- 564 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ve İnsanlar Er ya da Geç Kırılır
İnsan kırılan ve kıran bir varlıktır. Aslında ilk bakışta sadece kırmak, insanın kendi elindeymiş gibi durabilir. Ancak kırıldığında da sorumluluğun büyük kısmı yine insanın kendisine aittir. Çünkü kırılma bir izin verme durumudur. Her kırılma aynı zamanda birer tavizdir. Kırılmanın ana unsurları sevgi duyulan kişi ve o kişiye duyulan sevgidir. Bu kişi üzerinde oluşan hassasiyet insanı gitgide zayıflatacaktır. Ve er ya da geç insanlar mutlaka kırılır. Kırılan taraf her zaman kendince haklıdır elbette. Büyük fotoğrafa bakıldığında kırılma nedeni çok anlamsız da olabilir. Ama kırıldığı kişiye kattığı anlamı fotoğrafa her bakan anlayamaz. Bu yüzden en yakınına dahi içini döktüğünde “bunun için mi kendini üzüyorsun” gibi cümleleri sıkça duyabilir. Kırılan insanın bir de anlaşılamaması ciddi bir yalnızlık doğurur. Zaten duyduğu aşırı sevgi dolayısıyla taviz verip kırılan insan, bir taviz daha verip kırıldığı kişiyi affedemez. Bunun içindir ki çok sevmek insanı yalnızlığa sürükler. Çünkü bahsettiğimiz aşırı sevgi farkına varılmadan hastalık boyutuna erişmiş olabilir. Ve sevgi-saygı dengesinde terazide sevgi ağır basmaya başladıkça sorunlar doğmaya başlar. Sadi Şirazi “İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın, çok yakınlaşma yanarsın.” diyerek bu dengenin önemine vurgu yapmıştır. Bekir diye bir arkadaşım telefonda “Ortak biliyorsun ben insanlarla arama mesafe koyarım. Kimseyle öyle çok sıkı fıkı olmam.” gibi şeyler deyince içten içe gülüp lan öyle saçma şey mi olur demiştim. Sonra oturup düşününce üstüne bir de kırılınca lan doğru galiba diyorum. Aynı Bekir bana sık sık aşık olmamam gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunup aşkı kötülerken de gülüp geçiyordum. Şimdi halimi görse dönüp kıçıyla güler. İnsan mutlu olmak istiyorsa hiçbir varlığı çok sevmemeli. Her sevgi beraberinde bir beklenti doğurur ve kaçınılmaz olarak eninde sonunda o beklenti cevapsız kalır. Bob Marley “Mutlu mu olmak istiyorsun kimseden bir şey bekleme.” der. Son zamanlarda bu sözü, üzerinde kapsamlı şekilde düşünmem gereken bir söz gibi görmeye başladım. Vardığım sonuca göre mutluluğun üç derecesi var. İnsan; beklemediği bir şey gerçekleşirse mutlu, beklediği bir şey gerçekleşirse mutsuz, beklediği şey gerçekleşmezse de çok mutsuz oluyor. Beklemediği bir şeyin gerçekleşmemesi insanın hissiyatını etkilemediği için onu derecelendirmeye almadım. En üst dereceden başlayacak olursak insan en çok hiç beklemediği hoşuna giden bir şey gerçekleşince mutlu oluyor. Sürpriz denilen zımbırtının çekiciliği buradan geliyor. Orta derece olan beklenilenin mutsuzluk yaratması ise bence en kritik nokta. İlk bakıldığında kulağa tuhaf gelebilir. Ancak şöyle düşünelim. Çok arzu duyulan bir şey rutin haline dönüştüğünde zamanla çekiciliğini yitirir. Mesela çok sevilen bir yemek her gün yenirse veya çok sevilen bir şarkı sürekli dinlenirse gittikçe tadını kaybeder. İnsan nankör tabiatı yüzünden en tatlı görünen monotonlukların sonunda bile mutsuz olur. Asıl facia ise beklenilen bir şeyin gerçekleşmemesidir. Şimdi sizin bok varmış gibi çok mutlu olduğunuzu varsayarak gözünüzü kapatıp bir düşünmenizi istiyorum. Yarın için hayatta en çok değer verdiğiniz üç kişiden bir beklenti içine girin. Annenizden en sevdiğiniz yemeği yapmasını bekleyin. Sevgilinizden, varsa, kızsanız çiçek almasını erkekseniz öpmesini falan bekleyin. Çok sevdiğiniz eski bir dostunuzun yarın sizi arasa ne kadar güzel olacağını içinizden geçirin. Kişilerle sınırlı kalmayıp hava yarın güneşli olsa ne güzel olur diye geçirin. Tuttuğunuz takım şu kritik maçı geçse diye büyük beklentiler içine girin. Ya da facebooka yatarken eklediğiniz fotoğraf yarın uyandığımda en az 50 beğeni alır diye bir beklenti içine girin. Sonra gözünüzü açın. Zaten bu kadar beklentiden sonra uyumak yalan olacaktır. Sağa dönünce de sola dönünce de merak içgüdüsü sizi dürtüp uyutmayacaktır. Başardınız ve uyudunuz diyelim. Yarın oldu. Uyandınız. Anneniz menemen yaptı. Sevgiliniz trip attı. Eski dostunuzun umurunda bile değilsiniz. Hava bok gibi. Akşam da tuttuğun takım yenildi. Sonra bir facebooku açtın baktın kimse beğenmemiş hatta mal mal yorumlar yapılmış. Alın size ıstıraba dönen bir gün. Oysa yatmadan tok karnına bu kadar beklenti içine girilmeseydi durum bu kadar vahim olmayacaktı. Çoğu şey gülüp geçilecekti. Daha iyimser olup bu beklentilerin hepsinin tuttuğunu varsayalım. O zaman da çok mutlu olunacağını filan sanmayın. Zaten bekliyordum bunları deyip kestirip atılacaktı. Mesela sevgilinize şiir yazdınız. Sonra dediniz ki radyoyu aç sana yazdığım şiiri okuyacaklar. Sevgiliniz açtı dinledi mutlu olur gibi oldu ve normal yaşamına geri döndü. Ama radyoyu aç da dinleyelim dediniz. Şiiriniz okunmaya başladı. Sevgiliniz sarsıldı seratonini salgıladı ve çıldırdı. Fark işte tam olarak burada. İnsan mutlu olmak istiyorsa en başta beklentilerini kısmalı. Beklenmeyen şeyler her zaman daha çok mutlu etmiştir. Son tahlilde birinden bir şey beklemek kadar tehlikeli bir şey yoktur. Sonra tutmaz falan.. Kırılırsın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.