İSLAM, HOŞGÖRÜ VE MEDENİYET SERÜVENİ
İSLAM, HOŞGÖRÜ VE MEDENİYET SERÜVENİ
Kan ve barut ile kirlenmiş paralarla kurulmuş sürmodern hayatlara tanıklık ediyoruz. Emperyal anlayış, tarihin sayfalarında kılıçla başladığı amansız takibini barut patlatan makinalar ile sürdürdü. Şimdi bu takibin en âlâsını kolunu bile kaldırmadan bilişim teknolojileri aracılığı ile finans kapanları ve kültür bozgunculuğu ile sergiliyor emperyal dünya.
Coğrafya bazı milletlerin “makus talihi”…Emperyal gücün oyun alanı içinde olmak için sadece o coğrafyada olmanız yeter. Bizim gibi! Ortadoğu’ya komşu olmak başlı başına bir problematik. Ortadoğu’nun ortak paydasında ise Müslüman olmak var. Günümüz bilişim, finans ve kültür savaşının ne yazık ki kanla bulaşık öyküsünün derinlerinde din eksenli bir kurgu var.
Yüzyıllar ötesinden günümüze ulaşan o hep taze mesajında İslam, fikir ve inanç özgürlüğü ile iman temelinde eşitlik ilkesini öne çıkarır.
Profesör Doktor Sönmez Kutlu:
“İmamı Azam Ebu Hanife İslam’ı yorumlarken ve yaşarken kişilerin fikir ve. inançlarına saygı duyar, dış görünüşten veya dışa yansıyan bir davranıştan hareketle hemen karar vermezdi. O davranışın arka planını araştırır, niçin ve hangi amaca yönelik yapıldığına özen gösterirdi. İnsan onuru ve haysiyeti, insanın aklı, dini, malı ve canı onun için korunması gereken değerlerdi. İslam’ın bu maksatları korumak için geldiğine inanmaktaydı.
Hanife’nin asıl amacı insanların inancı ile eylemi arasında mantıksal ve ahlakî tutarlılığı sağlamak idi. Ama iman çok amel etmekle artmaz, az amel etmekle de azalmaz. Ameller, sadece sevap ve cezayı etkiler. Bu bakımdan bütün müminler eşit olup birinin diğerine üstünlüğü yoktur. İslam’ın doğu coğrafyasında Türklerin ve diğer milletlerin İslam’a girişini kolaylaştıran bu hoşgörülü bakış açısı çok ama çok önemsenmelidir.” diyor.
Kuran-ı Kerim’de bu hoşgörünün ve inanç özgürlüğünün şifrelerini buluruz:
Al-i İmran Suresi 20. Ayette :” Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: "Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kullarını hakkıyla görendir “
Bakara Suresi 272. Ayette: “ Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.”
Ve Secde Suresi 13. Ayette ’“Eğer dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, "Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım" sözüm gerçekleşecektir, buyrulmuştur.
Bu hoşgörü ikliminin mucizesi yüzyıllar öncesi Endülüs coğrafyasında mimaride, sanatta, bilimde, edebiyatta ve hayatın pek çok alanlarında önemli bir medeniyet hamlesine yol oldu. Endülüs’te bir arada yaşama kültürünün olgun meyvelerini tattı insanlık. Rönesans ve reform hareketlerinin Avrupadaki ilk nüvesi belki de Endülüs’tü!
Prof. Dr. Mehmet Özdemir, Endülüs medeniyetinin inşasında Müslümanların yanında, Müslüman olmayanların da alınteri ve göz nurunun bulunduğu hatırlatıyor.
