- 1156 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAL..
Hayal ediyorum:
Uçsuz bucaksız gibi görünen bir patika var önümde.
Kocaman bir bahçedeyim. Sarı sonbahara bürünmüş bir bahçe; Yahya Kemal’in ’eski hazan bahçesi’ndeyim. Uzun ağaçlar var patikanın iki yanına sıralanmış. Ben yürüyorum, ayaklarıma yerdeki altın yapraklar değdikçe çıkan melodi kulağımda. Üzerime hala dökülmekte olan sapsarı sonbahar yaprakları selam veriyor salına salına yere inmeden önce, ben yürüyorum... Burcu burcu toprak kokuyor her yer! Havada içine doldurduğu hüzünlerden kurtulmak isteyen, hem de bunu delicesine isteyen bulutlar kümelenmiş; kapalı. Arada bir yerlerden güneş ışığı sızıyor ama belli ki yağacak yağmur. Kararlı bulutlar bugün üzüntülerini akıtmaya.
Başladı işte! Çiseliyor yağmur hafiften. Sormamak mümkün mü:
Neden düşüyor bu damlalar yere?
Neden uzatıp o minicik ellerini toprağa, kavuşmak istiyor büyük bir hevesle?
Neden toprakla ilk kaynaşmasında tekrar havalanıp saçılıyor pırıltılarla her yöne?...
Sırılsıklamım şimdi. Baş edemiyorum yağmur damlalarının incecik kırılganlıklarıyla. İstediğine kavuşacağını bilmenin verdiği sabırsızlıkla toprağa ellerini uzatmış bir damlaya soruyorum:
-Beni de alır mısın yanına? Misafir eder misin bir günlüğüne?
Hedefe kilitlenmiş gözlerini kaldırmadan toprağın yüzünden, tebessüm ediyor ve:
-Hadi gidelim!..diyor.
Birden o minik elleriyle tutup çekiyor beni, sonra bırakıyor. Çözülmeye başlıyorum aniden, eriyorum durduğum yerde. Yayılıyorum toprağın üzerine. Bu bana her solukta yeni bir sonsuzluk hissi veriyor. Karşıdan akarak geliyor damla. Bana ulaştığında küçücük bir bakışı heyecanımı artırıyor. Tutuyor ellerimden ve birbirimize karışıyoruz. Beraber yol alıyoruz artık. Bir yerlere sürüklenen incecik bir akıntının parçalarıyız. En önde zaman, hemen ardında biz; akıyoruz durmadan. Büyük bir dayanışma var damlaların arasında. Birbirlerine tutuna tutuna ilerliyorlar hep. Geride kalanı çekip gerekirse en öne koyuyorlar. Şarkılar söylüyorlar hep beraber, ’Günaydın’ diyorlar geceye; geceyle başlıyorlar güne çünkü.. Akıp gidiyor gece boyunca zaman, hiç yorulmuyor. Damlalar öyle değil ama, yorulmaya başlıyorlar artık. Endişelenmiyorlar yine de, doğan güneşle beraber istirahate çekilecekler...
Çok geçmeden güneş uzatıyor dağların ardından sapsarı başını. Bu iyi oldu, ben de yoruldum zamanın peşinden koşturmaktan. Şimdi, uykudan yeni uyanmış olmanın verdiği mahmurlukla gülümsüyor bize. İyice toparladıktan sonra kendini, tüm enerjisiyle yaymaya başlıyor mutluluğunu. Yoğun mutluluk dalgası iyice gevşetiyor bizi, rahatlatıyor giderek. Öylesine hafifliyoruz ki mutluluğun sıcaklığı ve huzurla, uçmaya başlıyoruz. En üstte bembeyaz pamuktan bulutların yumuşaklığına sığınıyoruz. Yorulan gözler tatlı tatlı tebessüm halinde rüyalar ülkesinin onları bekleyen gümüşten kayıklarına. Rüyalara dalıyoruz mutlu ve huzurlu. Üzerimizdeki tüm yorgunlukları buluta veriyoruz. Çektikçe tüm yorgunlukları üzerimizden, grileşiyor bulut. Anlıyorum ki gri yorgunlukların rengi... Üzerimizde yorgunluktan eser kalmayınca sıyrılıveriyoruz rüyalardan. Çok heyecanlı tüm damlalar, bana bulaşıyor sevinçleri. İşte şimdi anlıyorum damlaların neden ısrarla toprağa kavuşmak istediklerini. Yorulmak içinmiş meğer! Yorgunluklardan sonra gelen huzurun tadı başka oluyormuş çünkü.
Ve onların yaşamını anlamlı kılan buymuş...
Toprağa kavuşmadan önce vedalaşıyoruz damlayla. Gözünü topraktan ayırmıyor yine.
-Bir gün yeniden misafir eder misin beni?.. diyorum, duymuyor bile artık.
***
Gerçeğe uyandırıyorum aklımı... Tek isteğim her varlığın anlamlı yaşadığı bu evrende kendi anlamımı bulabilmek...
05.11.2004/cuma
bornova
_merve yekta_