- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Anadolu Hisarı'nın Keşfi - Bir Ömür Arkadaşlık
Pazar günü Akın uyandığında hala başı ağrıyor ve kendisine kamyon çarpmış gibi hissediyordu. Hatırlamamazlık söz konusu değildi ama biyolojik olarak bitik bir haldeydi. Düşündükçe utanıyor, içine düştüğü durumdan nasıl sıyrılacağının planlarını yapmaya çalışıyordu. Saat 10 gibi Halime teyzeden aldığı numarayı çevirdi. Telefona Mehmet’in kız kardeşi çıktı. Akın Mehmet’in kız kardeşi olduğunu bilmiyordu ve henüz tanışmamışlardı. Telefonda Mehmet ile görüşmek istediğini ve adının Akın olduğunu belirtti. Karşıdan aldığı “Sen camdan aşağı kusan Akın mısın?” sorusu ise Akın’ı bir kez daha yerin dibine sokmuştu. Çok sessiz bir evet cevabından sonra Mehmet’in kızkardeşi ağabeyini telefona çağırdı.
-Alo!
-Mehmet günaydın. Nasıl oldun?
-İyiyim ya! Büyütülecek birşey yok. Dikiş mikiş attılar, pansuman yaptılar.
-Nasıl birşey yok ağabey, ne kadar cam varsa kırdın. Üstelik bütün bunlara sebep benim.
-Kendini suçlama, başka birşey de olsa ben yine o camları kırardım. Rakı ve Ahmet Kaya karışınca ben biraz agresif oluyorum. Senlik birşey değil yani.
-Haydaa herkes panik oldu ama. Ben tüm gün kendimi suçladım zaten. Yapma hacı böyle şeyler!
-Neyse sen onun bunu bırakta kendine gelebildin mi bari? Nasıl oldun?
-İyiyim hacım o kadar rakı ağır geldi. Laren’de benimle hiç konuşmadı yolda, bilmiyorum nasıl toparlanacak. İçine ettim resmen ortamın.
-Birşey olmaz. Cumartesi gününü ayarla, Anadolu Hisarı’na gidelim vapurla. Erkenden gideriz, öğlen birşeyler yeriz, sonra Hisar’a çıkarız. Sonra da yaparız birşeyler. Müjgan’a söylerim ben bugün, oda Laren’i ikna etsin.
-Dur bakalım hele yarın bir okula gideyim, Laren’in tavrına göre hareket ederiz.
-Ne yani bizimle sadece Laren varken mi görüşeceksin. Biz adam değil miyiz?
-Alakası yokda, siz Müjgan’la çift, ben öyle sap gibi yanınızda ne bileyim rahatsız olurum, olursunuz. Bilmiyorum işte aman of!
-Saçmalama birader, tanıştık artık arkadaşız. Laren olur olmaz, beni ilgilendirmez, benim sana kanım ısındı. Hem Müjgan okuldayken sürekli senin yanında. Sonuçta güvenebileceğim bir arkadaşım var artık Müjgan’ın etrafında. Laren gelse de gelmese de , her zaman başımın üstünde yerin var.
-Sağol kardeşim sağol. Yarın olsun bir bakalım, haberleşiriz. Haydi eyvallah.
-Tamam bak Cumartesi günü bizimlesin her şartta ona göre. Haydi görüşürüz.
-Tamam.
Akın, Mehmet’in bu arkadaşça tavrından çok etkilenmişti. Aynı zamanda yeni geldiği bu semtte, yeni başladığı bu okulda henüz arkadaş edinemeden, evine uzak da olsa, eski mahallesinden çok daha yakın bir yerde, güvenebileceğine inandığı bir arkadaşı olmuştu. Pazar gününü miskince yatarak ve alkolün etkisinden kurtulmak için dinlenerek geçirmeye karar verdi. Evden hiç çıkmayacaktı ver erkenden yatacaktı.
Pazartesi sabahı okulun kapısından hala Cumartesi’nin etkilerini nasıl sileceğini bilmeden girdi içeri. Sınıftan girdiği anda ilk gördüğü orta sıranın en önünde oturan ve arkasında dönmüş Asya’yı, onunla hararetli olarak konuşan Laren ve Esma’yı gördü. Haftasonu dedikodularının en üst noktada olduğu aşikardı. Yarım ağızla bir günaydın diyerek hemen Müjgan’ın yanına oturdu. Laren ve Esma Akın’ın günaydınına karşılık vermişlerdi. Akın küçük bir tebessümle sıtını onlara dönerek Müjgan’a doğru “ Var mı bir havadis, Laren ile hiç konuştun mu ?” diye sordu.
