Kıl Ruşen'in Sakalı
Dalgın dalgın dükkân tabelalarına bakarken birden bacaklarından apış arasına doğru serin bir ıslaklık hissetti. Bastığı yerdeki oynak parke taşının altında birikmiş olan su olanca tazyikiyle paçalarından fermuarına kadar tüm pantolonunu ıslatmıştı. Kaldırım taşının bu sulu şakası ile sinirleri boşaldı. Kalabalığa aldırmadan sinkaflı bir küfür salladı, o sinirle söylenmeye devam etti
-Lavuklara bak ya, her sene her sene anladık da daha bu yaz başı değişmediler mi bu kaldırımları, tükürcüklemi yapıştırdınız ulan bu taşları, bu ne yaa!
“ Ağzına sağlık hacım, az bile dedin gavatlara…”
“ Ayyy ne kadar ayıııp, etrafta çoluk çocuk var, sakalından utan sakalından…”
“ Yuh olsun be hacı, sizin gibilere yaranılmaz zaten, ne çabuk unuttunuz çamurlu kaldırımlarda sürttüğünüzü, sizi gidi nankörler sizi...”
“ Hoop hop hacım haklı beyler…”
“Niyeymiş efendim kul yapısı tabiî ki bozulacak da kırılacak da…”
Küfrü duyan çevredekilerin kâh muhalif kâh destek çıkan tepkilerine aldırmadan cebinden çıkardığı kâğıt mendille pantolonunu silmeye başladı. Sinirli bir şekilde paçalarındaki çamurlu suyu silkelerken ayağını farkında olmadan kalabalıkta yoldan geçen birisine vurdu.
-Oha! Önüne baksana hemş…
O sinirle adama lafını tamamlatmadı
-Senin de hemşerinin de, ne var la ne var.
Göz göze geldiklerinde tosladığı adam birden sesini yumuşattı.
-Ruşen… Kıl Ruşen!
Ne diyeceğini bilemedi, kızgın suratına sahte bir gülücük oturttu. Zira tosladığı adamı oda tanımıştı ama tanımasına rağmen o anda bir türlü ismi aklına gelmemişti. İsmini çıkaramadığını çaktırmamaya çalıştı. Mahcup bir edayla;
-Allah iyiliğini versin sen miydin?
-He ya benim!
-Kusura bakma artık, bi’şey oldu mu üstüne?
Adam elinde taşıdığı cemisbond çantayla beraber Ruşen’i sıkı sıkı kucakladı, ardından gülerek;
-Önemli değil, zaten çantayı çifteledin. Ee daha ne var ne yok…
-N’olsun işte.
- “dediler yâre kıl Ruşen”(*)ha. Seni gidi kıl senii. Vay bee! Kaç yıl oldu görüşmeyeli.
-Kaç yıl mı?
-Rahat bir yirmi yıl olmuştur herhalde
-Çüşş! Amma abarttın haa, ülen daha iki ay önce görüşmüştük ya
-Deme be o kadar yakın mı? Desene yaşlandık anasını satayım. Hayırdır ne işin var çarşıda
-Hayır hayır! Bir iki şey alacaktım, bugün de bir değişiklik olsun çarşıya çıkayım dedim. Hep marketlere avemelere düdükleniyoruz, çarşıdaki esnafın başı kel mi anasını satayım, hem biraz da hava alırım
Pantolonundaki ıslaklık çarptığı adamın da gözünden kaçmadı. Gülerek;
-Belli belli hem havasından hem suyundan almışsın
-İkstiret şimdi oldu bir kere, ee sen n’apıyorsun, ne var ne yok
-N’olsun be aynı tas aynı hamam, ha bu arada sakallar da hayırlı olsun, şekil yapmışsın. Vallahi nerdeyse tanıyamayacaktım.
-Yok be bildiğin gibi değil, yüzümde ufak bir cilt problemim vardı, doktor birkaç ay tıraş olma da cildin dinlesin dedi
-“fazla tıraş cildi bozar” diyosun, ha ha ha ha!
-!?
