasıldı, diye ciğerlerine derin bir nefes çekti. En son yedi yaşında görmüştü bu manzarayı. Annesi şehre ameliyat olmaya gelirken yanında getirmişti. Çok iyi hatırlıyordu. Otobüsteki yedi çocuktan kusmayan bir tek oydu. Köyden bir saatlik yoldu topu topu. Birden deniz ona bir şeyler anlatıyor gibi geldi, hem de kendi öz sesiyle. ‘’Bu kadar senenin mutsuzluğu sana yetti, artık her şey değişecek inan!’’diyordu sanki. İnanılası kadar hoş sözlere inansa mıydı? Ani bir irkilmeyle ‘’Kötü bir şey olacak!’’ dedi. Her zaman böyle olur. Bir umut ne zaman yüzünde yeşerse, mutluluk kendini dudaklarında hissettirse kötü bir şeyler olurdu. Bir şey olacak işte; arabanın tekerİ patlar belki, belki uçurumdan yuvarlanırız, belki de bir yılan… Mustafa!
Mustafa annesine döndü,’’ Tamamdır anne!’’ dedi. Arabaya bindiler. Yol boyunca annesi ona dualarla sarıldı. Arabanın ön camına çarpan birkaç kuştan başka hiçbir şey olmadan şehre vardılar. Saat yedi olmasına rağmen şehirde henüz akşam olmamıştı. Arabadan indiler, kaldırımda beklerlerken serçeler ayakları dibine kadar geldiler. Bunu hayra yordu. Belki de deniz yanılmıyordur dedi. İşte oturacakları bina: Yedinci kat. Evet, dedi; iyi şeyler olacak gibi.
Asansörde, Melih: ‘’Bak’’ dedi, ‘’Eve inip çıkarken buna binip 7’ye basacaksınız. Sakın merdivenlerden çıkma aptallığında bulunmayın!’’ dedi.
Mesude, elini göğsüne attı, eve girinceye kadar kolyesini okşadı… Yankılanan adımlarla salon penceresinin yanına kadar yürüdü. Gözleri aşağıdaki kaldırımda az önce gördüğü kuşları aradı. Kuşları bu yükseklikten nasıl seçebildiğine hayret etti. Fakat cesur kuşlardan altısı birden aniden uçuştular, bir tanesi hariç. Beyaz bir kedi onu yakalayıp çalıların arasına çekerek yedi. Mesude :
‘’Buranın kedileri de böyleymiş.‘’dedi.
Melih, ‘’Anlamadım, bir şey mi dedin? ‘’ diye sordu.
‘’ Hiç ’’ dedi. Farkında olmadan bunu kendi içinde altı kez tekrar etti.
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Defter'de karşılaştığım bol birikimli, daha çok pozitif konulara kalem oynatmış bir yazarınla girdiğimiz bir polemikte dediğim " İyi bir yazar için bir çok şey var söylenecek fakat, biri mutlaka okuyucuda, okuduğu şeyi kendi hayatının bir bölümünde yaşadığı bir şeyle özdeşleştirebilmeli ki bu okuyucu ve yazar arasındaki en sıcak kontaktır" babından zırvaladığım şeyleri hatırlattı. Hatırlatan cümle, cinli yazıda heba edilmiş "Pis işleri suratsız adamlar yapmalı diye bir kaide varmış gibi genel bir kabul vardır. " idi ki okuduğum an aklıma, çocukluk yıllarımda çokça vakit ayırdığım Tommik-Teksas'ta kötü oldukları ta başında belli, çizer tarafından, konuşurken ağzı eğilen adamlar, geldi.
Bu eleştiriyi cinli yazı yerine burada, bu sıcak öyküde paylaşmak daha hoşuma gitti.
Kalemine sağlık yazar...
Gerçekten çok güzel bir hikaye.
Edebiyatın tüm kuralları, tüm güzellikleri, büyük bir maharetle sergilenmiş.
İmrenmedim desem yalan olacak.