Müjgan yarı kızgın, yarı ruhsuz bir tavırla “Mehmet’i sormadan, Laren’i mi soruyorsun? Cumartesi gününün tüm olayları neredeyse senin yüzünden oldu farkında mısın?” diyerek sitem etti. Belliki Mehmet henüz Anadolu Hisarı gezisini dile getirmemişti. Akın “ Ben Mehmet ile konutşum dün telefonda, özür de diledim tekrardan. Siz konuşmadınız mı?” diye soruyla cevapladı Müjgan’ı. Müjgan Mehmet’e küstüğünü, telefonlarına çıkmadığını ve bu çocukça hareketlerden Mehmet’in kurtulmasını gerektiğini ardı arkası gelmez cümlelerle anlatıyordu ki, hoca geldi ve Akın bu hatunsal patlamadan kurtuldu.
En yakın arkadaşının bir hatun olmasının en büyük eziyetlerinden biri buydu. Müjgan bir konuya takıldığı zaman, eleştirel ve kızgınlık içeren cümleler bitmek bilmiyordu. Ardı arkası gelmiyordu bir türlü. Akın, Müjgan konuşurken araya bile giremiyordu. O kadar seri ve o kadar kesintisiz sıralıyorduki cümleleri Müjgan, eğer herhangi bir dış etkenle konuşma kesilmez ise dakikalar saatlere bile dönüşebilirdi. Ama arkadaşlık içinde en önemli hususlardan biri dinlemekti ve Akın Müjgan ile tanıştığından beri iyi bir dinleyici olmayı öğrenmişti. Her ne kadar bazen Müjgan konuşurken, Fenerbahçe’nin kadrosunu veya aklının takıldığı garip konuları düşünse de, Müjgan’ın konu ile ilgili olan ama cevabını zaten beklemediği soruları ustalıkla geçiştirmeyi başarıyordu.
Dersten sonra tenefüs zili çaldığında Laren beklenmedik şekilde Akın ve Müjgan’ın oturduğu sıranın yanına geldi ve Akın’a “Günaydın sayın ayyaş, ayıldınız mı?” diye gülerek sordu ve “Mehmet nasıl?” diye hemen Müjgan’a döndü. Akın başını ellerinin arasına almış Laren’in suratına hayran hayran bakarken Müjgan’da koluna dikiş atıldığını, pansuman yapıldığını ve çok kızgın olduğunu anltamaya başladı.
Akın Müjgan’ın o kızgınlık anlatan cümlelerinin bitmeyeceğini bildiği için Laren’e “ Gel otur sen, ben dinledim yeterince, Mehmet de bende payımızı aldık bunun öfkesinden. Ben bir aşağı inip geleceğim.” dedi. Laren bunun üzerine “ Tamam, ama bir dahaki tenefüs seninle birşey konuşacağım, gitme bir yere”dedi. Akın kafasıyla onayladı.
Akın heyecanlanmıştı. Laren onunla ne konuşmak istiyebilirdi ki. Müjgan’ın çenesinden kurtulmak için dışarı çıktığından ne yapacağını bilmez bir halde tuvalete gidip yüzünü yıkadı. Ders zili ile birlikte geri dönen Akın’ın kafasında Laren’in onunla ne konuşmak istediğinin uyandırdığı meraktan başka hiçbir şey yoktu.
Sakin geçen matematik dersinin bitmesiyle Akın’ın Laren’in sırasının oraya gitmesi bir oldu. 45 dakikalık ders boyunca Akın hiçbir şey duymamıştı. Kafası tamamen Laren’in onunla konuşacağı konuyla doluydu. Akın direk “ Ee ne konuşacaktın benimle?” diye sordu Laren’e. Laren “Cumartesi günü sohbet ederken gitar çaldığını söylemiştin, oda rakı içtiğin gibi değildir inşalllah.” dedi. Akın’ın bir anda gözleri parıldadı ve kafasından 3 saniye içinde Laren’e gitar çalışı, Laren’in Akın’ın çaldığı gitara şarkılarla eşlik etmesi gibi her türlü hayal geçerken bir anda Laren’in sert bir şekilde “Gitar çalıyor musun, çalmıyor musun?” sorusunun tekrarı ile irkildi.
