- 664 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kaçmak İstemeyeceğin Bir Dünya
Belli bir saatten sonra balkonda oturmuyordu artık. Sesler çok fazla çınlıyordu o saatlerde çünkü, en küçük mahrem bırakmayacak kadar şeffaflaştırıyordu yoldan geçenleri. Karanlığı severdi oysa. Tabii o karanlık sessizliği de getiriyorsa… Ama bu sıkı fıkı ikili uzun bir müddet için ayrılıyorlardı birbirlerinden bu sıcak mevsimde. Ona da bu durumda akşam çöktüğünde usul usul balkondan içeri yollanmak düşüyordu. Çünkü onun için biri olmazsa diğeri de olmayacak kadar birbirlerine muhtaç, anlamlarını birlik olmalarından almış bir ikiliydi karanlık ve sessizlik.
Yine her akşamki gibi gönülsüz, sürüklenip gitti ayaklarının peşinden. Tam balkonun kapısından içeri girecekti ki “Neden kalktın ki?!” dedi kardeşi Ender, şaşkın bir ifadeyle. Daha iki dakika önce içinde olmaktan gayet mutlu göründüğün bir ortamdan birileri bedeninde bir düğmeye basmışçasına aniden fırlayıp uzaklaşmaya kalkarsan, bu duruma şahit olan hemen herkes aynı şaşkınlığı duyardı.
“Duymak istemiyorum onları!” diye mırıldandı yan gözle sokağa bakarak. Evin güvenli sınırlarından bir an önce içeri girmek için müthiş bir sabırsızlık duyuyordu. “Ona neden böyle bir şey dedim ki?!” diye geçirdi içinden. “Beni rahat bırakması için söyleyebileceğim belki de en isabetsiz şeyi söyledim. Çünkü şikâyet ettiklerim onun dünyasından insanlar… Ya kızarsa bana şimdi? Mutfakta işim var diye geçiştiremez miydim mesela?”
Bilinçaltı ne muazzam bir şeydi! En derinindeki istekleri gün ışığına çıkarmakta üstüne yoktu. İşte şimdi de bu özelliğini kullanmış, kendine bile itiraf edemediği bir şeyi ayan beyan dökmüştü ortaya: Bu konu hakkında konuşmaya duyduğu büyük ihtiyaç…
“Neden?!” diye sordu kardeşi, tam da beklediği gibi.
“Bana dokunmalarını istemiyorum çünkü!”
“İki saattir gözünü bir kez bile sokağa çevirmedin. Onları görmek istemiyordun çünkü ve bakmadığın için görmüyordun da zaten. Ama şimdi işler değişti, değil mi? Hava kararmaya başladı ve sesler belirginleşti… Ve onlar gündüzken olduklarından çok daha görünür oldular şimdi. Artık bakmaman yetmiyor kaçmana.”
“Ben de balkondan kaçıyorum o yüzden! İçeride duymuyorum onları.”
“Bir yaz akşamını balkonda geçirmek yerine bir odaya kapanarak geçirmeyi seçiyorsun yani. Sırf seslerden kaçtığın için… Hayatında, kaçacak kadar korktuğun sesler var çünkü.”
“Seslerinden korkmama yol açmayacak şeyler söylesinler onlar da o zaman. Kelimeleri bana içinde var olmaktan mutlu olacağım bir dünyayı anlatsın, kaçmak isteyeceğim değil…”
“Hepsi bu kadar değil bence!” dedi kardeşi, içindeki sesle tıpatıp aynı şeyleri söyleyerek. Bilinçaltı ete kemiğe bürünmüş, bir süreliğine o olmuştu sanki. Ama bilinçaltı kardeşinden farklı olarak şunu da ekliyordu ayrıca: “Belki de onları kıskanıyorsun aslında!”
Bir kişiyi onaylamamak, hatta nefret etmek onu kıskanmayacağın anlamına gelmiyordu maalesef. Bir şey hem kötü hem de cazip olabiliyordu çünkü. Zaten öyle olmasa niye bir kısım insan diğerleri için çok yanlış görünen şeyler yapsındı ki! İşin içinde bir çekim yoksa; kötü aynı zamanda çok güzel bir şeyleri de barındırmıyorsa içinde, iyiyi seçmek neden bu kadar zor gelsindi ki o bir kısım insana?
İşte karanlıkta en çok öylelerinin sesleri belirginleşiyor, kendileri gibi kötülüğün cazibesine yenik düşmeyenleri sahte cennetlerine davet ediyorlardı bu şekilde.
Gündüz olduğu gibi kelimeleri gürültüye boğup duymazdan gelemiyordu o saatlerde. Çünkü o ne kadar şikâyet etse de seslerden, aslında fonda sürekli bir sessizlik hâkimdi.
Eli kolu bağlı, görmek istemediği bir sahneyi seyretmeye zorlanan biri gibi hissediyordu kendini o karanlıkta sesleri dinlerken. Kötünün içindeki çekime yenik düşmekten korkarak apar topar uzaklaşıyordu balkondan. Bazen ne kadar acele etse de, dışarıdan bir şeyleri de ister istemez sürüklüyordu peşinden. Bir kahkaha, başı sonu belli olmayan bir cümlenin içindeki öylesine bir kelime onu içine düşmekten ölesiye korktuğu o kuyunun ağzına getiriveriyordu birden.
