- 872 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK ÇARPAR GÖNÜL KAYAR 1.BÖLÜM
Her şeyin başladığı o gece…
03 Temmuz 2013, 21:50 Konum: Manhattan, 5. Cadde
Ray Allen, New York Halk Kütüphanesi’nin taş merdivenlerini hızlı adımlarla çıkıp büyük beton sütunların arasından ana kapıya ulaştığında aklından sadece buradaki işini bir an önce bitirmek ve kendisini sabırsızlıkla bekleyen Mary’nin yanına varmak geçiyordu. Biliyordu; güzel karısı asla o eve gelmeden yatağa girmezdi, evlendikleri günden beri sayısız geceler onu koltukta uyumuş olarak bulması bunun en gerçek kanıtıydı. Artık hamileliğinin sonuna geldiği bu günlerde Ray, Mary’nin inadını kıramadığı gibi onun bir koltukta saatlerce beklediğini bilmekten büyük bir minnet kendisine ise sadece öfke duyuyordu.
Kapıdaki görevliye gecenin karanlığında parlayan rozetini gösterdiğinde adam bir an bile tereddüt etmeden kapıyı açan düğmeye uzandı. Kahretsin! Manhattan bu gece de karanlığa gömülmüştü. Bu dünyanın merkezi sayılabilecek bir metropol de yaşanan en utanç verici durumdu. Düğmenin başaramadığı kapıyı açmak üzere yerinden kalkıp binanın dışında oldukça acelesi olduğu belli olan federale büyük cam kapıyı araladı.
“İyi geceler efendim. Size yardımcı olmamı ister misiniz?”
FBI’ın deneyimli saha ajanı cevap vermek yerine kolunu kaldırarak gerek olmadığını kesin bir ifade ile belirtti. Altı katlı bu devasa kütüphanenin girişindeki -tüm ay boyunca gerçekleştirilecek çeşitli halka açık seminer, konferans, sergi ve değişik atölye çalışmalarının ilanları ile dolu- geniş salonu hızlı adımlarla geçti. Kısa bir süre sonra işlemeli tavanları olan duvarları karanlıkta tam olarak seçemediği çeşitli tablolarla dolu büyük bir okuma salonunun içindeydi. Ray Allen etrafa bir göz gezdirip bu bin beş yüz kişilik salondan tek çıkan sesin parke zemindeki ayakkabıları olduğuna karar verdi. Ne aradığını bilen kararlı bir adamın adımları ile kitaplıklara göz atarak yavaşça hedefine doğru ilerledi. İşte buradaydı. Aradığı salonun en nadide köşesinde tüm heybeti ile karşısında dikilirken derin bir nefes alarak adımlarını yavaşlattı. Başını kaldırarak önünde yükselen devasa kitaplığın üzerindeki altın renkli o parlak harflere göz gezdirdi.
“New York Times Çok Satan Kitaplar”
Bu gizemi çözdüğüne inanamıyordu, eğer o çözdüyse John’un da kısa süre sonra soluğu burada alacağı kesindi. O zeki biriydi ve eğer parçaları ustalıkla birleştirirse bu olayı kısa sürede çözerdi. Ray Allen önünde duran kitaplığa uzandığı sıra da yan taraftan duyduğu bir sesle irkildi. Başını çevirdiğinde üç metre ötedeki kitaplığın ucunda siyah pardösülü bir siluet kendisini izlemekteydi.
“Bak ben sadece….” devamı göğsünü delip geçen sessiz bir mermi yüzünden havada asılı kaldı. Koca bedeni yere düşmeden önce kitaplıkta az önce elini uzattığı kitaba doğru gitti. Düşmeden önce son yaptığı hamle kitabı da kendisi ile birlikte yere yuvarlamaktı.