-Yok o rakı içtiğim gibi değil, gitar çalarım çalmasınada neden sordun?
-Asya’lar bu sene bizim okulu Milliyet’in liseler arası yarışmasında KaraSevda şarkısı ile temsil edecekler, gitarıda Erkan çalıyor bizim sınıftan ama Erkan’ın eli kesildi. Provalarda bir iki gün Erkan’ın yerine gitar çalar mısın? diye sordum.
Akın biraz hayal kırıklığı ile,
-Sen grupta ne yapıyorsun? Asya vokalist ise sen birşey mi çalıyorsun?
-Yok ben destekçiyim. Derslerimi ön planda tuttuğum için hiçbir şey yapmıyorum. Fakta Asya sabahtan beri çözüm arıyordu, aklıma sen geldin.
-Provalarda sende olacak mısın?
-Sanmam. Benim test çözmem lazım. Hem ben olsam ne olur, birşey yapmıyorum ki ben.
-Daha bir tam sene var önümüzde biraz izin ver kendine, kendini soyutlama hayattan. Seninde eğlenceye, gevşemeye , kafanı dinlendirmeye ihtiyacın var. Sen olursan provalarda çalarım yoksa benimde test çözmem lazım.
-Bak bak bak. Sanki hergün test çözüyorsunda. Ayrıca ben kendimi hayattan soyutlamıyorum, önceliklerimi biliyorum sadece. Üniversiteye girince zaten sosyal olarak her türlü aktiviteye katılacağım.
-Önemli olan dengeyi kurabilmek, neyse ilk prova ne zaman, bakarız ayarlarız birşeyler.
-Bu akşam okul bitince, okulun stüdyosunda.
O sırada Akın’ın aklına bir hinlik geldi. Mehmet’in Anadolu Hisarı teklifi ve Müjgan’ın Mehmet ile konuşmaması tam bu noktada çözümlenebilirdi.
-Bir şartım var. Şart değilde rica diyeyim. İyi bir amaç için.
-Neymiş o. Bak her provaya gelemem hem zaten Erkan iyileşince sen de çalmaktan kurtulacaksın. Asya stres yapıyor, yardımcı olmak istiyorum naz yapma işte.
-Yok gerçekten iyi bir amaç. Ben şimdi sarhoş olunca ortalık karıştı ya Cumartesi günü. Müjgan Mehmet ile konuşmuyor. Mehmet bizi Cumartesi Anadolu Hisarı’na davet edecekti ama şimdi Müjgan oyun bozanlık yapacak. Sen Müjgan’ı ikna et Anadolu Hisarı’na gitmeye. Bende Asya için gitar çalayım. Gerçi senin için çalacağım ama.
-Zevzeklik yapma, ben benim için gitar çal demiyorum sana. Arkadaşımın sorununu çözmek istiyorum senin yardımınla.
-E tamam işte. Mehmet’te benim arkadaşım, bende onun sorununu çözmek istiyorum. Hem bu sorun daha önemli. Aşk yolunda fedakarlık yapacaksın çok mu zor?
-İyi ama Mehmet’le Müjgan gitsinler diye uğraşırım, benim ders çalışmam lazım. Ben gelemem.
-Allah Allah. O zaman benimde test çözmem lazım. Sen yokken ben nasıl gideyim onlarla tek başıma.
-Ne alakası var ben senin neyinimki onların yanına bensiz gitmiyorsun.
-Olur mu öyle şey. Onlar çift ben tek başına gezilmez ki. İnat etme işte, gel biz üzerimize düşeni yapıp sevenleri barıştıralım. Arkadaşlarımız için tamamen.
-Neyse bakarız.
-Tamam o zaman gitar işinede bakarız. Sana kalmış.
Ders ziliyle birlikte Akın yerine döndü ve sırasına oturdu. Eline geçen fırsatı kullandığını düşünüyordu. Biraz vicdan azabı biraz heyecan birbirine karışmıştı. Normal şartlar altında her arkadaşının yardımına koşulsuz, beklentisiz koşardı ama şimdi bir şekilde Laren ile ikinci kez dışarıda olma şansını yaratması gerekiyordu. Derslerde Laren’e kaçamak bakışlar haricinde herhangi bir münasebetleri olmadı o gün. Prova Çarşamba’ya ertelenmişti.