-Geçmiş olsun, geçmiş olsun
-Eksik olma, sağ ol, çoluk ço…
Sözü yarım kaldı. Arkadaşı telaşla;
-Yav kusura bakmazsan acil bir yere yetişmem lazım
Arkadaşının bu sıkıcı sohbeti kısa kesip gitmek istemesine sevindiyse de ayıp olmasın diye sevindiğini belli etmek istemedi. Şaka yollu adamın elindeki cemisbond çantaya yapıştı hemen
-Dur len para mara istemicem kaçma hemen
-Para senin köpeğin olsun kardeşime bak benim be, bir proje işi var da,
-Proje ha! Ulen benim bildiğim bu kaçıncı proje
-Bu başka, gör bak
-Ulen hayatın baştan aşağı dejavu
- N’apim be abii. Hadi ben kaçtım
-İyi hadi sen işine bak, bu arada yeni projen de hayırlı olsun, muvaffakiyetler
-Eyvallah... İyi gördüm seni, iyisin iyi.
Tokalaştılar, arkadaşı uzaklaşırken arkasını döndü boştaki elini telefon ahizesi gibi yapıp kulağına götürdü.
-Ara beni ha, bir yerde oturur bir şeyler içeriz. Okey. O sakalları da kes tamam mı?
-Hasstir oradan
-Nesin sen papaz mısın? Ha ha ha!
Adamın arkasından gayri ihtiyari mırıldandı.
-Okey okey… Hıyarağası seni! Projeymiş hıh. Ulen proje kim sen kim.
Üzerini yarım yamalak silip silkeledikten sonra dükkân tabelalarına baka baka yoluna devam eti. Kısa bir süre sonra yolunun üzerinde korsan kitap ve cd satan bir seyyar tezgâhtar dikkatini çekti. On beş yaşlarında, sarı kısa saçlı, yüzünde tam olarak güneşten mi yoksa kirden mi oluştuğu anlaşılmayan bir esmerlik hâkim olan, cılız ama sağlam yapılı, skoda bacaklı bir çocuk ergen tiz sesiyle şehir hatları vapurlarındaki eski işportacılara taş çıkartırcasına çığırtkanlık yaparken aynı zamanda endişeli gözlerle etrafı kesiyordu. Ayrıca bütün bu meziyetlerinin yanında; saçıyla alnının birleştiği yerin sol yanında saat yönünün tersine duran belirgin bir kuş yuvası, çocuğa mini bir karizma katıyordu.
Ruşen tezgâha yanaştı
-Hayırlı işler
-Buyur hacı dede
-Höst len, ne dedesi
-Pardon hacım, sakalları görünce cest yapayım dedim, ne var yani günah mı işledik.
-Eksik olma da, ben o kadar yaşlı mıyım kerhaneci seni. Hadi hacı olmasak da hacılığa bir derece eyvallah ama sen gene de her gördüğün sakallıya dede deme, olur mu?
Tezgâhtar çocuk “çattık” der gibi manidar bir bakış attı. Ruşen aldırmadı, tezgâhtaki korsan basım olduğu her halinden belli olan kitapları göz ucuyla incelemeye başladı. Tezgâhtar çocuk;
-Buyur hacı abi yardımcı olayım ne bakmıştın.
Sonra eliyle tezgâha yayılmış kitapları gösterdi
-Seç beğen al abim benim, piyasanın yarı fiyatına, promosyon bunlar, götür evde çoluk çocuk okusun,
-Niye? Ben okuyamam mı kerata
-Aşk olsun abime bak, sana da sidi vereyim
Eline bir balya dolusu cd aldı, bir sürü isim saydı.
-Neyşınıl coğrafi, diskoveri çenıl, cemil yılmaz, oran baba, Harun Kahya, kuran tefsiri, ilahiler...
-Tamam oğlum yeter daha sayma
-Çocuklar için çizgi filmler de var istersen
-Çizgi film mi dedin, peki Haydi (Heidi) de var mı?
-?!
- Haydi, Peter, Klara (Clara)… Yoksa bilmiyor musun?
Çocuk “anladıysam Arap olayım” der gibi boş gözlerle adama baktı. Adam, saydığı isimleri çocuğun tanımaması üzerine güldü
-Ah ahh! Biliyor musun “Klara” benim ilk platonik aşkımdı.
Heidi, Clara gibi yabancı kadın isimleri çocukta başka şeyler çağrıştırmış olacak ki tekrar adama döndü kısık sesle
-Abi istersen, aşk filmleri, “ince” cd’ler de var, hallederiz icabında
Adam eliyle sol göğsünü yokladı, gömleğinin üst cebine koyduğu yakın gözlüğünü aradı. Gömleğinde olması gereken gömlek cebi yerinde yoktu. Gene cepsiz gömlek giydiği için hayıflandı. Yakın gözlüğü yanında olmayınca çeşitli sıkıntılarla karşılaşıyordu. Öyle ki bir gün bir billboarddaki ilanı yanlış okuduğu için Abdi İpekçi deki prostat kanseri konulu bir seminer diye protest konsere bile gittiği olmuştu. Bu yüzden yakın gözlüğünü almadan evden çıktığı için kendine kızdı. Çocuğun elindeki balyadan bir cd aldı. Kısık gözlerle cd’yi incelemeye başladı.