Siyah gölge kendisine yaklaşırken Ray Allen gözlerini hala hayata kapamamıştı aksine son gördüklerini zihnine kazımakta kararlıydı. John Parker; ona her zaman minnettardı. O, Mary ve kızını bu adama emanet edecek olmanın sonsuz huzurunu yaşarken gölge şimdi ayak bileklerini sıkıca kavramıştı. Bedeni parlak zemin de kayarken gözlerinden akan birkaç damla yaş yeri ıslatmıştı. Vücudunun dev kütüphanenin ucundan döndürüldüğünü ve başka bir kitaplığın önüne getirildiğini ardından da sertçe zemine bırakıldığını hissetti.
Şimdi gölge başının hizasına geldiğinde görüşü sıfıra yakındı. Ray Allen’in son sözü dudaklarından bir fısıltı gibi çıkmıştı. “Lily” Tanrı ona bir evlat verdiği için minnettardı.
Ve Ray Allen minnettar bir adam olarak öldü. Öldükten hemen sonra sol şakağına giren büyük kalibreli bir kurşun ise önünde yattığı kütüphaneyi kana buladı. Sıçrayan kanların kirlettiği kitaplar tam olarak katilin istediği türdü.
Pardösünün şapkasını açan katil elindeki silahını az önce çıkardığı yere taktı ve aynı soğukkanlı edayla köşeyi dönerek yerdeki ucu kanlı kitaba uzandı. Elindeki kirlenmiş kitabı iç cebine koyarken aynısından temiz bir baskıyı da az önce boşalan raftaki yerine yerleştirdi.
“Orada durup bana bakacağına işini yap. Bu kütüphanenin dip köşe bir temizliğe ihtiyacı var.” Siluet, uzak bir nokta da korkuyla kendisini izleyen kişiye yavaşça yüzünü dönerek ekledi. “Ölüm sebeplerinin yüzde altmışının merak olduğunu bilir misin?” Başıyla hemen ilerde yatan adamı işaret etti.
Karşısındaki çelimsiz beden hayır anlamında hızla başını salladığında şapkasını tekrar yüzüne örttü. “İyi şimdi öğrendin!”
Siluet karanlık okuma salonunda gözden kaybolurken arkasında bıraktığı -artık bedenin de merakın zerresini taşımayan- kişi elinde tuttuğu uzun fırçayı parlak yüzey de kaydırdı. Zemin temizleme makinesi olmadan altı katı temizlemek oldukça güç olacaktı.
Siluet New York Halk Kütüphanesi’nin ana girişine doğru ilerlerken içinden geçtiği ilanlarla dolu salona göz attı. Bakışları üzerinde güzel bir kadın resminin olduğu ilana takılı kaldığın da dudakları zevkle kıvrıldı.
“5 Temmuz 2013 Saat: 16:00 New York’un gözde yazarı Emily Hebert ile İmza Günü”
<><><><><><>
03 Temmuz 2013, 22:30 Konum: Manhattan, 66.Sokak ABC Televizyonu
“İnsanlar, Tanrı tarafından bahşedilen kalplerinin yerini çoktan unuttuklarından beri pudra rengi düşler telaşla karışır beyaz çarşaflara. Etrafı sadece çılgın gibi yayılan dopamin ve oksitoksin kapladığında çağımızın müptelası olduğumuz o yeni hastalığı da baş gösterir.
Sözde Aşk!”
Emily şimdi işaret ettikleri bir diğer açıdan çeken kameraya dönerek sözlerine devam etti.
“İçinde bulunduğunuz metropolün işlek caddesindeki oldukça konforlu dairenizde yanınızda oturan aşkınızın elini bırakmadan soruma cevap vermenizi isterim. Aşk düz arazi de kolaydır. Peki ya engebeli de?”
Genç kadın birkaç saniye bekleyerek güzel bir gülümseme sundu.
“Önüne çıkan tüm engelleri tek nefeste aştıran, imkânsızı ekarte edip olmazı oldurtan ve mayın dolu engebeli bir araziden tek parça çıktığında bile hala elini tutma cesareti gösterten bir büyüdür aslolan. Tek bir güç vardır yeryüzünde; ölüme karşı koyma cüretinde bulunan. Gerçek Aşk!
