- 775 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK ÇARPAR GÖNÜL KAYAR BÖLÜM 2
AŞK ÇARPAR GÖNÜL KAYAR-BÖLÜM 2
03 Temmuz 2013, 23:05 Konum: Manhattan, 5. Cadde
John kör olduğuna kesinlikle emindi. Muhtemelen şuan da eliyle kapattığı sol göz çukurunda pantolon askısının o metal ucunu taşımaktaydı. Askı o kadar hızla yerinden söküp çıkartılmıştı ki genç adam bir an gözünün oyulduğu hissine kapıldı. Sağlam olan gözüyle önünü görmeye çabaladığında ayaklarının dibinden tüylü bir şeyin sürünerek uzaklaştığını hayal meyal görebildi. Az ilerisindeki mermer heykelden destek alarak doğrulup kendini bir iki basamak yukarı çekti.
Gözündeki acıdan daha büyük bir acı tüm bedenine nüfuz ettiğinde aklındaki tek ismi tüm gücüyle haykırdı.
"Ray!"
John yüzünün büyük kısmını kapatan elini çektiğinde gözünün kenarından bir otoyol şeridi gibi geçen izin farkında bile değildi. Hızla merdivenleri tırmanıp son bir kaç basamağa geldiği sırada dev sütunların arasından koşarak kendisine gelen tanıdık yüzü ve daha önce hiç görmeye alışık olmadığı ifadesi ile Sophia Campbell’i net olarak seçebilmişti.
Sophia karşısındaki adamın parçalanmış gömleğine diktiği gözlerini kızarmış yüzüne çevirdiğinde hızla silahına uzandı. Kılıfından çıkarmadan önce birkaç basamak inerek gözleriyle etrafı bir avcı gibi taradı. Tek görebildiği binanın önündeki iki gazeteci ile mücadele eden bir kaç saha arkadaşıydı.
"Ne oluyor? Saldırıya mı uğradın? John?"
Sophia arkasını döndüğünde az önce John’un durduğu yerde olmadığını fark etti adam çoktan binanın ana kapısından içeri dalıp gözden kaybolmuştu.
Kimsenin John Parker’a yolu göstermesine gerek yoktu. Karınca sürüsü gibi yol alan insan kalabalığını takip edip soluğu ikinci katta aldığında asıl kalabalığın okuma salonun uzak bir köşesinde toplandığını fark etti. Hızlı adımlarla büyük salonu kat edip çembere yaklaştığında ulusal güvenlik biriminden ajan Tom Adams onu durdurmak adına önüne geçti.
“Ajan Parker, lütfen önce sakinleşin.”
John kapıdan girdiği andan beri aynı noktaya sabitlenmiş gözlerini bir an için önünde dikilen adama çevirdi. Çenesinde seğiren birkaç damarı göstermek ister gibi gözlerini hala baktığı noktadan ayırmadan boynunu hafifçe adama çevirdi.
“Çekil önümden.” Üç saniye sonra hala dediğini yapmayan adamı bir kâğıt gibi savurduğunda ajan arkasındaki sıraya tutunarak güçlükle durabildi.
John çemberin en dışındaki takım elbiseli iki adamın arasından geçip kalabalığa daldı. Devam ettiği yoldan dönen insanlar yanından geçerken telaşla ona çarptıklarında John büyük kitaplığın önüne henüz ulaşmıştı ve gözleri kütüphanenin köşesinden yere vuran gölgelere takıldı.
“Lütfen şunları takın Bay Parker, olay yeri hala incelemede.” John yanında beliren beyaz önlüklü kadının yüzüne -tek kelimesini bile anlamadığını belirten bir ifade ile- baktı ve ardından o sesi işittiğinde bir volkan gibi patladı.
Bu Jasper’in flaş sesiydi.
Jasper!
John ve Ray’in olayın hemen akabinde ilk incelemelerini yapmalarından sonra kriminal ile birlikte gelen FBI’ın olay yeri inceleme bölümünün heyecanlı fotoğrafçısı Jasper’dı. İncelenen her olayda bir ölüm vakası elbette olmazdı ama eğer Jasper bir köşede durup sırasının gelmesini bekliyorsa işte o zaman işin içinde artık hayatta olmayan bir beden vardı. O kesinlikle yaptığı işten zevk alan bir psikopattı. Çektiği her cesede karşısında poz veren bir fahişeyi çekermiş gibi zevkle yaklaşırdı. John onun yıllar içinde bu ruh haline büründüğünü düşünse de bazı ahlaksız zevklerinin tohumlarının ta doğuştan geldiğini tahmin edebiliyordu.