Akın akşam Mehmet’i arayıp anlattı olanları ve Müjgan’ı çok rahatsız etmemesini bu işi çözeceğini söyledi.
Çarşamba günü sabah ders başlamadan Akın Laren’in yanına gitti.
-Ne yaptın karar verdin mi?
-Konuşuyorum zaten Müjgan’la ama daha Anadolu Hisarı’nı söylemedim.
-Prova akşam, akşama kadar karar versen iyi olur.
-Aman! Sende ne baskıcıymışsın. Ben gelemem öyle her Cumartesi dışarı.
-Tamam. Ben baskı yapmıyorumki. Bir tek ben yokum gitar çalan, okulda çıkar elbet başkası.
-Bizim tanıdığımız yok ama. Çalman lazım.
-O zaman seninde gelmen lazım.
-Pekiyi. Bu seferlik geleceğim ama bir daha beni bir yere çağırırsan gelmem ona göre.
-Tamam. Sen gel bu seferlik. Sonrasını Allah bilir.
-İyi iyi. Ben Müjgan’la konuşur bugün hallederim herhalde. Akşama hazır ol.
-Tamam anlaştık prenses.
-Prenses ne ya. Cıvıma hemen. Arkadaşlarım için geliyorum sadece. Çok meraklı değilim test çözeceğim yerde sokaklarda olmaya.
-Tamam tamam kızma hemen. Ama yinede prensessin işte.
-Cıvık!!!
Akın Laren’i ikna etmişti sonunda. Sıra Müjgan’a ağlamaktaydı. Müjgan’ı her şartta ikna ederdi zaten.
Akşamki provada Akın kensisinden beklenen herşeyi yerine getirdi. Sorunsuz güzel bir prova olmuştu. Hatta bir kaç nakarat geçişinde Akın’ın verdiği tavsiyeler müzik hocasının bile hoşuna gitmişti. Geçişlerdeki doldurmaları Akın’ın yaptığı şekilde değiştirerek çalmaya karar verdiler.
Laren ile Müjgan Cumartesi günü Anadolu Hisarı’na gitmeye karar vermişlerdi. İşte Akın’ın bekldeği ikinci şans ortaya çıkmıştı. Bu sefer çuvallamamak için herşeyi çok dikkatli ve düzgün yapmalıydı.
Cumartesi gayet normal, strese girmeden bir kot ve üzerine Pink Floyd tişörtü giyerek, Bakırköy meydanında Laren ile buluştular. Müjgan ve Mehmet ile Sirkeci vapur iskelesinde buluşacaklardı. Bakırköy meydanından direk Sirkeci’ye gitmek için trene bindiler.
Laren hala Cumartesi gününü test çözmek yerine boşa geçireceğim diye hayıflanırken aynı zamanda Pink Floyd tişörtünü görmekten hoşlanmıştı. Çünkü büyük ablası da, kendisi de çok severdi Pink Floyd grubunu.
-Pink Floyd sevdiğini tahmin etmemiştim.
-Aaa çok severim. Bilhassa “The Wall” albümü favorimdir. Babamda çok sever. Hatta babam gitar çalarken dinlerdim küçükken, Pink Floyd’u bana babam sevdirdi.
Laren biraz şaşkınlıkla,
-Baban Pink Floyd mu dinliyor? Ne kadar şanslısın.
-Öyleyimdir. Annem babam genç benim. Aramızda 17 yaş fark var. Çoğu zevkimiz uyuşuyor.
Akın Pink Floyd tişörtünün böyle bir sonuç çıkaracağını düşünmemişti. Demekki kendin gibi olmak her zaman en iyisiydi.
Sirkeci’ye vardıklarında vapur iskelesinin önünde Mehmet ve Müjgan ile buluştular. İlk çingene vapuruna bindiler.
Çingene vapurları o zaman İstanbul Boğazı’ndaki yolcu sayısının az olduğu gezilecek yerlerin çok olduğu iskelelere sırayla uğrayıp en son Anadolu Hisarı’na ulaşıyordu. Emirgan, Kanlıca, Paşabahçe, Rumeli Kavağı, Anadolu Kavağı… Doyumsuz bir keyifti. Hatta müdavimleri bile vardı. Her iskeleye uğrayan, boğazda mekik dokuyan bir vapur içinde olmak, görülmeyen yerleri denizden tüm detayları ile görme şansı veriyordu. Martılar ve şanslıysanız yunuslar da cabası. Kim bilir ne aşkların başlangıcına sebep olmuş, ne şiirler yazdırmıştı bu güzergah.