-Bundan daha incesi olur mu oğlum. Ne o öyle sigara kâğıdı gibi. Nerelisin sen bakim, memleket “Karayip Adaları” mı yoksa?
-Yok değil abi, ben doğma büyüme buralıyım
Adam tekrar güldü, içinden “jeton düşmedi keratada, dur şuna bir sosyal mesaj daha çakayım” diye geçirdi aklınca
-Nasıl buralı oğlum, burası dediğin yer taa “köyden indim şehre” filmi çekilmeden önce bile aynıydı. Ben beni bildim bileli çarşı işte, yani iş hanı, dükkân, mağaza.
Fısıltıyla kendi kendine gülerek söylendi
-Buralıymış hıh! Merdiven altı imalatı mısın kerata.
Tezgâhtar çocuk söylediklerinin anca bir kısmını duydu. Artık ne anladıysa cevap verdi
-Olur mu hiç öyle şey abi, bunlar modern stüdyolarda en son teknolojiyle el değmeden üretiliyor
-Biskevit mi lan bunlar el değmeden üretilsin?
-Pisküvit
-Çokbilmiş seni. Aferim… Sosyal mesajlarda hep “error” veriyorsun ama siyasilerde fena sayılmazsın.
-Vallahi, yeminlen bak
-Hadi oradan sen de, yemin etme bakim. Oğlum cd’lerde parmak izi bırakmamak için el değdirmiyordur onlar.
-?
-Biliyorsun değil mi bu işlerin cezai müeyyidesi var
-Nesi var nesi
-Yani demem o ki yasal değil
- Nesin sen polis misin? Halla hallaa çattık! Hadi abicim hadi, başka işin yok mu senin.
-Dur oğlum hemen kızma
-Hadi abicim hadi, bak tezgâhın önünü de kapatıyorsun, hadi uza. “fazla tıraş cildi bozar”
Kalabalığın içinden duydukları keskin düdük sesi tartışmalarını böldü.
-Anasskim zabıta!
Tezgâhtar çocuk ettiği küfürle beraber tezgâhını alelacele çanta gibi ikiye katlayıp apar topar kalabalığın arasında gözden kayboldu.
Ruşen elinde kalan cd ile arkasından bağırdı
-Aloouv delikanlııı… Oğlum dur hele... Hay Allah cd de bende kaldı
İçinden; “neyse artık şuradaki dükkânların birisine girer, durumu izah eder cd yi bırakırım. Nasıl olsa gene buraya tezgâh açar bu kerata” diye geçirdi.
Bu düşünceyle elinde cd ile beraber tezgâhın hemen arkasındaki nalbur dükkânına girdi.
-Selamünaleyküm hayırlı işler olsun
Nalbur; otuz otuzbeş yaşlarında, iri yapılı tabiri caizse ızbandut gibi komandodan bozma fiziği ile bir boya tenekesinin üstüne oturmuş başka bir kolinin üzerine açılmış bir paket bisküvi eşliğinde bir şeyler içiyordu. Kirli sakallı asimetrik yüzü, çimento ve alçı tozları ile kirlenmiş pasaklı spor kıyafetleri komando fiziğinin üstünde olması gereken kamuflaj elbiseleri gibi duruyordu. İstifini bozmadan;
-Aleykümselâm, buyur hacım
Ruşen çekinerek;
-Kusura bakma kardeşim, tamda yemek vakti geldim galiba
Nalbur oturduğu boya tenekesinden ayağa kalktı, sağ elini ağzının içine sokup işaret parmağıyla, dişleri ile yanak boşluğu arasında kalan bisküvi tortusunu kazıdı ve parmağındaki kalıntıları yaladı. O ara cep telefonu çaldı, bunu üzerine ıslak parmağını da bir güzel tişörtüne sildi. Tişörtün üzerindeki bir boya firmasının logosu olan gülen yüz karikatürü parmak darbeleri ile şekil değiştirdi gülen yüz suratını ekşitti sonra eski halini aldı. Nalbur telefona kısa bir cevap verdi.
-Alov, tamam, müşteri var şimdi ben sonra sana dönerim, hadi öptüm.
