- 2169 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
BİR TATLI TEBESSÜMÜN BİN VUSLATA BEDELDİR.
Biz henüz ortaokul çağlarındayken fen bilgisi derslerinde kullanılmak üzere bir tablo asılı olurdu tüm sınıflarda. Bu tabloda insanın evrimi resimlerle anlatılırdı.
Efendim bizler bundan milyonlarca sene evvel oldukça kıllı ve dört ayak üzerine yürüyen bildiğin gorille insan arası yaratıklar imişiz. Bu o kadar da kötü bir şey değil ama bilmem bileniniz var mı? Bizim atalarımızın alayı homo imiş. O yüzden de o vakitki atalarımıza Homo Sapiens denirmiş. İşte bu homo atalarımız ilerleyen milyonlarca yıl içinde bakmışlar ki zaman kötü, demişler ‘’Bari kurtaralım kotu. Biz böyle dört ayak ( yani iki el, iki ayak ) üzerinde yürüdüğümüz müddetçe arkayı sağlama almamız mümkün değil.’’ Eller ile arkayı kapatmak gibi bir zaruretten dolayı mecburen ayağa dikelmiş dedelerimiz-ninelerimiz.
Daha sonra kıllar da rahatsız etmeye başlamış. Ağda, epilasyon filan derken kıllardan da büyük ölçüde kurtulmuşuz. Tabii ki bu durum herkes için geçerli değil. Zavallı abim ve bir küçüğüm olan kardeşim bu konuda henüz evrimi tamamlayamadılar. Bende bile vardır bu kıl sorunu.
Lise yıllarımızda ise insan ile ilgili tanımlar öğrendik. Mesela bunlardan en yaygını ‘’ İnsan düşünen bir hayvandır’’ önermesiydi. Bunun dışında başka önermeler de vardı: ‘’ İnsan alet yapabilen bir hayvandır.’’ ‘’ İnsan dik yürüyüşlü bir hayvandır.’’ ‘’ İnsan gözyaşı dökebilen bir hayvandır.’’ ‘’ İnsan öleceğinin bilincinde olan tek hayvandır.’’ Hatta 1978 Yılında Eurovision Türkiye elemelerinde ikinci olan bir şarkımız bile vardı bizim ne olduğumuzu anlatan:
‘’ insanız biz,
insanız biz,
doğaya, dünyaya hükmederiz.
en gelişmiş,
en akıllı,
en zeki, en uygar hayvanız biz. ‘’
Benim en hoşuma giden insan tanımı ise şuydu: ‘’ İnsan gülebilen bir hayvandır ‘’
Velhasılı kelam hayvan oğlu hayvanmışız biz. İlle velakin öteki hayvan oğlu hayvanlardan ayrılan en belirgin hususlarımızdan biri de gülebilmekmiş.
Yine bizim delikanlılık yıllarımızda gerek büyüklerden gerekse öğretmenlerimizden en fazla zılgıt yediğimiz konuların başında bu gülme konusu gelirdi. En fazla ‘’ Hi hi hiii’’ şeklinde ve dahi oldukça yavaş, sessiz olması gereken bu gülme olayı benim yaptığım gibi ‘’ Ho hoo hoooo’’ şeklinde bir ses bombasına dönüştüğü anda, kısaca gülme denilen olay kişnevî bir kahkahaya döndüğünde azar, hatta bazen şamar bile gelirdi ‘’ Karı gibi gülme ulan ‘’ Diye. Yani anlayacağınız lafa baktığınızda gülmek kadınlara has bir davranıştı ama ben ömrüm boyunca rahmetli annemin - rahmetli babam evdeyken- öyle kahkaha atarak güldüğüne hiç şahit olmadım. Kadın ve kızların da öyle sere serpe gülmeleri, gülerken dişlerini, hele de şimdilerde olduğu gibi bademciklerinden ince bağırsaklarına kadar tüm sakatatlarını göstererek gülmeleri zinhar yasaktı. Onlara da ‘’ O ne biçim gülmek öyle orospu karılar gibi ‘’ Denir, kahkahaları kursaklarında bıraktırılırdı.
İşin ilginci nezaketen ‘’ hayat kadını ‘’ dediğimiz orospuların da öyle kahkaha atarak gülmelerine şahit olmazdık pek. Yani bu meslek erbabına ait bir özellik de değildi kahkaha atmak ama yine de çok gülen erkek karı gibi , çok gülen kadın ise orospu karı gibi gülmüş olurdu.