Fotoğraf makineleri ile çekilen kareler, ölümsüzleştirilen manzaralardan sonra çaylar eşliğinde vapurda sohbet tavana vurmuştu. Mehmet alınan dikişlerden kalan izi gösterirken sol kolunun dirsekten sonraki iç kısmında “M” harfine benzeyen kısmını özellikle Müjgan için yaptığını anlatıp hava atarken, Müjgan ise hala yaptığı şeyin çocukça olduğundan dem vuruyordu.
Mehmet ile Müjgan ortamdayken, Laren ile Akın her zaman daha sessiz kalıyorlardı. Birbirlerine küçük bakışlar atarak dinliyorlardı Mehmet ile Müjgan’ı.
Dolaşa dolaşa giden vapurda sohbet devam ediyor ve gençler birbirlerini daha çok tanıyorlardı.
Anadolu Kavağı iskelesine vardıklarında, Mehmet’in daha önceden sahibi ile tanıştığı bir balık lokantasına gittiler. Mehmet “Rakı içer miyiz?” diye sorduğu anda Akın, Laren ve Müjgan aynı anda sözleşmiş gibi “Hayır!” dediler. Kimse önceki Cumartesi’nin tekrarını istemiyordu. Mehmet sanki tüm kötülükler ondan çıkıyormuş gibi bir tepki alınca; “Tamam ya tamam, ne sinirlendiniz bir anda?” diye çıkıştı. Akın ortamı normalleştirmek adına “Midye tavayla birer bira içeriz ama sadece birer bira.” dedi. Kimse midye tavanın yanında bir biraya hayır diyemezdi içlerinde.
Midye ve bira sefasından sonra, faytonla yukarı Anadolu Hisarı’nın tepesine çıktılar. Eşsiz bir boğaz manzarası karşısında surların üzerine oturup, manzaranın tadını çıkarmaya, boğazın esintisinde Avrupa yakasındaki bildikleri yerleri tanımlamaya birbirlerine göstermeye çalıştılar.
Mehmet bir şarkı söylemeye başladı. Sezen Aksu dizeleri döküldü ağzından doğal olarak. Ne beklenebilirdi ki?. Ahmet Kaya için yeterli alkol durumu söz konusu değildi, agresif veya protest bir şarkı söyleyecek ortamda yoktu. Şarkılar birbiri ardına geliyor. Birisi bir şarkıya başladığında diğer üçü hemen ayak uydurup eşlik etmeye başlıyordu. İki veya üç kere Laren ile Akın aynı şarkıya girdiler. Bu daha öncede olmuştu. Bir çok kez Laren ve Akın aynı kelimeleri, aynı yorumları çıkarıvermişlerdi aynı anda. Akın’da, Laren’de bunun telepati mi, yoksa fikirlerinin, seçkilerinin bu kadar aynı mı olduğunu çözememişti henüz. Bu durum ilk başlarda sadece ufak gülüşmelere sebep olsa da, ikisininde kafasını kurcalıyordu.
Dönüş vapurunun kalkmasına bir saat kala, her yaptığı şeyde telaşlı bir mizaca sahip olan Müjgan dönüşe geçmeleri gerektiğini, geç kalırlarsa başka vapur bulamayacaklarını hatırlattı.
Mehmet doğaya ve doğa sporlarına olan düşkünlüğü ile, “Normal yoldan mı inelim, yoksa ağaç orman yolundan hem kestirmeden hemde görülmeyen güzellikleri görerek mi inelim?” diye sordu. Akın babasının peşinde ava gittiği için, orman ve doğaya aşık olduğu için tereddütsüz ”Ağaçlı yoldan ormanın içinden geçelim” dedi. Laren’de onayladı. Değişiklikten bir sıkıntı olmazdı. Müjgan ise her zamanki gibi, dikkatli, kuralcı tavrıyla “ Ne işimiz var bizim oralarda , yol yok birşey yok. Adam gibi geldiğimiz yoldan inelim işte, icat çıkarmayın.” diyerek karşı çıktı. Mehmet “Üçe bir oyla kaybettiniz hanımefendi, buyrun ağaçlı yolda önden yürüyün, arkanızdayız” diyerek , ağaçlar içindeki patikanın başladığı surların hemen dibindeki daracık bir noktayı gösterdi.
