Meczubun İsyanı...
Neden yazıyorsun diyor bana insanlar. Hatta siz de tam şu anda kafanızdan bu soruyu geçiriyorsunuz, değil mi ?
Oysa ben yazmıyorum ki. Ben nefes alıyorum kelime arası eslerde..Can çekişiyorum her noktanın ardından. Selam veriyorum en güzele kafam kelimelerle tıka basa doluyken.
Açıkcası şairlik bana ait bir vasıf değil aslında. Üzerime yapışan bir koca leke gibi belki. Istemediğim, ve bana üç beş beden büyük gelen bir giysi gibi adeta. Yanlış anlamayın ’lekeyi’ şiiri ve edebiyatı negatif göstermek için kullanmıyorum. Bu asla haddime değil. Sadece ömrünü edebiyata vermiş ustaların ve hocaların yanında benim gibi neyi niye yazdığını bile bilmeyen bir şarlatanın tam da şu anda sizlere hitap edebilecek kadar cüretkar olması beni asıl utandıran. Şiir, Tanrı’nın giysisinden başka bir şeyi olmayan benim gibi biri için, çok değerli bir leke.
Yıllar önce kendime anlatmaya çalıştım aslında kendi acizliğimi;
’Kimi şair diyor bana,
kimisi deli…
Kimisine göre şarlatan,
kimisi için tehlikeli…
Bana soracak olursan ; Aklımda bir çift sönmeyen göz…
Doğumu yetmiş beş bu aşkın…. Söndüremediğim iki üzüm tanesi..
Ölüm nedeni bu şarlatanın…
...
Dedim ya işte;
Ben yazmıyorum.
Kendimle sohbet ediyorum aslında. Kendime dert yanıyorum acılarımı. Bir tek kendimin beni eleştirmesine müsade verecek kadar da büyümeyi beceremeyen bir çocuğum aslında..
’....
Ben hiç büyümedim ki..
Aşklarım oldu,
kimi tutkulu,
kimi çocukça,
ve çokça da bir kabus..
Konuşmayı öğrenmeden
isyan etmeyi,
küfür etmeyi öğrendim hayata..
Sonradan pişman olmamayı,
önceden konuşmamayı öğrendim insanlara...
.....’
Buna rağmen siz şiir diyorsunuz bir meczubun kendiyle sohbetlerine...
Ama,
’Bazen susmak çok şeydir insan olana..
Bazense çok şeydir konuşmak
susmaktan anlamayana... ’
değil mi ?
Bazen düşünüyorum acaba birtek ben mi yaşıyorum bu saçmalığı diye.
Sanmam..
Herkesin kendisinden bile sakladığı bir dostu var bence içinde bir yerlerde. Ben sadece onunla sohbet edebilecek kadar deliyim galiba. Siz ise deliliği ayıp sayıyorsunuz, aşağılıyorsunuz belki de. Kendinize konduramıyorsunuz ya da..
Oysa hiçim ben..
Çekinmedim ve utanmadım ne deli olmaktan, ne de bir hiç olmaktan..
’Hiçim...
Ben görmediğinim şu hayatta
ya da sesine
kulak misafiri olmadığın..
Tanımak istemediğin adamım ben...
Gördüğünde sana tebessüm ettiremeyen zavallı..
Kederliyken içtiğinde
dayandığın omuz benim değil..
Masanda resmi olmayan adam,
kaderin mucizeleri ile bile karşına çıkamayan,
çıksa bile görmediğin,
bir,
hiçim ben..
...’
Neden yazıyorsun diyor bana insanlar. Ve hatta siz de tam da şu anda kafanızdan bu soruyu geçiriyorsunuz hala değil mi ?
Ben aşkın kendisine ve bana hissettirdiklerine aşığım. Kadınlar hep bir bahane oldular aslında.. Herkes satırlarımda kendini aradı ve hatta buldu. Oysa ben kendimi anlattım herzaman kendime. Ve hiçbir zaman kandırmadım sevenlerimi.Belki bende herkese çekici gelen tek şey o samimiyet oldu..
Ama anlayamadılar
’ Çok şey bekliyorsunuz benden.