John köşeyi hızla döndüğünde yerdeki beyaz önlüklü grubun arasında yatan o tanıdık iri bedeni saniyesinde tanıdı. Tepesinde toplanmış kalabalıktaki birkaç kişi işini bitirip ayağa kalktığında John büyük kan gölünün ortasında yatan gerçeği de tamamen görmüş oldu. O, Ray Allen, ortağı ve tek dostu başının bir kısmıyla yerde öylece yatmaktaydı.
Elindeki şeyleri giymesi gerektiğini söyleyen kadına inat John ısrarla yere çizilmiş girilmemesi gerekli alana adım attım. Kırmızı bir mürekkep gibiydi şimdi bastığı. Eğilip arkadaşının başına uzandı. Yüzü tanınması zor bil haldeydi, kafasının bir kısmı ise artık yerinde değildi.
“Hadi Ray kalk, gidelim.” John yumruğunu sıkıp dişlerine geçirirken gözlerinden akan yaşları gizleme ihtiyacı hissetmedi.
“Hep böyle yapıyorsun alçak herif, sen hep oyunbozanlık peşindesin. Hadi Ray kalk! Yalvarırım Mary için Lily için kalk.”
Bir flaş sesi işittiğinde başını kaldırıp sesin geldiği yere baktı. Jasper şimdi başını sol yanına eğmiş belli ki içine sinen pozlarından birini çekiyordu.
John hızla ayağa kalkarak adamın gözüne yapışmış makineyi tereddütsüzce kaptı ve aynı hızla duvara fırlattı.
“Ne yaptığını sanıyo…” Jasper boğazına sarılan el yüzünden sorusunu tamamlayamadı, sadece ellerini başının iki yanına kaldırıp pes ettiğini gösterebilmeye çabaladı.
“John! Sakin ol!” John adını işittiği an elini hızla serserinin boğazından çekti. Bu sesi ne zaman işitse kendisine çeki düzen vermesi gerekirdi.
Bölüm şefi Mason Carter beş kişilik ekibindeki artık en iyi adamının yanına vardığında çökmüş bir dağdan farksızdı. Bir alev topundan farksız genç adamın omzunu tutup var gücüyle sıktı.
“Omzuna ne oldu evlat.”
Jack bir süre sonra adamın ne dediğini idrak ettiğinde dönüp sol omzunu açıkta bırakan parçalanmış gömleğe baktı.
“Bir şeye çarptım.” dedi.
“Sanırım bir köpekti. Evet evet bir köpek, tüylü ve kabarık bir köpekti.”
<><><><><><>
04 Temmuz 2013, 00:50 Konum: Manhattan, 57. Sokak
Emily 57.sokakta bulunan “One57” binasının 73.katındaki dairesinden içeri girdiğinde saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kapıyı kapatıp sırtını çelik yüzeye yasladı. Ne kadar süre Grand Central’da beklediğini hatırlamıyordu bile. Muhtemelen Jack’in gittiğine tamamen emin olduğu sıralar da oturduğu banktan kalmış ve kendini terminalin önünde bekleyen bir taksiye atmıştı. Gözü girişteki konsolun üzerinde duran telefonun telesekreter mesajını gösteren yanıp sönen küçük kırmızı ışığa takılı kaldığında yaslandığı kapıdan ayrılarak hızla telefona doğru yol aldı.
“Ah Jack ne olur sen ol. Ne olur gitmemiş ol!” Düğmeye bastığında heyecanla duymayı beklediği adamın sesi yerine annesinin sesini duymak Emily’e ilk kez acı vermişti.
Sarah Hebert her zamanki cıvıl cıvıl sesiyle konuşmaktaydı. “Merhaba hayatım akşam her zamanki gibi harikaydın. Baban ve ben seninle bir kez daha gurur duyduk tatlım. Fakat şu cep telefonunu yanında taşımayı bir türlü beceremiyorsun Emily.”
Emily küçük bir hıçkırık koyuverirken konsolun yanına çöküverdi.