Dört kafadar surların dibinde başlayan dar patika içinde yürümeye başladılar. Aşağı doğru indikçe, eğim dikleşiryor kullanılmayan bir patika olduğundan dikenli asmalar ve yerdeki otlar git gide sıklaşıyor ve yürümek zorlaşıyordu. Hele ki hayatında beden eğitimi dersi haricinde spor yapmamış Laren ve sporla uzaktan yakından ilgisi olmayan Müjgan mütemadiyen tökezleyerek yürüyorlardı. Mehmet ve Akın hallerinden memnundular ve yol açmak için ön tarafta yürüyorlardı. Bir iki ufak tehlikeli taş kayıntısının haricinde sorun yaşamamışlardı ki, iskele göründüğü anda Mehmet’in “Durun! Yol bitti” diyerek bağırmasını duydular. Akın yolun durumunu görmek için Mehmet’in yanına ilerledi. Gerçekten yol bitmişti. Ne patika kalmıştı ne de önceden yol olarak kullanıldığını gösterebilecek bir iz , işaret yoktu. Aralarında iki üç metre boşluk olan; yükseklikleride yedi sekiz metre civarı iki büyük kayadan başka hiçbirşey yoktu önlerinde. Diğer taraftaki kayanın altında aşağı uzanan bir patika hayal meyal seçilebiliyordu. Akın “Öbür kayaya geçmemiz lazım yoksa geri dönmemiz gerekir” dedi. Mehmet “Geri dönmeye kalkarsak kızlar bizi öldürür, ayrıca vapuru kaçırırız! Neredeyse 25 dakikadır yürüyoruz aşağı doğru. Aynı yolu çıkmamız iki saat sürer.” dedi.
Müjgan ilk başta itiraz ettiğinden ve şimdi haklı olduğundan sebep tam söylenmeye başlayacaktı ki Mehmet onu biraz sert biraz tatlı şekilde susturdu. Ağlamaktan ziyade çözüm üretmek gerektiğini aksi takdirde vapurun kaçacağı gerçeğini ön plana atınca, Müjgan biraz sessizleşmişti. Fakat “ Gençliğim sizin yüzünden yanacak, buralarda kaybolacağız, bizi kimse bulamayacak, ne halim vardı da size uydum” şeklindeki feryatları gözyaşları ile bir olmuştu ve sessiz de olsa devam ediyordu.
Akın, Mehmet’i karşı kayaya geçmelerinin tek çare olduğuna ikna etmişti ama nasıl geçeceklerdi. Ne bir ip, ne bir doğa sporu ekipmanı, hiçbirşey yokken, vapur gezisinden inanılmaz zorlu bir trekking parkuru durumuna yatay geçiş yapmışlardı.
Akın, Mehmet’e “Kemerini çıkart” dedi. Mehmet kemerini çıkartıp Akın’a verdi. Akın kendi kemerinide çıkartıp, iki kemeri tokalarının olduğu taraftan birbirine düğümledi. Yaklaşık iki metrelik meşin bir ipleri olmuştu en azından. Tek sorun öteki kayaya ilk geçişi yapabilmekti. Mehmet kaya tırmanışı ve dağcılıkla ilgilenen ve gözü kara biri olduğu için gönüllü olarak geçişi yapmaya yeltendi. Ne varki kayaların etrafını saran dikenli çalılar ve ağaçlardan sarkan dikenli sarmaşıklar durumu çok zorlaştırıyordu. İstanbul Boğazı’nda Afrika’nın balta girmemiş ormanları gibi bir yer bulup orada mahsur kalabilme ihtimaline ulaşmak her babayiğidin harcı değildi. Akın ve Mehmet yanlarında spordan ve doğadan tamamen uzak iki kızla bunu başarabildikleri için kendilerine içlerinden sövüyorlardı.
Dikenlerin takılmasına aldırış etmeden karşı kayanın toprakla birleştiği yere atlayan Mehmet güç te olsa –kızların çığlıkları eşliğinde- kayayı yakalamış ve geçişi başarmıştır. Akın, Mehmet’e kemerlerin birleşiminden yaptığı ipi fırlattı ve arada güvenli geçişi sağlayacak hattı kurdular. Akın Laren’e dönerek”Şimdi senden bu kemeri tutup, hiç bırakmadan en güçlü halinle karşı kayaya doğru zıplamanı istiyorum” dedi. Laren’in gözündeki korku ve endişeyi görebiliyordu. O gözlere aşık olduğunu bir kere daha farkettiğinden aynı zamanda o gözleri bu kadar korkuyla doldurabildiği için kendine kızıyordu.