Dua etmeye yetmez
çolak bir yürek,
kadir kıymet bilmez,
kendine aşık bir şair.
Başka bir şey yok..
Çok şey bekliyorsunuz benden.
Size diyorum,
bu satırları okuyup da
beni adam sanan size..
Kendimle hesaplaşıyorum her gün
fark etmediniz mi?
Acılarımı eziyorum
sizi kullanıp
tüm bencilliğimle..
Egolarımı kabartıp
insanlığı asıyorum içimde bir yerlerde...
Çok şey bekliyorsunuz benden.
Hastalıklı ruh hali dedim hep
İnanmadınız !
Aşk sandınız her özlemimi
dert sandınız hıçkırıklarımı..
Çok şey bekliyorsunuz ya benden..
Beklemeyin.
Adam olmaz bu dertten..’
Hayattaki en büyük ideali Üsküdar’da bir sabah rüzgarında demli bir çay eşliğinde şiir yazarken ölmek olan bir adamı dinliyorsunuz şu anda. Kendi ölümünü bile kendisiyle konuşabilecek kadar hasta bir adamı ciddiye alıyorsunuz..
’Dudakları tütün sarısı
bir ihtiyar nehir bu ömür...
Kadın kadar kızıl
ve tatminsiz bir buluta karışmak
ya da
ilelebet şehvet hırkasına mahkum,
ve
göğüs ceplerinde ki
can biriktirme zamanlarına
tapınma hali belki de
gizliden gizliye..
Ama,
bilmiyordu henüz,
içini kemiren huzurun
emsalsiz sebebini
Hikayesi acıydı sanırım.
Her göz atışında yanında ki adama,
sebebini bilmediği yaşlar akıttı yüreğine o henüz solmuş ruhundan..
Bir vapur sesi aydınlattı
Üsküdar’da ki bu eski,
köhne barakayı..
Bir çocuk sesi yankılandı,
odanın duvarlarında..
’Baba’ diye haykırdı
deniz gözlü genç kız yanında ki adama sarılarak..
O ise;
Acılarını dindiren ilacı merak etti
Yattığı yataktan
artık doğrulamadığını hissederken.
Dudakları tütün sarısı
bir ihtiyar nehir bu ömür...
Aklı karışık hala..
Bir yaşlı kadın görüyor çevresinde dolanan..
Anne kokusu da değil burnunun direğini sızlatan..
Sonra kara kaş, kara göz bir çocuk..
Kendisine benzetiyor
çocuğun sinmiş ve korkak bakışını..
Bir kavanoz portakal reçeli
ve unlanmış keteler dans ediyor yaşlı kadının ellerinde..
Merdivenlerden düşüyor,
havuza bakarken
buzdan bahçelerde..
Bisiklet sefaları
bir uçtan bir uca
kılıç korumasında..
Ve bir sokak..
Üç tekerli komik bisikletiyle
yokuş aşağı kayarken görüyor
esmer çocuğu..
Bir adam sokağın sonunda..
Hem kızgın,
hem de sevecen..
Çocuklar var yatağın yanında..
Her yaştan,
rengarenk ve binlerce...
Bir kadın görüyor
çocuklarla ip atlıyor,
ağlayanların yanıbaşında
bir okul bahçesinde..
Hiç azalmayacakmış gibi gelen
bir çorba kokusu sarıyor odayı..
Sarmısak..
Ve bir ses;
’O hırkayı neden bıraktın?’
’Hangi hırka?’
’Nerde bıraktım?’
Gözlerinin yaşarmaması ne ilginç..
Oysa içi o kadar dolu ki..
Dudakları tütün sarısı
bir ihtiyar nehir bu ömür...
Içini yakan aşklar,
kadınlar,
satırlar dolusu şehvet..
Ilk aşk bir okul servisinde;
kasabın kızı
hala gözbebeklerinde..
Kalamış’da bir yılbaşı sabahı
dans ediyor beceremese de..
Upuzun ve berbat seneler geçiyor hayal meyal..
Bitmeyen kavgalar
ve unutulası zaman dilimleri
bölük pörçük..
Sonra bembeyaz bir bebek,
göbek bağını kesiyor
canını hiç yakmadan..