Emily Hebert oturduğu koltuğun arkasına yaslanarak ekran başında kendisini izleyen sadık okuyucularına seslendi. “Ölümle sınanmamış hiç bir aşk gerçek aşk sayılmaz...”
“Vay canına, bu harikaydı Emily.” ABC televizyonunun son günlerdeki popüler gece programcısı Jerry Fallon gri yeleğini düzelterek sözlerine devam etti.
“Evet millet Emily Hebert’a bu güzel sohbet için teşekkür ediyoruz. Teşekkürler Emily.” Kameraya göz kırparak sözlerine devam etti. “Kendisinin sözlerine kulak asın kızlar bekâr olarak ölmek istemezsiniz değil mi? “ Elindeki yazarın taze kitabı Aşk Çarpar Gönül Kayar’ı kameraya doğru salladı. “Okuyun ve biz erkekleri yoldan çıkarın.” Jerry bir kahkaha patlatınca Emily’de zarifçe ona eşlik etti.
“Yarın akşam tekrar görüşmek üzere bizimle kalın millet.”
“Kestik!”
Jerry Fallon yüzünde tuttuğu üç saniyelik gülümsemeyi yayının bittiğini bildiren sesle sonlandırdı.
“Teşekkürler Bayan Hebert, gecikme için üzgünüm bu trafo kesintileri kesinlikle beni hedef alıyor olmalı. Koskoca ABC televizyonunda şu yaşanan rezilliğe bak.”
Emily üzerine format gereği giymek zorunda olduğu demode gelinlikle oturduğu koltuktan güçlükle kalktı. Başka model bulamamışlar gibi bir de bunu loş bir ışıkta giymek zorunda kalmıştı. Tanrım! Bu çıktığı son televizyon programı olacaktı.
“Lena!”Genç kız, Emily öfkeyle adını söylediği anda elindeki bir yığın notla birlikte patronunun yanı başında belirdi.
“Geldim Bayan Hebert.”
Lena Bennett üç yıldır asistanlığını yaptığı bu despot kadına en uzun süre dayanabilen canlı olmuştu. Üniversiteyi aksatmadan çalışabiliyor ve Tanrı şahit bu günlerde bir asistana verilebilecek kesinlikle en iyi maaşı alıyordu. Emily elini ona doğru uzatarak bilindik telefonumu ver hareketini yaptığında Lena elindeki notlarla boğuşmaya ara verip çantasına uzanarak zorlukla da olsa telefona ulaşmayı başarmıştı.
“Bir daha katılacağım programın formatına iyi bak.” dedi Emily telefonu genç kızın elinden alıp öfkeyle stüdyonun dışına doğru ilerlerken.
Genç kız gözlüklerini düzelterek patronunu hızlı adımlarla takip etti. “Nasıl yani efendim?”
“Mesela şu üzerimdeki saçmalık gibi. Bir daha böyle bir şey istemiyorum Lena. Ben bir yazarım konu mankeni değil. Üstelik şuna bak üst kısmı şu tuhaf işlemelerle dolu.”
“Affedersiniz efendim ben şey…”
“Ah! Aman Tanrım Jack aramış. Bana ulaşamayınca meraktan ölmüş olmalı.”
“Programa çıkacağınızı biliyordu efen..” Lena Emily’nin tek kaşını kaldırması ile susması gerektiğini anlamıştı. Jack Peterson için söylenebilecek tek bir olumsuz söz bu kadın için ağza alınmayacak bir hareket olarak algılanırdı.