“Gelinlik giyeceğinden haberimiz yoktu. Ah! Çok tuhaf görünce o kadar duygulandık ki hayatım.” Annesi bir süre konuşmaya ara verip dikkatini başka yöne verdi. “Ah! Bir saniye anne hayır telefonda değil mesaj bırakıyorum.”
Emily “Büyükanne” diye iç geçirdi, arkadan gelen sesin sahibini tanımıştı.
“Büyükannen seni görmek için sabırsızlanıyor. Tatlım bu arada az daha asıl sormam gerekeni unutuyordum. Hoş geldiniz yemeği için büyükannen özel pastasından yapacak, şu bol kremalı olanından. Acaba Jack vişneli mi sever yoksa üzümlü mü? Damak tadına uygun bir şeyler yapmayı çok isteriz. Bana haber ver tatlım biliyorsun ki gelmenize üç gün var ve tatlının en az bir gün dolapta kalması konusunda büyükannen oldukça ısrarlı. Seni seviyorum bebeğim. Hoşçakal.”
Mesajın bittiğini bildiren o sesle Emily üç saat önce dinlediği ilk mesajdan bu yana bastırmaya çalıştığı şiddetli bir ağlama krizini de başlattı. Genç kadının omuzları sarsılırken Emily bir elini dudaklarına götürüp acıyla haykırdı.
“Jack hep vişneli sever.”
Ardından elinde tuttuğu ve neye ait olduğunu bilmediği beyaz küçük kumaş parçasına burnunu silip bir kenara fırlattı.
<><><><><><>
04 Temmuz 2013, 07:15 Konum: Lower Manhattan Hospital, 170 William Sok.
John soğuk hastane koridorunda Mary’in yattığı odanın başında hareketsizce oturuyordu. Yeni bir gün doğalı çok olmuştu. Bu doğan gün kendisi de dâhil bazılarına sadece felaket getirmişti. Evet yaşadığı tam olarak bir felaketti. Ray’i kaybettiği yetmezmiş gibi Mary’e de durumu kendisi bildirmek zorunda kalmıştı.
“Ray eve gelmedi John, anlaşılan yine sizin işiniz uzadı. O koca bebeğe söyle onu yatakta bekleyen iki güzel bayan var.” John, Ray Allen’in cesedi çıkarılırken halk kütüphanesinin merdivenlerinde oturmuş kendisinden bir cevap bekleyen kadına bir cevap vermeyi bekliyordu. Hiçbir cevap aklına gelen hiçbir chaevap kafi gelmiyordu.
“Mary ben, ben…” John telefonu kulağından çekip göğsüne koydu. Bunu yapmalıydı, bunu ona söylemeliydi. Bu tabi ki hafifletici bir sebep değildi ama belki ona söylerse ondan duymak kadına biraz daha iyi gelebilirdi. John dişlerini birbirine geçirerek içindeki acıyı tek seferde çıkardı.
“Ray’i kaybettik Mary. Çok üzgünüm.”
John telefonun ucundan gelecek bir ses bekledi. Tam olarak ne beklediğinden emin değildi. Bir çığlık, belki bir isyan ya da öfke dolu bir kaç söz. Ama beklediği gelmediğinde panikle oturduğu merdivenden kalktı.
“Mary. Alo Mary orada mısın? Mary cevap ver!”
Lanet olsun! John merdivenlerden deli gibi koşarak binanın önündeki arabasına kendini attı. Araba 5.caddede kurulan barikatı yararak köşeyi döndü ve sadece beş dakika sonra Allen’ınların evinin önünde durdu. John kapıyı nasıl kırdığını, yerde hareketsiz yatan Mary’i nasıl kucakladığını ve hastanenin yolunu nasıl bulduğunu tam olarak hatırlamıyordu. Birçok yeri zihninde kopuk kopuktu.
Sadece derin bir nefes aldığı o ilk anı hatırlıyordu. Doktor “Bebek de annesi de iyi.” dediğinde John derin bir nefes alarak kendini koltuğa bıraktı. Ve şimdi altı saattir hareketsiz olarak oturduğu koltuktan başını kaldırarak önünde dikilen kadına baktı.
“İyi misin?” John Sophia’nın sorusu ile acıyla gülümsedi. İyi olmayı başarabilmek şu an için yapabileceği son şeydi.