“Az önce kahkahalarıyla sokağı çınlatan o genç kız gerçekten o kadar mutlu mu?” diye sorarken buluyordu kendini mesela, uzaktan kumandayla bol gürültülü bir film ararken TV’de. Başrolde kimler var, filmin konusu ne, zerre umursamadan o kahkahaları başka seslerin içine yedirmeye çalışıyor, balkondan tam zamanında ayrılmışçasına bir dinginliği uyandırmaya çalışıyordu böylece içinde.
Bazen ne kadar kaçmaya çalışsa da bir sahne onu alır götürür, ta ortasına koyardı kaçmak istediği o dünyanın. O kızlardan biri olurdu o anlarda. Nefesindeki alkol kokusu zaten bulanık olan zihnini daha beter sarhoş eder; ruhunun en bilinmedik, en saklı kalmış köşelerini ortaya dökerdi. O efsunlu koku sen ben ayrımı bırakmaz, yanındaki oğlanla (daha doğrusu, yerine geçtiği kızın yanındaki oğlan) karşı pencerenin köşesinde oturan yaşlı kadını aynı çemberin içine sokardı. İç içe geçmiş onca insan çemberinin en içeride olanına yani… Gündüzleri çevresini saran o kadar çok çember vardı ki oysa; hayatındaki insanları zihninde oraya buraya gönderen, ayrı yerlere koyan o kadar çok kıyaslama, o kadar çok yaşanmışlık… ne kadar o kız olmaya zorlasa da kendini, birtürlü akıl erdiremezdi onun herkesi bir kılan bu teklifsiz, laubali haline.
“Tam sana göre bir yer biliyorum.” dedi kardeşi, kızmadığını gösteren, son derece sakin bir ifadeyle. “Orada kızlar geceleri içip sokaklarda gezmezler. Gezseler bile sokağın sessizliğine büyük saygıları vardır. Gürültülü sesler çıkarmazlar bu yüzden.”
Teyzesinin Ümraniye’deki şirin evi geldi aklına. Cırcır böceklerinin sesini duyar gibi oldu. Akşamları balkonda kahve içip fal kapatırlardı teyzesiyle. Yoldan geçenleri seyrederlerdi.
“Evet, doğru tahmin ettin.” dedi kardeşi. “Yüzündeki ışıltıya bakınca hemen anlaşılıyor bu. Oraya gidemez misin birkaç aylığına? Seslerden korkmadan rahat rahat balkon keyfi yaparsın teyzemle.”
Dört sene olmuştu oralara gitmeyeli. Bu süreç içinde bir şeyler değişmiş miydi acaba?! Küçük küçük damlalar birike birike göl olmuşlar mıydı? Dört sene önce gözleri hayretten büyüten şeyler afallatmaz olmuşlar mıydı insanları, o sinsi birikim sürecinde? El kadar şortuyla kaldırımda yürüyen bir kadının görüntüsü, son derece sıradan bir durumla kaşı karşıya kalmışlara mahsus umursamaz bakışlarda mı karşılık bulmaya başlamıştı orda da?
“Sen daha geçen sene gittin, bilirsin. Bir değişiklik var mı oralarda?”
Kardeşi bu soruyu çoktan bekliyormuş gibi hiç duraksamadan cevap verdi: “Aynı tas, aynı hamam… Zamanın dışında kalmış onlar da aynen senin gibi. Kendilerine özel, çok farklı bir takvimleri var sanki. O takvim hangi yıla ait, emin değilim… Ama oldukça eski bir tarihi gösterdiği de kesin… Ve rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Orada dışarıdaki seslerden asla korkmayacaksın. Çünkü o sesler, içinde olmaktan çok mutlu olacağın, bambaşka bir dünyaya ait insanların sesleri, kaçmak isteyeceğin değil…” Birkaç saniyelik suskunluğun ardından yüzünde aniden beliriveren kocaman bir gülümseme eşliğinde ekledi: “Yani şimdiki gibi balkondan içeri kaçmak bir yana, orada dışarı çıkıp kocaman bir dondurma eşliğinde akşam keyfi de yapabilirsin teyzemle. Tek bir şortlu kızla bile karşılaşmayacağını garanti edebilirim sana. Gerçi benim şortlu kızlarla bir meselem olmadı hiçbir zaman. Ama son yarım saattir empati kurma sanatını icra etmekle meşgulüm ve sanırım bunda da oldukça başarılı oldum. Çünkü yarım saatten beri bir insanın şortlu bir genç kız ya da daha ileri yaştan bir kadın gördüğünde rahatsız olabilmesini tuhaf karşılamıyorum. Ama her zaman bu kadar anlayışlı olacağımı da garanti edemem maalesef. Yani ablacığım, sen istersen bir an önce telefon et teyzeme, geleceğini söyle! Hem kendini hem de beni bu azaptan kurtarmış ol böylece. Oraya git ve bu sıcakta akşam akşam kendini eve kapamak yerine dışarı çıkıp yazın tadını çıkar.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.