Bir taraftan çocuklarımıza Güler, Gülümser, Gülsüm, Gülsün gibi isimler takıp öte taraftan da ‘’ Gülme , edepli ol bakayım ‘’ demek ne kadar mantıklı bir davranıştır o ayrı bir konu. Hele hele de böyle bir konunun bir devlet meselesi haline getirilmesi daha da ilginç bir konu. Bu konunun edeple olan bağlantısı ise tamamen farklı bir olay. Türk ve İslam coğrafyasında bunca kan akıtılırken, kırk dokuz insanımız halen bir terör örgütü olan İşid’in elinde rehin tutulurken üzerinde durmamız gereken öncelikli sorunumuz bu mudur ?
Şimdi…Hem canlılar içinde gülebilen tek canlı olacaksınız hem de gülme denilen olaya sınırlamalar getireceksiniz. Bu oldukça saçma görünüyor ilk bakışta.
Gülmeyi kategorilere ayıracaksınız edepli gülme, edepsiz gülme diye. Ama yine de muhterem bir büyüğümüz oldukça uzun ve edeple ilgili bir konuşmasının içinde ‘’ Kadın herkesin içerisinde kahkaha atmayacak.’’ Dediğine göre bunu irdelememiz lazım. ( Zaten başka bir halt ettiğimiz yok. Hazret ha bire bir şeyler söylüyor bizler de irdeleyip duruyoruz.)
Herkesin içinde ya da değil, kadın kahkaha atmamalı mı?
Hemen cevap veriyorum. Evet. Bazı kadınlar bırakın herkesin içini, kocasının yanında bile kahkaha atmamalı. Örneğin benim eski hatun. Onunla birlikte komik bir film seyretmek, Ya da ona komik bir fıkra anlatmak, bir espri yapmak benim için tam bir işkence olurdu. Hatun şöyle edepli edepli kikirdemezdi ki efendim. Ayaklarını yere vurarak başlardı kahkaha atmaya. Sadece bu kadar olsa hiç itirazım olmazdı elbette ama bir taraftan da etlerimi çimdiklerdi ki o film bitene kadar morarmadık uzvum kalmazdı. Hiç unutmam bir gün kolumu, bir başka gün de kulağımı ısırmıştı güleyim derken. Bir başka bayan arkadaşım da okulun üst katından kahkahayı saldığı zaman alt kattan fırlardı bilmeyenler yukarıda kavga filan mı oluyor, ya da bir olay mı var diye. İşte bu gibi tiplere kesinlikle yasak etmeli kahkaha atmayı ama daha kötüsü de var.
Bir kaç ay önce benim büyük oğlanla birlikte şöyle güzel bir komedi filmine gidelim dedik. Aradık taradık sonunda ‘’ Düğün Dernek ‘’ Diye bir filme gitmeye karar verdik. Hay gitmez olaymışız. Önce yan tarafımdaki hatun harekete geçti. Filmin daha ilk esprisiyle birlikte kadının kahkahaları salona, dirsekleri benim böğrüme inmeye başladı. Hemen önümüzde de bir hatunlar gurubu oturuyor. Filmdeki ilk espri ile birlikte içlerinden biri bir başladı kahkahaya, tüm film boyunca işi gücü bıraktık o hatunu seyrediyoruz. Kadın ‘’ Ay çatlayacağım ‘’ Diyor gülüyor ‘’ Vay patlayacağım ‘’ Diyor gülüyor, makaraları boşalttı bir kere. Tutabilene aşk olsun. İşte bunlara da yasak etmeli gülmeyi. Ayrıca bazı hatunlar ( hatta bazı er kişiler de ) gülmek için ağızlarını açtıkları anda cereyan yapıyor olmalı ki kahkahanın sonunda bakıyorsunuz altlarına işemişler. İşte bunlar da zinhar kahkaha atmamalı.
Şaka bir yana bir sosyal paylaşımda gördüğüm ve zaman zaman bizzat şahit olduğum bir durum var. Soruyorsun birilerine ( Özellikle genç kızlara ) ‘’ Atatürk ilkelerini sayar mısınız?’’ Diye. Kız/ ya da erkek ‘’ Atatürk İlkeleri mi...Hımmm güzel bir soru ‘’ deyip başlıyor gülmeye. Allah aşkına bunda gülecek ne var? Hele hele de sorunun cevabı bilinmiyorsa gülmek mi gerekir yoksa ağlamak mı? Hele de bunlar ‘’Atatürk’ün askerleri (!)‘’ iseler. İşte bu tür zevzeklere de yasak etmeli kahkaha atmayı, gülmeyi, hatta tebessüm etmeyi.