“John şuan sırası değil ama gazetelere bir göz atman lazım.” Genç kadının uzattığı gazetelere göz ucuyla baktı. “Bence de hiç sırası değil Sophia, Ray ile ilgili neler yazdıklarını tahmin edebiliyorum.”
“Gazeteler Ray’i değil seni yazıyor John. Yönetim duyunca çıldıracak.”
John kadının elindeki gazeteyi kapıp ayağa fırladı. İlk sayfayı açtığında manşetten verilmiş büyükçe bir resmin üzerinde kalın harflerle tam olarak şöyle yazmaktaydı.
“ROMANTİZM KRALİÇESİNİN FEDERAL AŞKI”
Federal Aşkı!
John resme göz attığında dün gece Halk kütüphanesinin önünde çarpıştığı şeyin bir köpek olmadığının farkına vardı. Bu genç bir kadındı ve lanet olsun ki kollarında sallanan kadının üzerinde bir de gelinlik vardı.
Sophia ayağa kalkarak öfkeyle gazeteyi parçalara ayıran John’un karşısına dikildi.
“En beteri de John aldığımız duyumlara göre gazetenin elinde bir kaset var, olayı akşam haberlerinde yayınlayacaklar. Bir ajan için belki de en kötü şey ama deşifre olmak üzeresin.”
<><><><><><>
04 Temmuz 2013, 08:00 Konum: New York Times Gazete Binası, 8.Cadde
Emily taksi gazete binasının önünde durduğunda büyük çerçeveli siyah gözlüklerini taktı ve araçtan indi. Girişe doğru ilerlerken elindeki gazeteye -sabahın köründe Lena’nın kapısını çalıp ona uzattığından beri defalarca yaptığı üzere- midesi bulanarak tekrar baktı.
“ROMANTİZM KRALİÇESİNİN FEDERAL AŞKI”
Tanrım! Bari yalan bir haber yapacaklarsa daha klâs birini bulamazlar mıydı? Bir federal. Sadece bir federal. Genç kadın içinde yükselen bulantıyı bir kez daha güçlükle bastırdı. O son sürat hazırlanırken Lena kendisine gelen sayısız telefona cevap vermekle meşguldü. Söylediklerine göre akşam haberlerinde yayınlanacak bir kaset vardı ve canlı yayına katılması için televizyon kanalı kendisine hatırı sayılır bir teklif yapmıştı.
Emily kasetin olduğuna adı gibi emindi. Dün akşam peşinden gelen o iki gazeteciyi nasıl unutabilirdi ki? Tam yedi yıldır tırnaklarıyla kazıyarak geldiği kariyeri yerle bir olmak üzereydi. Şimdi hemen bu saçmalığa bir son verecek ve ardından da gidip bir tekzip hazırlatacaktı.
Büyük cam kapıdan girerek giriş kattaki danışmaya doğru ilerledi. Bankonun önünde durup elindeki gazeteyi önündeki bilgisayara dalmış kadına doğru adeta fırlattı.
“Şu iğrenç haberi yapanlarla görüşmek istiyorum. Hemen!”
Kadın önüne düşen katlı gazetedeki habere ardından da bankonun arkasındaki yüzünün büyük bölümünü siyah gözlüklerinin kapladığı bu gizemli kadına doğru baktı.
“Kim diyeyim efendim?”
“Emily Hebert dersiniz!”
Genç kadın duyduğu isimle yanındaki telefona hızla uzandı. Dâhili birkaç numara tuşladı ve karşı tarafı beklerken Emily’e zarifçe gülümsedi.
“Bay Smith, Bayan Emily Hebert burada. Sizinle görüşmek istiyorlar. Anladım, Derhal efendim.” Telefonu kapatıp hızla ayağa fırladı. “Dylan Smith sizi bekliyor Bayan Hebert. Ofisi 32.katta. Size eşlik etmeme...”
Emily onun eşlik etmesine ihtiyacı olmadığını beden dili ile güzelce ifade ettiğinde kadın asılan suratı ile az önce oturduğu koltuğa geri yapıştı.