Jack Peterson! O bu dünyaya bahşedilmiş bir ilahtı. Kullanılmamalı ve bir müze de sonsuza tek saklanmalıydı. Ayak bastığı yerdeki tüm kadınların kalbini üç saniye içinde bir jöle gibi akıtırdı. Lena, Bay Peterson’un yüzüne her baktığında kalbinin işte tam olarak böyle eridiğini hissediyordu. Bir jöle gibi. Hammaddesini tıpkı her göz göze geldiklerinde suratının aldığı kırmızı renkten alan vişneli bir jöle gibi…
“Ah hayır hayır olamaz bu olamaz. Jack hayır!” Lena az ötede çılgın gibi bağıran kadının sesi ile daldığı rüyadan soluksuz çıktı.
Emily koridorda bir o tarafa bir bu tarafa çılgın gibi yürürken az önce dinlediği sesli mesajı başa aldı.
“Emily sevgilim çok önemli bir iş için acilen şehir dışına çıkmam gerek. Bilirsin işte yine bir şirketi kurtarmam gerekiyor. Bu hesapta olmayan bir iş hayatım. Milyon dolarlar söz konusu. Kanada’ya yetişmeye çalışacağım.” Bir cızırtı sesi ile konuşma bölündü. “Bebeğim kapatmam gerek seni seviyorum.”
Sesli mesaj bittiğinde Emily arkasındaki duvara yaslanarak gözlerini kapattı.
Lena yüzü şimdi üzerindeki gelinlikten daha beyaz olan patronunun yanına koştu. “Bayan Hebert iyi misiniz?”
“Ben mahvoldum. Mahvoldum ben.”
“Bayan Hebert yoksa Bay Peterson’a bir şey mi oldu!”
Emily Jack’in şehir dışına çıkmak üzere olduğunu kıza söylemek için doğrulduğu anda aklına gelen bir detayla olduğu yerden merdivenlere doğru fırladı.
“Aman Tanrım. Bayan Hebert durun. Bakın üzerinizde…”
Emily üzerindeki gelinliğin eteklerini toplayarak beş katı süratle indiğinde hiçbir şeyi duyabilecek durumda değildi.
Şehir dışına çıkıyorum demişti. Şehir dışı. Jack sesli mesajı kalabalık ve büyük bir yerde çekmişti. Üstelik bir ara sesi de kesilmişti. Öyleyse gitmek üzereydi.
Emily Hebert ABC televizyon binasının kapısında aniden duraksadığında rüzgâr saçlarını dalgalandırdı.
“Tanrım nerede olduğunu biliyorum.” dedi ve kendi kendine konuşmaya devam etti. “Şehir dışına çıkabileceği yakınlardaki tek terminalde. Grand Central’da!”
Lena çıkış kapısına nefes nefese vardığında oldukça sakin bir hayatı olan patronunun bir bisiklet taksinin önüne atladığını görüp dehşetle inledi. Ardından hızla uzaklaşan bisikletin arkasındaki küçük koltukta kabarık bir gelinlikle oturan patronun duyamayacağını bilse de söylemek istediğini arkasından haykırdı.“Üzeriniz de gelinlik var diyecektim.”
<><><><><><>
03 Temmuz 2013, 22:40 Konum: Manhattan, 28.Sokak
John küçük dairesindeki çalışma masasının başında oturmuş bir saattir önündeki dosya üzerinde kafa patlatıyordu. Aklı hala şu lanet elektrik kesintileri yüzünden izleyemediği beyzbol maçındaydı. Gerçi New York Yankees’in bu maçı aldığına emindi ama yine de keyifle izleyemedikten sonra sonucu bilmenin kime yararı vardı. Rahat çalışma koltuğuna arkasını yasladı. Otuz iki saattir ayakta kalmanın yorgunluğu artık kendini belli ediyordu. Önceki gün işlenen dördüncü cinayet sebebiyle dün gece tüm ekip olay yerinde sabahlamışlardı ve lanet olsun ki yine tüm bulgular aynıydı. John bu sefer kriminalden gelecek data incelemelerinden bir şey çıkacağına inanıyordu. Tanrım! Bu kadınların hepsi aptal olamazdı ya. Mutlaka içlerinden birisinin ölmeden önce ailesine ya da arkadaşına anlattığı bir şeyler olmalıydı.