Laren diğer ucu Mehmet’in bileğine dolanmış olan kemeri tuttu ve tüm gücü ile karşı kayaya doğru atladı. Karşıdaki kayaya varamadan , orada bulduğu dikenli bir ağaç gövdesine tutundu ve Mehmet’in uzattığı eli diğer eli ile tutarak kayaya çıktı. Atladığında Laren ufak bir çığlık atmıştı. Ağaçlardan sarkan bir diken kulağının yüzü ile birleştiği çizmişti ve kanıyordu. Akın kanı görüdüğünde içinde çok büyük bir sızı hissetti. Daha önce başkasının canı yandığında Akın’a hiç böyle olmamıştı. O küçük kanayan çizik sanki Akın’ın kolu kopmuşçasına içini acıtıyordu.
Akın Müjgan’a döndü ve “Sıra sende” dedi. Müjgan” Ben hayatta oraya atlamam, geri döneceğim, yürüyerek aşağı ineceğim!” diyerek çıkıştı. Mehmet karşıdan” Müjgan, bak Laren yaptı, bunu yapmak vapuru yakalamak için tek şans, bütün geceyi burada geçiririz, babanda bizi bulduğu anda kıtır kıtır keser, çocukluk yapma lütfen” dedi. Müjgan daha da hiddetle” Çocukluk yapma mı? Çocukluk mu? Siz ne diyorsunuz be! Adam gibi yoldan dönmeyen, oyunmuş gibi bizi buralara sürekleyen, şimdi de hayatımızı riske atan , sağımızı solumuzu çizdiren sen, ondan sonra çocukluk yapan ben öyle mi?” diyerek hatta bağırarak çıkıştı. Müjgan sinirden titriyordu. Laren”Bak ben yaptım, sende yapabilirsin, hele vapura bir sağ salim yetişelim ; ondan sonra yaparız tartışmamızı.” dedi. Akın Laren’in bu sükunetine, çözüm bulmaya çalışmasına bir kez daha hayran kalmıştı.
Akın Müjganın elinden tutarak kayanın ucuna kadar gelmesine yardım etti ve Mehmet’in fırlattığı kemerin ucunu tutarak Müjgan’a verdi. Müjgan Laren’e kıyasla daha rahat atladı karşı tarafa ve hiçbir sarmaşık dikenine takılmamıştı. Sadece ayak bileği ve dizi arasında çalı ve diken çizikleri vardı.
Akın’da kemerin ucunu yakalayıp karşı kayaya atladıktan sonra, Mehmet kemerleri birbirinden ayırdı ve Akın’ın kemerini geri verdi. Kayadan aşağı doğru dikkatlice indikten sonra gençler o tarafta buldukları patikadan iskeleye kadar sorunsuz yürüdüler. Müjganın söylenmesi ve çiziklerinden ince ince sızan kanlar haricinde bir problem yoktu.
İskeleye yaklaştıklarında vapurun hareket etmek üzere olduğunu gördüler ve Mehmet’in “Koşun! Gidiyor!” diye bağırmasının üzerine deli gibi koşmaya başladılar. Akın koşarken bir yandan jeton parasını çıkartıp onlardan önce jetonları almanın ve zaman kaybetmemenin peşindeydi. Mehmet ve Akın gişelere ulaştığında Laren ile Müjgan hala arkadan koşturuyorlardı. Akın dört tane jeton aldı. Mehmet içeri gidip çımacıya iskeleyi vapurdan ayırmamasını rica etti. Laren , Müjgan ve Akın biner binmez iskeleler vapurdan alındı ve vapur harekete geçti.
Mehmet ve Akın sigara tiryakiliğinden , Müjgan ve Laren hayatlarında hiç bu kadar mesafeyi var güçleriyle koşmadıklarından nefes nefeselerdi. Kimsenin konuşmaya hali yoktu. Vapurdakilerin şaşkın ve acıyan bakışları arasında dolanırken, oturup dinlenecek bir yer arıyorlardı. Kan ter içinde -ki kan da lafın gelişi değil kelime anlamıyla- vapurun arkasında açık bölümde iki banka karşılıklı oturdular. Müjgan konuşamayacak durumda olsa bile hala gözleriyle söylendiğini belli ediyordu.