32. kattaki asansör kapısı açıldığında Emily oldukça zevkli döşenmiş koridora adımını attı. Cam bölmelerle ayrılmış küçük ofisleri geçip yolun sonundaki açık kapıda kendisini karşılayan oldukça iyi giyimli adama doğru kararlı adımlarla ilerledi.
“Bayan Hebert hoşgeldiniz. Ben yayın koordinatörü Dylan Smith.” Emily adamın kibarca uzattığı elini sıktı. Adam arkasındaki odasının kapısı açıp genç kadını kibarca buyur ettiğinde Emily gözündeki gözlüklerini çıkararak içeriye daldı.
“Lütfen şöyle buyurun.” Geniş ofis masasının önündeki koltukları işaret edip kendi yerine doğru ilerledi.
Emily gösterilen yere oturduğu saniye de daha fazla vakit kaybetmeden konuya girdi. “Fazla vaktinizi almayacağım Bay Smith. Gazetedeki haberin en kısa sürede düzeltilmesini istiyorum.”
“Haberin yalan olduğunu mu iddia ediyorsunuz?”
Genç kadın öfkeli bakışlarını adama dikti. “Kesinlikle öyle. Ben o adamı hayatımda hiç görmedim.”
Dylan Smith yanı başındaki bir çekmeceye uzanıp içinden siyah bir kaset çıkardı ardından gözlerini karşısındaki kadının yüzünden çekmeden elindekini masanın üzerine bıraktı. “Bu kaset öyle demiyor ama!”
Emily ayağa kalkarak ellerini önündeki cam masaya dayadı. Bedenini karşısındaki rahat koltukta oturan adama doğru eğip gizli bir sırrını verircesine alçalttı. “O kaset hiçbir şey ifade etmiyor. Bir kaza, bir tesadüf hepsi bu. Ben gazetenizin de ifşa ettiği üzere başarılı bir yazarım ve asla ama asla bir federalle aşk yaşamıyorum!”
Bayan İlişkibilir cümlesini tamamladığı anda ofisin cam kapısı şiddetle açıldı. Kapı arkasındaki duvara gürültüyle çarptıktan sonra beyaz duvarda kötü bir iz bıraktı. Emily bu ani hareketle olduğu yerde sıçrayarak arkasını döndü. Gördüğü manzara tam anlamıyla vahşiydi. Saçı başı dağılmış bir mağara adamı odanın kapısında dikilmekteydi. Adam ağzını açtığı an da Emily altındaki yerin sallandığını hissetti.
“Dylan Smith adlı hergele sen misin?” New York Times’ın yayın koordinatörü cevap vermek yerine başını hafifçe sallamakla yetindi. Emily arkasındaki zavallı adamın yutkunduğunu duyabilmişti. John odayı üç adımda geçip adamı yapıştığı koltuğundan bir meyveyi koparır gibi çekip aldı ve tek eliyle yan tarafta kalan duvara yapıştırdı.
“Demek o haberi yapan pislik sensin? Güzel bu harika.” John adamı duvar boyunca gezdirmeye devam ederken Bay Smith kıvılcım çıkan kafası ile duvarda önüne gelen tabloları yere düşürüyordu.
“Beni aptal bir medya maymunu ile aşk yaşıyor diye yazarsın ha? Ben bir federalim seni ahmak.”
Emily duyduğu bu sözle olduğu yerde dondu. Bakışları adamın yırtılmış gömleğine takıldığında tüm gece elinde tuttuğu o kumaşın neyin parçası olduğunun da cevabını almış oldu. Bu o federal. Bir dakika bir dakika medya maymunu mu demişti o?
“Bayım siz kim oluyorsunuz da bana…”
John arkasından gelen sinek vızıltısı gibi sesi susturdu. Elini adamın boğazından çekmeden arkasını dönüp ilk kez odadaki varlığını hissettiği kadına baktı. “Bak tatlım muhtemelen ünlü olmak için bu önemli yalakaya kadar ulaşmışsın. Seni takdir etmiyorum sanma ama şuan benim işim daha acil. Yaylan bakalım!”
Emily sonuna kadar açılan ağzını kapatmakta güçlük çekti. Bu adam gerçekten gördüğü en kaba, en terbiyesiz ve en vahşi adamdı. Hayır, adam falan değil o tam olarak bir hayvandı. Öfkeyle başını çevirdiğinde bakışları masanın üzerindeki şeye takıldı. Burada olmasının tek gerçek sebebine!
