- 502 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kâğıt
Sessizce yürüyorlardı. Adımlarını birbirlerine uyduruyorlar topuk sesleri çınlıyordu kulaklarında. Eve yakın bir yerde bıraktı onu. Sesli sesli söylenerek yürüyordu şimdi, birbirlerine darılmışlar belki bir daha görüşmemek üzere ayrılmışlardı sessizce. Adımlarını hızlandırdığı bir sırada durdu, eğildi, sonra kalkıp devam etti yoluna. Etrafına bakmıyor, yerde bir şeyler arıyormuşçasına gözünü kırpmadan yere bakarak yürüyordu, evin kapısına kadar böyle geldi. Kafasını yerden kaldırsaydı belki peş peşe kayan birkaç yıldızı görecekti, hatta kafasını kaldırsaydı ay parçası gibi bir yüzle karşılaşacaktı gözleri. Kalben görmüştü, görüşmüştü kalpleri, konuşmuşlardı, ileride bir gün, yakın bir zamanda bir araya geleceklerdi. Kapıdan içeri adımını atar atmaz evin kedisi bacaklarına sürtünmeye başlamıştı bile, annesi içeriden sesleniyordu sen misin oğlum diye. ‘Evet’ deyip odasına geçti. Cebinden bir kâğıt parçası çıkarttı -yolda bulmuştu onu- yatağının kenarına oturdu. Kenarlarından azıcık yırtılmış, kendisi kırışıktı, düzeltti önce, yırtık yerlerinde eksiklik olup olmadığını kontrol etti. Bu kâğıtta ne yazılıydı. Hiçbir şeye önem vermezdi o. Kapıdan annesi görününce kâğıdı yatağına bırakıp annesinin peşinden mutfağa gitti, birkaç şey atıştırıp odasına çıkmadan önce annesinin isteklerine cevap vermesi gerekiyordu ama okuması gereken, yetişmesi gereken bir yer vardı. Annesinin istekleri bitmezdi, dışarı çıkıp alışveriş yapacaktı.
Evden dışarı çıktı. Parke döşeliydi sokak, sessiz ve sakindi. Çocukları yoktu bu mahallenin bu yüzden cıvıltısı da yoktu. Dardı sokak, iki kişi yan yana zor yürürdü bu yüzden araba sesi de yoktu. Gürültüsü yoktu mahallenin ama neşesi de yoktu. Ağaçları uzun boyluydu, üç-dört bilemedin beş taneydi. Ağaçları vardı ama kuşları yoktu bu yüzden kuşların sesi de yoktu. Bu küçük her şeyi olan mahallede bir tek neşe yoktu bu yüzden kendinin neşesi de yoktu. Bir an önce işini halledip eve dönmek isterdi şimdi daha çok istiyordu. Evde kendini bekleyen neşesi vardı belki de tanışacağı yeni birileri bekliyordu kendini, bir kâğıdın içinde saklıydı bunlar okuyunca kendinin olacaktı her şey.
Avucunda tuttuğu kâğıdı açtı yavaş yavaş, harf harf okuyordu şimdi. Ne çok şey yazılıydı, hepsini bulabilir miydi? Aklında türlü türlü düşünceler, gittikçe çoğalıyordu. Annesi nelerde istemiş iyi ki de yazmıştı yoksa bu kadar şeyi aklında tutamazdı. Üç kilo domates, iki kilo salatalık, biraz soğan, sarımsak, dört kilo patlıcan, beş kilo patates… Sanırım annesi akşama ‘tava’ yapacaktı. Tava; Maraş’a özgü bir yemekti. Kendisi de çok iyi yapardı. Önce soğanı ve eti kavururdu yağda, sonra patates, patlıcan, domates ve biberini doğrayıp tuzunu ve pul biberini atar azıcık da su eklerdi... Parasını ödeyip eve doğru gidiyordu heyecanla, parkeli sokağa dönünce yavaşladı. Yüzüne rüzgâr vuruyordu serin serin ve huzurlu, bir kuş yuvasını taşıyordu ağzında, penceresinin kenarındaki küçük deliğe. Ne zamandır yapıyordu taşınma işini, sabah namaza kalktığında duymuştu kuşun sesini, şaşırmıştı, gözleri penceresinden dışarıyı seyre daldığında ancak fark etmişti güneşin doğmasına yakın bir vaktin olduğunu, hemen banyoya koşup abdest almış namazını kılmıştı… Kapıyı yavaşça açarken gıcırdamıştı, yağlamasını söylemişti annesi, çoktandır unutuyordu. Kapıda annesi karşılamış elindekilerin yarısını almıştı. Akşama yakındı saatler. Penceresine baktı, küçük gagalardan neşeli sesler çıkıyordu daha şimdiden. Uzun zamandır kuşlar ötmüyordu. Neşelenmişti kalbi, yüzünde hafif bir gülümsemeyle içeriye girdi. Odasının kapısı kapalıydı.
Kız arkadaşından ayrılalı sanki yıllar geçmişti. Uzun yıllar yaşayacağı bir hayatı tam altı saat otuz beş dakikada yaşamıştı. Neler de yaşamıştı bu zaman diliminden önce. Ne için ayrılmışlardı, en son ne söylemişti, kötü bir şey söylediğini hatırlamıyordu, acaba söyledi de bu yüzden mi ayrılmışlardı. En son sessizce yürüyorlardı, neşesi eksik mahallenin biraz ötesinde, yerde bulduğu, buruş kırış edilmiş kâğıdı cebine koyarken duymuştu son kez sesini, ‘Nedir o? Niye aldın ki onu? Şu an ondan daha değerli olan beni kaybetmek üzeresin, bu senin için hiçbir şey ifade etmiyor mu?’ diye birkaç soru sormuştu. Cevapsız bıraktığına inanamıyordu, cevap vermek için cebine koyduğu bu kâğıt hakkında bir bilgisi yoktu ama kendini de kıyaslaması çok yersizdi. Kız bu sessizlikte kendi sokağından girerken daha girmeden arkasını dönmüştü hemen, kendisi gözlerini ayakuçlarına indirmişti de ay yüzlüyü görmemişti. Parkeli dar sokağa girerken kalbindeki huzuru hiçbir zaman hissetmemişti. Kalbi aya tutulmuştu bir kere, bilmese de kalbi kendinden bağımsız bağlanmıştı bir güzele.
Odasına girip çoktan yatağına oturmuş kâğıdı okuyordu. Okuduğundan habersizdi ama okuyordu, kaç kere okumuştu, okumuştu da anlamamıştı. Şimdi fark ediyordu, yatağına oturduğunu, kâğıdı okuduğunu ve anlamadığını. Tekrardan kırışık yerlerini düzeltti ve eksik yerlerini kontrol etti. Eksik bir yeri yoktu. Şöyle yazıyordu;
“Allah için çıkılan yolun sonu cennettir.”
Son
Hayrani Can
06.07.2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.