- 891 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KROMOZOM
Tozlu raflarda kalmış eski bir kitabın sarı sayfalarına sığınmış onca kifayetsiz hayal: Kime dair olduğu bilinmeyen…
Tahayyül edilen binlerce düşünce ne zaman ki beynine yerli yersiz saplanır işte beklersin terk edeceği anı. Sebebi olsun olmasın.
Seneler öncesinden gönderilmiş solmuş bir zarf sahibinin kim olduğu bilinmeyen ama buna rağmen sandığın en dibine sıkıştırılmış.
Bir sevda belki de yine sahipsiz. Tutkulu bir aşkın iki kahramanı. Yoksa üç ya da beş mi demeli: Başka kadınlar ve başka adamlar. Neşriyatın çok kısıtlı olduğu bir devrin satır aralarına sığdırılmış bir aşk hikâyesi: Masumiyete ışık tutan, sadakatin hala mubah olduğu ve sabrın sınırının tahakkümsüz kaldığı.
Onlarca yaşanmışlık sahibinin ya da sahibesinin meçhul tutulduğu. Biraz biz gibi, biraz siz gibi.
Megaloman kim varsa cebi ihtiras dolu. Narsis bir kimlik gölgesinden bihaber. Şizofren düşünceler hatta inanması namümkün çoğunun nazarında.
Kütüphanedeki görevli şu çocuk belki de tüm bu depresif girizgâhın sebebi. Kromozom sayısından muzdarip ve bir ömür bunun yükünü taşımakla mükellef.
Aşk ne yasak tanır ne de özel durum. Bir kere âşık olmuşsan gerisi çorap söküğü gibi gelir. İstediğin kadar melankolik ol ya da depresif. İstersen tüm duyu organların sistem dışı olsun. Yürek yeter mükellef olmak için sevdadan.
Belli belirsiz bir gülümseme peyda oldu yüzünde Ömer’in. Ne de olsa müdavimi o hukuk kitaplarının, sıra kapma telaşında. Bir saate kalmadan derse girmek zorunda. Devamsızlığı had safhada. Ola ki dakika sekti yok kurtuluşu. Şunun şurasında ne kaldı finallere.
İşte yine köşeden seğirtiyor bir elinde kitap listesi bir elinde not defteri.
Tanrım, bir insan bu kadar mı mesul olur saflığın çehrede belirdiği o nurdan. Perçemleri nasıl da dökülüyor o ceylan gözlerinden. Bir o kadar naif ve kibar. Bilmiyor da değil hani Ömer’in ona olan zaafını. Biraz cilve biraz naz niyaz işte sırasını öne almayı becerdi bir kez daha.
Kuş gibi çırpınmakta kalbi. Birazdan karşılaşacak gözleri ve o ılık duygu saracak küçücük yüreğini Ömer’in: Yüreği küçük asaleti büyük o genç adam.
Hoş bir nüans nasıl da tınısını sakınmamakta konuşurken sevişir gibi. O sarı papatyalar nasıl da kıskanır bu başak rengi saçları. Etine dolgun biraz ve biçimli bacakları ile nice kadına taş çıkartır.
Adı da özel kendi gibi. Yanakları açmış gonca kadar pembe ve büyülü. Sesi billur, kıpırtısı yüreğinin buğulu. Sanırsın ki raks ediyor adımlarken o soluk renkli halıyı.
Bilmezdi oysa öncesinde Ömer gerçek bir erkeğin nasıl bu denli duyarlı olabileceğini. Tanıyıp tanıyacağı tek kadın annesi ve halası. Ki onu her zaman şefkatle sarıp sarmalayan ve sevgiye boğan bir yandan hayatı tanıtıp onun farklı olmadığını binlerce kez dillerine pelesenk etmişken.
Yine aynı parça çalıyor radyoda. Bir aşk şarkısı ritmik temposuyla şaha kaldırıyor o loş ve havasız kütüphanenin atmosferini.
Derken başka bir şarkı alıyor sırasını. Hüzün dolu nağmesiyle içini yakıyor Ömer’in. En sevdiği iki parçanın arka arkaya çalması bir rastlantı olamaz. Belli ki güzel şeyler olacak bugün. Belli ki yine dokunacak o beyaz ve pamuk elleri imzalarken doldurduğu belgeyi.
Adı yok cismi var. Kim olduğunun ne önemi var ki… Belli ki dünyada yaşayıp yaşayacak en güzel varlık. Biraz umarsız mı ne, olsun. Biraz tutarsız belki de zira ne zaman ne diyeceği hiç de belli olmuyor. Ama o kadar güzel ve asil ki. Hele nasıl derin ve içli bakıyor gözleri ve ‘’Ömer’’ derken nasıl da ahenkle dökülüyor o dört harf.
Öpsem mi, diye geçiriyor içinden Ömer. Öpsem öpsem o pembe yanaklarından öper ve hemencecik uzaklaşırım. Bu bana bir ömür yeter…
Ah Ömer ah… Ne vardı aşka düşecek…
Ne vardı yanacak.
Sevda Ömer’in de hakkı lakin. Ve bir o kadar yakın herkesin olması gerektiği kadar.
İç sesi avaz avaz bağırıyor bir yandan:
-Git saklan kitapların en arkasına. Kimseler görüp anlamasın sevdalı olduğunu. Kimseler görmesin senin ona nasıl baktığını…
İşte geldi.
-Merhaba, genç adam. Pardon ben yine ismini unuttum. Ne şeker şeysin sen.
Ve derken uzatıyor elindeki listeyi.
-Çok acelem var. Mümkünse bu kitaplar on beş dakikada geçer mi elime?
Ömer, yanık Ömer…
Genç adam… Tanrım, ne güzel söyledi bu iki kelimeyi.
Yoksa radyodan mı geliyor bu ahenkli melodi...
-Ömer, benim adım Ömer, güzel bayan. Ömer…
-Ömer, Ömer. Haydi, çok geç oldu. Haydi, Ömer…
-Tamam, tamam. Hemen şimdi getiriyorum kitapları… Siz bekleyin ve bir yere gitmeyin, sakın.
-Ne kitabı oğlum. Haydi, kalk öğlen oldu neredeyse. Kalk, Ömercim. Bak doktor amca bizi bekliyor.
-Kalkmalıyım, hemen kalkmalıyım. Nerede o, söyleyin nerede?
-Ah, be oğlum. Yine mi kâbus gördün?
-Çok güzeldi anne, çok güzel. Bana onu getirin. Onu istiyorum.
-Seviyorum ben onu. Sevmek benim de hakkım…
YORUMLAR
Eğer sevginin derinliğine dalmışsa gönül, ne usanır ne tadına doyar. Sevgi bir vurgundur eğer içinde taşırsan ve bir cehennem azbına düşersin yoksa içinde. Ve herkesin de hakkıdır...
Sıcaktı öykünüz değerli yazar, kaleminize sağlık demezsem çarpılırım Allah esirgesin...
Gülüm Çamlısoy
Teşekkür ederim.
saygılarımla...