John masanın üzerindeki çalışma lambasını kapatarak koltukta uyuyan dostuna baktı.
“İyi geceler Alice” Amerikan Fokshaund türünden olan inatçı kız iki kısa havlama ile yat zıbar tarzında bir cevap verip diğer tarafa doğru kıvrıldığında John gülümsedi.
“Yatağıma gelmek için bir gün yalvaracaksın hayatım.” Odadan çıkmak üzereyken çalan cep telefonu ile geri dönerek az önce kalktığı masaya doğru ilerledi. Arayan özel ajan Sophia Campbell’di. John’un kriminalden gelen güzel bir haber duymak için açtığı telefon karşısındaki kadının ağlamaklı sesini duyduğu an yerini korkuya bıraktı.
“Sophia bana sakın bir kadının daha öldürüldüğünü söyleme!” John öfkeyle göğsünün üzerindeki askıyı çekiştirdi.
“Hemen buraya gelmen lazım John. New York Halk kütüphanesine.”
“Kütüphane mi?” John konuşmaya devam ederken çalışma masasının çekmecesini açıp silahını eline aldı.
“Evet çabuk ol lütfen basın neredeyse damlar.”
“Tamam şimdi çıkıyorum Ray’i de alıp yirmi dakika içinde orada oluruz.”
“Ray burada John. Ben gerçekten nasıl diyeceğimi bilmiyorum.” John çok nadir hissettiği bir korku dalgasının tüm bedenini kapladığını hissettiğinde Sophia bir hıçkırık sonrası derin bir nefes verip devam etti. “Ray öldü John. Tanrım o öldü!”
John telefon kulağından yere düşerken önündeki masaya zorlukla tutundu. Yerdeki telefondan gelen Sophia’nın sesini artık duymuyordu tek duyduğu dün Mary’nin söylediği o cümleydi.
Hey John kocamı bana geri getir, biliyorsun üç gün sonra baba olacak!
<><><><><><>
Emily 41. Caddedeki New York Times gazete binasının az ilerisine geldiğinde bisikleti durduran çocuğa öfkeyle seslendi.
“Hey! Hey sen ne yaptığını sanıyorsun. Neden durdun.”
“Trafiği kapatmışlar Bayan. Bu bisikletle uçmamı beklemiyorsunuz herhalde.”
“Lanet olsun. Lanet Lanet.” Eteklerini toplayarak tuhaf araçtan hızla inip söylenerek son sürat ilerlemeye başladı. “On dakika için beş yüz dolar verdiğime inanamıyorum.” diye haykırdığında gazete binasının önündeki kaldırımdan son sürat koşmaktaydı.
Gazetenin önünde sigara içen iki muhabir önlerinden yıldırım hızıyla geçen tuhaf görünümlü kadını takip etmek için kafalarını -sert vurulan bir topu izler gibi- hızla sağdan sola doğru çevirmişlerdi.
Kısa süreli bir şok yaşayan adamlardan zayıf olanı hızla diğerine döndü. “Hey! Bu az önce televizyondaki şu yazar kadın değil miydi?”
“Ta kendisi koş.” Sarışın olan ağzındaki sigarayı yere fırlatarak duvarda duran makinesini kapıp arkadaşının peşinden fırladı.
Emily göğüs kafesinin ağrımasına aldırmadan kesintisiz olarak koşmaya devam etti. İyi ki az önce eteklerini de bacaklarının çoğunu ortaya çıkaracak şekilde yukarıya toplamayı akıl etmişti çünkü bu hızını iyice arttırmıştı. Bryant Park’ın bitimine yaklaştığı sırada arkasından gelen seslere bakmak için döndü.
“Evet şef televizyondaki kadın. Merak etme takipteyiz. Şu prim işini unutmazsın değil mi?” Telefonla konuşan adamın yanında koşmaya devam eden yüzünün yerinde kocaman bir kamera olan diğer adamı fark ettiği an başını hızla öne çevirdi.