Evet. Madem ki konu kadın, kahkaha ve edep o halde bu minval üzere devam edelim.
Ramazan Bayramının ilk günüydü. Bayram namazından sonra özürlü olan oğlumun kahvaltısını yaptırdıktan sonra vurdum kafayı yattım biraz. Çünkü bizim eve bayramda bile öyle uğrayan filan olmaz. Nitekim de öyle oldu. Aşağı yukarı saat 11 e kadar uyumuşum. Daha sonra mutfağa girdim öğle yemeği yapmak üzere. Tencereyi ocağa sürdüm ki bir kadın kahkahası geldi karşı taraftan.
Bizim evin tam karşısında bir rezidans vardır. Rezidansın yüzme havuzu ile benim evin mutfak penceresi karşı karşıya ve aradaki mesafe yirmi metre bile yok. Yani yolun bir tarafında bizim apartman, karşısında da rezidans ve yüzme havuzu. Kahkaha işte bu yüzme havuzunun başında çocuklarına şezlong düzenleyen oldukça güzel ve genç bir hatundan geliyor. Belli ki o hatunun da ben gibi bayram günü geleni gideni yok. Almış çocuklarını havuz sefası yapayım demiş. Çocuklar artık ne yaptıysa kadın bastı kahkahayı. Kadının kahkahasına gayrı ihtiyari kafamı çevirince gördüm onu zaten. Ben bir taraftan yemek yapıyorum bir taraftan da ara sıra gözüm o tarafa kayıyor ister istemez. ( Öküz gibi sürekli bakmıyorsam da tamamen kendi işime bakıp kafamı hiç o tarafa çevirmiyorum dersem yalan olur. )
Kadınının üzerinde kısa bir elbise vardı. Az sonra kocası da geldi. Önce oturup çerez yiyip bira içtiler. Hatta yedi yaşlarında filan olan küçük çocuğuna da içirtti adam bir iki yudum. Derken havuza girmeye karar verdiler. Kadın üzerindeki elbiseyi sıyırmaya başladı. Kırmızı bikinisi ortaya çıktığı anda göz göze geldik. Kadın benim baktığımı görünce soyunmaktan vazgeçti. Belli ki benden rahatsız olmuştu. Kadının rahatsız olması beni de rahatsız etti. Karı-koca rahat rahat havuzlarına girsinler diye mutfak camının perdesini kapattım. Kapatmasına kapattım ama oldukça büyük bir tehlikeydi bu durum çünkü ocak ile perde neredeyse birbirine yapışıktır bizim evde. Ocaktan alev alabilirdi perdem ve bayram günü bir yangına sebebiyet verebilirdim. Yine de kapattım perdeyi. Nasılsa mutfaktaydım. Böyle bir tehlike olursa anında müdahale edebilirdim.
On dakika sonra büyük oğlum geldi mutfağa. Gelir gelmez de mutfak camını ve perdeyi açtı ‘’ Yahu baba ne bu? İçerisi cehenneme dönmüş. Evi mi yakacaksın? Niçin bu perdeyi kapattın?’’ diye sordu. Ona durumu anlattım. O anda da karşıdaki havuza baktım. Kadın bikinisiyle şezlonga uzanmış vaziyetteydi ve havuzun diğer köşesinde o kadınla hiçbir akrabalığı vs. olmayan iki genç erkek diğer şezlonglara uzanmışlardı. Ne kadın ne de kocası bu iki genç delikanlıdan rahatsız olmamışlar ama benden rahatsız olmuşlardı.
Kadının kahkaha atması edebe mugayir bir hareket midir değil midir orasını pek bilemem ama bazı kadınların bu tür edep anlayışları oldum olası garibime gitmiştir. Eski ev sahibimin evinin olduğu alanda, yani bir kaç sene önce bahçesinden incir topladığım o evin alanına kurulmuş olan bu rezidanstan -şayet param olsaydı- bir daire de ben satın almış olabilirdim ve bayram günü gelenim gidenim olmayacağı için o havuzun kenarında bir şezlonga ben de uzanmış olabilirdim. Eğer böyle bir durum olsaydı o kadın benim önümde soyunmaktan haya etmeyecekti. Lakin yirmi metre ötesinde ve onunla aynı rezidansta ikamet etmiyor olmam sebebiyle kadının nazarında nâ mahrem olmuştum. Allah bilir benim için ‘’ Allah’ın ayısı, bakıp duruyor ‘’ bile demiştir havuz kenarında bakıp duran delikanlılara aldırış etmeden.