Laren sessiz bir şekilde bir Akın’a, bir Mehmet’e göz ucuylada yanında oturan Müjgan’a bakıyordu. Bir anda “Bizim normal bir günümüz olmayacak mı acaba çok merak ediyorum” dedi. “Evde yapılacak masum bir balık rakı programını şiddet dolu bir hale, evide kan içinde mezbahaya çevirdiniz. Haydi dedim kötü tesadüfler oldu, kazara oldu. Anadolu Hisarı gibi günde bin kişinin ziyaret edip döndüğü sessiz sakin huzurlu bir yerde, neredeyse safari yaptık. Ağzımız yüzümüz çizildi, bacaklarımızdan kan akıyor, nasıl bir eğlence anlayışınız var sizin?” diyerek beklenen ama olacağı tahmin edilmeyen patlamayı yaptı.
Mehmet “Ben sorduğumda sende bana uyar dedin, şimdi niye suçlarcasına konuşuyorsun?” diye bozulmuş bir şekilde yanıtladı.
Akın tartışmanın gerisinin gelmemesi için, ikinci dışarı çıkışta da bir fiyasko olmasınında verdiği eziklikle “Tamam bu üçümüzün oyu ile karar verdiğimiz bir şeydi ama hiç kimse Anadolu Hisarı gibi bir yerde bu kadar bakir, el değmemiş bir ağaçlık alan olacağını tahmin edemezdi. İyi tarafından bakın bundan 10 sene sonra birbirimize kahkaha ile hatırlatabileceğimiz bir anımız daha oldu. Her buluşmamız bir atraksiyon bir macera ne güzel işte, millet monotonluktan şikayet ediyor.”dedi.
Bu yaklaşımı Müjgan dahil herkese bir tebessüm getirmiş ve ortamı yumuşatmıştı. Müjgan oturduğu yerden kalkıp Mehmet’in yanına oturdu ve kolunu Mehmet’in omzuna attı. “Bana bak Mehmet millet deliye hasret biz akıllıya. Bir sonraki görüşmemizde Taksim’de bir kafede akşama kadar oturup tavla oynayacağız. Ne alkol, ne doğa, ne macera, ne gürültü patırtı istemiyorum! Anlaşıldı mı?” dedi. Mehmet, Müjgan’ın bu affetmiş halinin verdiği şımarıklıkla “Emrin olur Sultanım sen ne istersen o olsun” dedi.
Akın bu arada Laren’e birşeyler söylemenin çabasındaydı ama daha birşey söyleyemeden tavla lafını duyan Laren “Aklımdan bu sizinle son dışarı çıkışım diye geçiriyordum ama tavla oynayıp sakin bir gün geçirmeye söz veriryorsanız bende gelirim” diyiverdi. Akın üçüncü buluşmanın garantilenmesinin verdiği şevk ve gazla “Tamam sultanım sen emret ben seninle sabahlara kadar tavla oynarım” diye atlayınca Laren”Ne sultanı? Cıvıma hemen, tavla oynamayı severim ben sadece bu” diyerek yapıştırıverdi cevabı. Laren’in bu tersleyişi Mehmet ile Müjganı güldürse de Akın içten içe bozulmuştu. Hala bir adım yaklaşamadığı için Laren’e. Vapur Sirkeci’ye yanaştığında Akın ve Laren eve gitmek için ayrıldılar, Müjgan ve Mehmet’in akşama birlikte programları vardı.
Akın ve Laren geldikleri gibi yine trenle Bakırköy’e döndüler. Bu sefer sessiz kalmak yerine, yolda günün olaylarını birbirlerine hatıraltıp, nerede korktuklarını, nerede telaşlandıklarını anlatıp gülüştüler. Laren yine Akın’ın onu eve bırakmasına izin vermedi. Akın biraz burulsa da, güzel ve heyecanlı geçen bir günün sonunda Laren ile geçirdiği vaktin keyfini çıkartarak eve döndü. Artık dikenlerin, sarmaşıkların ve çalıların açtığı yaralara tentürdiyot sürüp, dezenfekte etme zamanıydı. Çok az kişi çingene vapuruyla yapılan bir turistik geziden bu kadar yara ve hasarla dönebilirdi. Ama yine çok az kişi, bu kadar çok eğlenebilirdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.