“Hz. Peygamber’in vefatının hemen ardından başlayıp Emeviler dönemi boyunca devam ettirilen ilk dönem İslam fetihleri, hiç şüphesiz sadece İslam tarihinin değil, bütün insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden biridir. Bu fetihlerin en fazla dikkat çeken özelliği ise, başka bir sürü istila hareketinden farklı olarak kalıcı sonuçlar üretmiş olmalarıdır. Bu sonuçların en başında, fethedilen coğrafyalarda farklı dinlere mensup halklar arasında İslam dininin tedrici bir şekilde yayılması gelir. Bir diğer sonuç, uygulamaya konan birlikte yaşama modelidir. Herhalde bir başka sonuç olarak yeni fethedilen coğrafyaların istisnasız hepsinde benzeri görülmemiş bir imar, ıslah, ilim ve irfan hamlelerinin başlamasını zikretmeliyiz.
İspanya’nın fethini bu çerçevede nasıl değerlendirebiliriz? İlk dönem İslam fetihleriyle İslam yurdu haline getirilen coğrafyalardan biri de İspanya’dır. Endülüs, diğer birçok yer gibi büyük ölçüde savaş olmaksızın, fatihlerle yerli halk arasında antlaşmalar yapılmak suretiyle fethedilmiştir. Fetih esnasında Endülüs’te yerli halkın çoğunu Hıristiyanlar teşkil etmekteydi. Ayrıca değişik şehirlerde veya şehirlerin kenarlarında yaşayan Yahudi toplulukları da mevcuttu. Müslüman fatihler fetih esnasında yerli halkla yaptıkları antlaşmalar çerçevesinde gerek Hıristiyanlara gerekse Yahudilere canlarını ve mallarını muhafaza, dinlerini yaşama, cemaat içi meseleleri kendi dinlerine ve örflerine göre çözme, dillerini konuşma hakkı tanıdılar.. Bu yeni durum özellikle Yahudiler açısından hayal ettiklerinin ötesinde bir gelişmeydi. Söz konusu antlaşmalar, belli istisnalar dışında, büyük ölçüde Müslümanlarla Müslüman olmayanları eşit hale getirmekteydi.
Yukarıda sayılan haklar kısa sürede Hıristiyanlar ve Yahudiler nezdinde olumlu tesirlerini gösterdi. Başlangıçta Müslüman yönetimine tanımadıkları için şüpheyle yaklaşan, hatta bir kısmı şehirleri terk eden Hıristiyanlar, uygulamayı gördükçe tavırlarını değiştirdiler. Müslümanlarla birlikte yaşamaya adapte oldular. Bir taraftan kendi dinlerini ve kültürlerini yaşatır ve geliştirirken diğer taraftan Müslümanların Doğu’dan Endülüs’e taşıdığı İslâm kültürünün birikimlerinden yararlanmayı ihmal etmediler. İslâm kültürünün etkisiyle Hıristiyan gençler kendi din ve edebiyat dilleri olan Latince yerine o zamanın kültür ve medeniyet dili olan Arapçayı kullanmaya, Arapça şiirler yazmaya, Müslüman düşünürlerin eserlerini okumaya başladılar; Müslüman bilginlerin yazdıkları kitaplardan kütüphaneler oluşturdular. Hıristiyan halk Müslümanlar gibi giyinmeye, Müslümanların mutfak kültürünü taklit etmeye, evlerini Müslüman evleri gibi süslemeye, sünnet olmaya, hatta domuz etinden uzaklaşmaya yöneldiler. Bu sebepledir ki Endülüs’ün sınırları dışında kalan İspanya Hıristiyanları, Endülüs’teki dindaşlarını “Araplaşmış kimseler” anlamında Mozárabes diye adlandırmışlardır. Bu medeniyet, Endülüs toprağında sadece Müslümanların değil Hıristiyanların ve Yahudilerin de bir arada yaşama modelinin sağladığı sinerji sayesinde önemli başarıların altına imza attıklarını göstermektedir. Eğer bugün bir Endülüs medeniyetinin varlığından söz edebiliyorsak bu medeniyetin inşasında Müslümanların yanında Müslüman olmayanların da alınteri ve göz nurunun bulunduğu muhakkaktır.” diyor.