Kadının kahkahasından başladık nerelere geldik. Kim ne derse desin ben kadının yüzünden tebessümlerin eksik olmamasından yanayımdır hep. İşte bu sebepledir ki bu yazıyı yazarken bir taraftan da Rahmetli Zeki Müren’den ‘’ Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir’’ Şarkısını dinliyorum. Sizlere de tavsiye ederim.
Söz ve müzik: Zeki Müren
Makam: Uşşak
‘’Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir
Gözlerin hayat verir aşkın ise eceldir
İnan sevgilim sana benden başkası eldir
Gözlerin hayat verir aşkın ise eceldir.’’
Resme gelince: Kim ne derse desin. Bir kadın ha böyle gülsün, canımı yesin. Güzellik müzelik hava.
YORUMLAR
yapılan bir espriyi anlayıp gülmekde espri yapmak kadar zeka gerektiren bir aksiyon kanımca(burada kendime hafif pay çıkardım izninizle)zira öyle çok gülerim ve içten gelen gülmenin öyle uyarıyla eleştiriyle bastıralamayacağını düşünürüm :) ben sizin yazılarınızı hep aziz nesin yazılarına benzetirim .Bir paragrafta ağlamaya hazırlanırken anide insan kendini kahkaha atarken buluyor , yüreğinize sağlık keyifle okudum yine
Buradaki herkes gibi ben gülemiyorum. Zira bir zamanlar birilerinin doğrularını sorgulamadan, araştırmadan kendi doğruları olarak kabul etmek ne kadar doğruydu ?
Sistemin mantığına kendini feda etmek kadar gülünç ne olabilir ki?
Evrim kendini akılla var etmek olsa gerek. Var olan aklı satmak yada göç ettirmek degil. Dahası hayvandan yada başka bir şeyden var olmadığıni iddaa edenlerin bir çoğu hayvanlardan daha aşagı bir halde olduklarını keşke görebilselerdi.
Gülmek, güldürmek dünyanın en güzel gorüntüsüdür. Lakin bu sitede yazan, başka yerlerde yazan, dunyada yazan bir çok insan adaptan, edepten,bahsederken zıttıni inkar eden mutlaka irmağın karsısında yerini alır.
Daha önceden de bir baska yazınıza attığım bu yorumu tekrar yazıyorum. Belki bu kez daha iyi anlaşılır. Yazıyı okuyup gülenler, tekrar okurlar.
★Biraz sonra kapı açıldığında içeri günahkar bir kadın girecek. Biz onun yüzünde cehennemi göreceğiz, siz ayaklarının altında cenneti göreceksiniz. Boyu uzun, gözleri siyah, alnının tam ortasında küçük bir gül olacak. Saçları uzun teni esmer olacak. Elinde bir tepsi, tepsinin üstünde bir elma ve bir bardak şarap duracak.Ayakta beklerken asla yüzüne bakmayacak. Ve sen gel dediğinde sana doğru bir adım atacak.
Hayret ! Sen ise bu duruma ne bir anlam katacaksın ne de bu olaydan bir haber olacaksın. Günahkar bir kadına belki de bir anda tutulacaksın. Ve belki de sen, cennet ile cehennem sınırına bir ’kadında’ bu kadar yaklaşmış olacaksın.
Ve ardından
Ah günahlarım kimden kaçtınız, kime sığındınız..? Ya Tanrılar sokağından geçtiniz yada o filozoflar sofrasına meze oldunuz...Bazen uçsuz bucaksız ,bazen daracık bir odamız, bazen kelepçeli kollarımız ve sonunda mahkum olan aklımız....Hani hür kalan yanımız..
Saygılar, Sevgiler Sayın Hocama
Hocam, bu sessizlikte zor tuttum kendimi kahkaha atmamak için. Yüreğiniz dert görmesin.
Ne yazık ki bir ekleme de ben yapacağım.Mutsuzlukla beslenen ve bol bol kahkaha atanlar da var bu vesileyle. Tecrübe ile sabittir.
Allah da sizi güldürsün. Çok çok duyarlı ve bir o kadar gülümseten bir yazı idi kaleminizin doğal sonucu olarak.
Saygılar, sevgiler değerli hocam.
Hep gülün efendim...:))