Melekleri işitiyor
Tanrı’nın nağmelerine eşlik ederken beyaz bir duvar piyanosunda.
Rahmaninov çalıyorlar hiçbir tuşa el sürmeden..
Ellerini hissetmeden mızrap tutuyor
kartal tüylerinden..
Ve hiç salıncağa binmediğini hatırlıyor nedense..
Hiç sevilmediğini,
hiç tebessüm etmeye vakit bulamadığını,
hiç bir çocuğu sevemediğini
geçiriyor çok uzun zamandır..
Dudakları tütün sarısı
bir ihtiyar nehir bu ömür...
Kadın kadar kızıl
ve tatminsiz bir buluta karışmak
ya da
ilelebet şehvet ceketine mahkum,
ve
göğüs ceplerinde ki
can biriktirme zamanlarına
tapınma hali belki de
gizliden gizliye..
Genç kız hala haykırıyor nedense,
’Baba’ diyerek..
Yaşlı kadın..
Portakal reçelleri kavanozlarda..
Ud taksimi;
biraz Kadri Baba’dan,
biraz da kendi tıngırdatıyor
kartal tüyü mızraplarla,
salonun ortasında..
Rahmaninov’dan prelüdler çalıyor,
gaipten bir ses...
Giderayak
yeni satırlar akıyor
gözlerinden..
Ve hala çalıyor sazendeler,
Refik Tâlat’dan Hicaz nağmeler..
Giderayak ...’
Oysa......
’Oysa,
bir demli çay
içilecek mesafedeydi hayat..
Köz olmuş acılardan yeni hayatlar çıkartmak,
ve
sarınmak en sıcak cehenneminde
meleklerin,
kirlenmiş topraktan süzülen,
hastalıklı bir kan pıhtısına..
Beni bana anlatan gözlere esir
beni bana satan bir bedene köle..
Ve
sıcacık bir evde
kapkara bir kurt olmanın verdiği
ebedi huzur..
Oysa,
bir demli çay
içilecek mesafedeydi hayat..
Her sabah seni ağlatan
mutluluk değil miydi,
beni gözlerinde
bir insan yapan..
Ve
her gecenin sonu
bir sabah değil miydi,
seni benimle
aynı ateşte yakan..
Ne değişti?
Ne değişti de
küçüldü dünyan..
Ne değişti de
umudunu bile
bir sarı zarfa koyamadan
yolladı bedenin,
Ellerinin ölçüsü
küçük bakır cezveler kadarsa,
ne çıkardı,
her sohbetin sonu
en şehvetli kahve kokularıyla bölünse..
Ne çıkardı
bir fincanlık hatırım olsa..
Oysa,
bir demli çay
içilecek mesafedeydi hayat..Yanyana,
hatta dipdibe bir hayata
olur vermediyse
müebbet yemiş bu ruh,
sebebi sen
ya da
bir başka kadın..
Ne çıkardı
anlamak istediklerini
aynalarda kendine söylemeseydin,
ve sadece
kırık bir radyoda
en güzel
yeni yıl şarkılarımı dinleseydin…
Oysa,
bir demli çay
içilecek mesafedeydi hayat..
Bir demli çay içilecek mesafedeydi aşk,
bir demli çay içilecek mesafedeydi yüreğim..
Ne olurdu
biraz olsun bana yakın olsaydın..’
Îşte böyle...
Neden yazıyorsun diyor bana insanlar. Hatta siz de tam şu anda kafanızdan hala bu soruyu geçiriyordunuz değil mi ?
Aslında cevabım çok basit..
Ben hiç yazmadım ki.
Siz okuyabildiniz benim yazamadıklarimı..
Siz konuşmaktan çekindiğiniz, içinizdeki dostla beni kullanıp sohbet ettiniz her dizede.
Ve siz de öldünüz aslında Üsküdar’da bir eski barakada benimle beraber. Belki de sizdiniz yanımdaki yaşlı adam ya da çocuklarla ip atlayan o güzel kadın..
Hiç olan sizdiniz belki de bir demli çay içilecek sürede bile nefes almaya aşık, ölümden kaçan..
Bilmem..
Kimbilir.. !.
Burak Özdemir