5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
767
Okunma
Gün geçtikçe daha fazla seviyorum lisedeki Edebiyat hocamı, ki kendisi benim gibi edebiyattan nefret eden birini Apollo’nun Daphne’yi kovalaması gibi edebiyatın peşinden koşan bir aşık yapmıştır. �Sevmek Nedir?� diye bir soru sormuştu sınıfa, böyle U şeklinde oturduğumuz sınıfın ortasına doğru... Sınıftaki aşıklar tabi duruma el atıp ve meseleyi sahiplenip insan türlerinden bir cinsin karşıki cins üzerinde oluşan tarifi zor o malum duygudan bahsetmeye başlamışlarken tam da, hocamın �İnsan bir ağaca da aşık olamaz mı?� diye bir kova buz gibi suyu sınıfın üzerine ansızın fırlatıvermesi üzerine, aldığı karpuzun kıpkırmızı çıkacağından şüphesi olmayan sayın Emin sınıf, kesmesi sonucu elinde tuttuğu kabağa bakarken hiç şaşırmadığı kadar şaşkınlık içindeydi.
Kenarda köşede gülüşmeler...
Kafalarda normalde pek gezinmeyen soru işaretleri...
Sevgili hocam dağları, taşları, doğayı hatta eşyalarımızı sevmemiz üzerinde konuştu sonra. Belli ki benim üzerimde ciddi etkileri olmuş ki, şu anda karşımda duran ağacın ruhu var mıdır acaba diye kafa yoruyorum.
Aslında herkes aynı şeyi öğretmişti, canlılar, bitkiler ve hayvanlar olmak üzere iki kısma ayrılmışlardı. Hayvanların ruhlarının olduğundan bir çoğumuzun şüphesinin olmadığı kanaatinde olmakla beraber, bitkilerin de birer ruha sahip olabileceklerini galiba sadece çocuk bakar gibi çiçek yetiştiren annelerimiz anlayabilmişlerdi. Küçükken annem �çiçekler küser� dediğinde kendi kendime gülerdim. Hani şu annemlerin Perşembe akşamlarına Cuma gecesi adını verdikleri ve benim de bunu onların cahilliklerine verdiğim dönemlerde.
Şimdi elimde tuttuğumun ruhundan şüphe etmemekle beraber karşımdaki ağacı düşünüyorum.
Hareketsiz diye, konuşup bakmıyor insanların anlayabileceği şekilde diye, duygularının insanların gösterdikleri gibi göstermiyor diye; ama solunum, boşaltım yapıyorken, ve insanlardan farklı bir şekilde olsa da elbisesini değiştiriyor ve besleniyorken...
Orada öyle durup, bütün görkemiyle birilerini, bir şeyleri beklerken..
Bir mucize olarak bir ucu yerin kilometrelerce altında su bulmuş ve diğer ucu da insanlardan da yücelerdeyken...
Hatta bazıları belirli aylarda ağlarken, ve dalını kopardığımızda tıpkı bir insanın uzvunun kopunca kanaması gibi o ayrılan parça ayrılıktan yanıp tutuşup kururken, nasıl olur da bitkilerin birer ruhunun olmadığını düşünebiliyoruz???...
Sözde sevdiğimize vermek için kopardığımız gülün, üzerinde rahatlık olsun diye oturduğumuz ya da üzerine bastığımız çimenin, seviyor mu sevmiyor mu diye bilinmeyenden haber vermesini beklediğimiz papatyanın...
Onlara aşık olmak ne kadar uzakl?
Bitkiler, ilginçtir, oysa yaşam kaynaklarımız...