Merve Şebnem Oruç ise bir makalesinde, özetle;
“John Hobson, emperyalizmin kapitalizmin bir takipçisi değil, siyasi bir tercih olduğunu söyler. Menfaatçi bir yaklaşımla siyasi tercihlerini bu yönde kullandıklarını düşündüğüm Batılı ülkeler, idareyi piyasa güçlerine bırakıp, ekonomilerini serbest ticarete ve rekabete bıraktıkları ölçüde, yarışa zaten önde başlamaları nedeniyle her zaman daha çok gelişen ve büyüyen taraf olacaklarını düşündüler. Geçiş sürecinin başından tahminimce 11 Eylül 2001’e kadar süregelen zaman diliminde de yanılmadılar. Her yarışta lider, dünyanın Batı yakasıydı. En önde, en modern, en gelişmiş, en ileri, en zengin onlardı. Dolayısıyla, aynı yönde koşanların veya koşmak zorunda kalanların, modernleşmek, gelişmek, ilerlemek ve zenginleşmek için Batı’yı takip etmeleri gerekiyordu. İnternet, buharlı trenden sonra belki de en yararlı buluştu. Ancak, internet, buna bağlı olarak da küreselleşme, aynı zamanda bu yeni sistemi üretenlerin itilip kaktığı, ezdiği, kenarda köşede bıraktığı bireylerde de kendilerine uygulanan etkiye eşdeğer, belki de daha güçlü bir ters tepkiye yol açtı.
Öngörü, tarihin başlangıcından bugüne çok önemsenmesinin yanı sıra, tüm bilim dallarında da ayrı bir öneme sahiptir. Çıkarları azımsanmayacak derecede önemli olan Batı ülkeleri, elbette bir ürün olarak interneti piyasaya yaymadan önce belirli öngörülerde bulundular. Soğuk Savaş’ı tanımlayan teknolojiler kısmen nükleer silahlar ve ikinci Sanayi Devrimi; kısmen de orak ve çekiç iken, küreselleşmenin teknolojileri bilgisayarlaşma, dijitalleşme, uydu iletişimi, fiberoptik teknolojisi, nanoteknoloji, yapay zeka vs olacaktı.
.
Bugün devletler arasındaki geleneksel dengeye, devletler ve küresel piyasalar arasındaki dengeyi ekleyerek gizli ellerinin sayısını artıran Batı’nın unuttuğu, bizimse esas dikkat etmemiz gereken güç unsuru, birey ile bireyler, piyasalar ve devletler arasındaki dengedir.” diyerek bir tesbit yapıyor.
İşte modern, sözde demokrat, alabildiğince özgürlükçü, yenilikçi, bilimle iç içe ama emperyal dünya…Endülüs’te ıskalanan medeniyetler buluşması…Ve dilim varmasa da söylemeliyim, ölmeyen haçlı düşüncesi! Ne yazık ki bizim Endülüs’te göremediğimizi batı medeniyeti gördü.
Hira’dan insanlığa inen büyük müjde , Hazreti Muhammed’in “Birbirinizi sevmedikçe , imanınız kemale ermez” mesajı ile aslında yıllar yıllar önce tamamlanmış ve taçlanmıştı.
Kim bilir; Soğuk savaşa kurban olan Afganistan, petrol cerahatınının bataklığında boğulan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri suni mezhep, ırk, ilkel kabile çatışmaları ile sentetik bir hipnozun altında yüzyıllar öncesinde Endülüs’teki iklim yakalanmasın diye mi uyutuluyor.
Ki Müslüman toplumlar emperyal canavarın ellerine verdiği senaryoyu sahneye koysun, emdiği kan damarlarını dolduran canavar hayat bulsun; gizlense de haçlı iksiri ile hazırlanan ilaç Müslüman toplumlara damardan enjekte edilsin ve hipnoz sürsün
Harun Özmen
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.