“Aman Tanrım! Lanet olası gazeteciler. İşte bu harika!”
New York Halk Kütüphane’sinin devasa duvarlarının dibindeki kaldırım da ilerlemeye devam ederken kendine çok az kaldığını hatırlattı. Sadece şu köşeyi dönmesi ve kütüphaneyi geçip ilk sağa girmesi gerekecekti. Caddenin köşesine yaklaşık yirmi adım kaldığında Emily bacaklarında kalan son gücü de kullandı. Köşeyi hızla durup tüm ihtişamı ile kendisini gösteren binanın önüne çıktı. İşte Emily o zaman caddenin neden trafiğe kapatıldığını anladı. Etraftaki ondan fazla FBI aracı tüm binayı abluka altına almıştı.
“Demek ki bu gece hayatı rayından çıkmış tek kişi ben değilim.” Az önce döndüğü köşeden gelen ayak seslerini duyduğu an arkasını dönüp kameraya bir kez daha yakalandı.
John New York Halk Kütüphanesi’nin önünde ancak öndeki araca vurarak durabilmişti. Aracın kapısını hızla açıp çılgın gibi merdivenlere doğru koşmaya başladı.
Kütüphanenin merdivenlerinin iki başında bulunan Sabır ve Metanet isimli iki aslan heykelinin hizasına geldiği an da ilk basamağa adımını atmak için ayağını uzatmıştı ki sol omzundan sert bir darbe yedi. Ardından gömleğini çekiştiren bir tül yumağı gömleğinin sol omzunu yırtarak ona takılı olan askıyı da beraberinde çekiştirdi.
John gözüne çarpan pantolon askısının metal ucu ile acıyla haykırdı. “Lanet olsun!”
Emily neye takılıp düştüğünü bilmiyordu ama bu kesinlikle bir kaya kadar sertti. Genç kadın elinde tuttuğu ve ne olduğunu bilmediği kumaş parçası ile boylu boyunca ilk merdivene yuvarlanırken inledi. “Ah! Lanet olsun!”
Sarışın kameraman yanındaki arkadaşının omzuna tam da bu anda sıkı bir yumruk indirdi. “Köşeyi döndük ahbap!”
İşte bazen hiç inanmadığınız "AŞK" yüzünüze bir tokat gibi çarpar bazen de çok sağlam bastığınızı sandığınız ayağınızı tek hamleyle kaydırırdı!
<><><><><><>
1.Bölüm özel sorusu: John Parker’in sevimli köpeğinin ismi nedir acaba?
Lusy? Candy? Yok yok neydi?
Cevaplandırarak 200 kelimelik özel bölüme ulaşacak ilk beş kişiden biri olabilirsiniz.
<><><><><><>
#aşkçarpargönülkayar #emilyhebert #johnparker #aşk #dükümsüromanlar
YORUMLAR
Girişle beraber olay örgüsünün nispeten rahat ve sabırlı seyretmesi (Bu yazının okyucuyu sarmasına engel değil) okuyucuya bir roman başladı, hissini yaratıyor. Böyle olunca, kısa, başı sonu belli bir öykü beklentisinde olan okuyucu hikayeye yumuşak ve çok karakterli-çok sahneli girişten ürküp okumaktan vazgeçebiliyor. Dürüstçe söylemem gerekirse, çok sabırlı olmama ve olmam gerektiğine inanmama rağmen, başlayıp bitiremediğim uzun öyküler oldu.
Ama özellikle vurgulamalıyım ki öyle uzun öykülere de rastladım ki içine gömülüp, heyecanlı bir radyo tiyatrosunun müdavimi gibi, devamını heyecanla bekledim.
İşte sizin uzun öykü de bu katagoriye giriyor ve devamını beklerken, kaleminize sağlık yazar diyorum. Tebrikler...
aslihan yilmaz DR
Keyifli okumalarınızın devamını dilerim.