John hala elinden kurtulmak için çaresizce çırpınan adama döndü. Yüzünü yüzüne yaklaştırıp kulağına doğru fısıldadı. “O haber silinecek. Duydun mu beni!”
Dylan Smith deli gibi başını salladığında John adamın boğazını sıkan elini çekti. Yere düşen tablolardan birini tekmelerken bir süre adamın nefesinin düzelmesini bekledi.
“Ve o kaseti istiyorum. Hemen!”
“Peki peki” diyen Bay Smith dengesiz adımlarıyla yerine doğru ilerledi. Az önce masanın üzerine bıraktığı kaset şimdi orada değildi. Tıpkı Bayan Hebert gibi onun da yerinde yeller esmekteydi.
“Almış.” dedi boğazını tutarken. John masaya doğru yaklaşıp adamın yüzüne doğru tuhaf tuhaf baktı. “Kim almış?”
“Yemin ederim az önce buradaydı. O almış, şu gazeteye birlikte çıktınız kadın.”
John başından aşağı içi kaynar su dolu bir kazanın hızla boşaltıldığını hissetti. Tanrım! O medya maymunun ünlü olmak için kullandığı yalaka bu adam değildi. O yalaka tam olarak kendisiydi.
<><><><><><>
Emily asansörlere vardığında altısından birinin bile katta olmamasına lanet etti. Üç sol ve üç sağ tarafta yer alan tüm asansörlerin çağırma düğmesine basıp beklemeye girişti. Elindeki kaseti hızla çantasına atıp gelmesine sadece iki kat kalan önündeki asansöre odaklandı. Az sonra şu kapı açılacak ve kendini içeri atıp buradan uzaklaşacaktı. O kaseti çalmıştı, bunu yaptığına hala inanamıyordu. Zaten dün akşamdan beri hayatında gelişen hiçbir şeye inanamaz olmuştu. Asansör kata gelip kapısı açıldığı anda Emily sağ taraftan gelen güçlü bir ses işitti.
“Hey sen! Buraya gel.” Emily bir korku dalgasının tüm bedenini kaplamasına engel olamadı. Bay Smith’e yaptıklarını gördükten sonra o adamın kendisine yapabileceklerini genç kadının aklı almadı. Emily şimdi önünde duran asansör de kendisine bakan yüzlere aldırmadan kendini hızla kabine attı. John kadının kendini atlatabileceğini düşünmek gibi bir delilik yapıp asansöre atladığı dakika koşmaya başladı. Kolunu asansörün kapısına sokmasına sadece bir saniye kalmıştı ki metal kapı hızla kapandı. John öfkeyle kapıya sert bir tekme attı.
“Seni akılsız medya maymunu!”
Emily asansörün içerisinde kendisine dehşetle bakan küçük gruba hafifçe gülümsedi. “Onun bu aralar biraz problemleri var!” Genç kadın önemsiz bir konudan bahsediyormuş gibi hafifçe omuz silkti.
John kaçırdığı asansörü tekmelemeye devam ederken tam arkasında kalan bir başka asansörün açılan kapısını işitti. Bu sefer işi şansa bırakmadan dönüp kendini hızla arkasındaki kabine attı. İçerideki üç kadın ve bir erkek tuhaf gözlerle ona baktığında John onların bakışlarının sabitlendiği yere omzuna baktı. Samimi gruba dönüp göz kırptı. “Bilirsiniz işte biraz ateşliydi.” dediğinde kadınlardan genç bir tanesi kıkırdayarak elindeki dosyalar ile yüzünü kapattı.John yüzünü kapıya dönerek derin bir nefes aldı.
Üç saniye sonra sadece bir kat aşağıdaki 31.katta karşılıklı iki asansörün de kapısı açıldığında John Parker kendisine arsızca kaseti sallayan medya maymununa o kızıl saçlarından daha kor olan içindeki ateşi gösteren yakıcı bir bakış attı.
Emily için bu ateşte yanmak artık kaçınılmazdı!
<><><><><><>
2.Bölüm özel sorusu: 4 Temmuz 2013 gazetesinde manşetten verilen haberin başlığı nedir?
Soruya cevap vererek 200 kelimelik özel bölüme ulaşabilirsiniz.
<><><><><><>
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.