Sonra gelen adama döndü
-Olur mu öyle şey hacı abi buyur gel al bir tane, yanında bir de mis gibi keçi burnu doldurayım sana, iyi gider.
Ruşen “istemem teşekkürler” anlamında gayri ihtiyari dudaklarını kasarak tebessüm etti, nalburun az önce yaptığı hareketten tiksindiğini belli etmek istemedi. Gene de nalburun misafirperver bu tavrı hoşuna gitmişti.
-Keçiboynuzu ile karıştırdın galiba, Kuşburnu olmasın o içtiğin,
-He valla, hep karıştırıyorum bu namussuzları
Ruşen güldü
-Buna da şükür, kuşboynuzu da diyebilirdin.
-!?
-Küçük bir ipucu vereyim, aklında olsun bir daha karıştırmazsın. İkisinin de burnu vardır ama boynuz sadece keçide bulunur.
-Yav hacı dayı sen de ne çok şey biliyormuşsun. Garanti yüksekokul mezunusundur ha!
-Yoo lise mezunuyum, ne alakası var şimdi
- O zaman okul yüksekçe bir yerdeydi, bu kadar çok şey bildiğine göre ha ha ha
Nalburun esprili yaklaşımından cesaret alan Ruşen devam etti
-Dikkat ettim de iyi ki yemek sektöründe değilsin hani
-?!
-İyi meslek seçmişsin iyi diyorum
Nalbur, Ruşen’in ne demek istediğini gene anlamadı
-Niye ki!
-Hani şimdi mesela nalbur yerine aşçı olsaydın, biraz zor olmaz mıydı senin için
Nalbur bu seferde yanlış anladı
-Ne demek zor... Ne yani, şimdi sen bana yemek yapmazsın mı diyorsun hacı baba.
-Hoppalaa, bunu da nereden çıkardın, ayrıca “abi” daha iyiydi
-Bırak şimdi hacı amca hoppalayı moppalayı.
-Yav ben o manada demedim ki, hijyen mijyen durumlarını kastettim, hani sen biskeviti parmağınla ağzını şeydince
-Bir kerem ona biskevit değil pisküvit derler
Ruşen içinden “çokbilmiş seni” diye mırıldandı. Nalbura döndü;
-Biliyor musun bugün bu iki oldu...
-Bırak şimdi hacı dayı ikiyi mikiyi, şimdi sana burada bir menemen yaparım...
Rafta asılı durun ip topağını göstererek
-Parmaklarını yemezsen eğer, nah bu İngiliz sicimiyle Sultanahmet meydanında asarım kendimi
-Emin misin bunun İngiliz sicimi olduğundan, ambalajındaki yazılar Çinceye benziyor.
-Yav hacım senin de işin gücün polemik molemik yapmak. Ben askerliğimi komando olarak yaptım, İngiliz sicimini bana mı öğreteceksin şimdi.
-Ne alakası var canım, İngiliz siciminin komandolukla şimdi, hem nerde komandoydun sen bakim
-Nesin sen inzibat mı? Tövbe tövbe...
Nalbur birazda bozularak devam etti
-Kayseri Hava İndirme Tugayı Orduevi’nde!
Ruşen gülmesini zor tuttu, “orduevi mi” diye mırıldandı. Nalbura döndü.
-Ne iş yapıyordun orduevinde, bulaşıkhanede miydin yoksa?
-Geç bakalım dalganı sen hacı abi, geç. Raporluydum raporlu
-Yanlış anlama laf lafı açıyor da ondan soruyorum, Ne raporu bu, yoksa harp malulü müydün?
-Ne mamulü
-Mamul değil malül malül, yani gazi misin?
-Yok yok... Şansıma sokim, sonradan bir yükseklik korkusudur hâsıl oldu bende. Kısmet işte
- Allah, Allah… Sen şimdi sırf bu yüzden yüksekokula da gidememişsindir ha.
-Ayıp oluyo hacım ama
-Yav şaka yaptım, hemen kızma. Aynısını sen yaptın az önce ben hiç kızdım mı? Peki, bir mütehassısa gözüktün mü, baktırdın mı?
-?!
-Doktora diyorum, doktora falan gözüktün mü?
-Yok yok, sağ olsun, peder bey hemen halletti işi
-Nasıl yani, peder bey doktor mu yoksa
-Yok be hacım öyle değil, emekli bir albay vardı
-Eee! O zaman albay mı doktor?
-Yok yok değil...
-Nasıl yok değil… Doktor mu albay değil, yoksa albay mı doktor değil
-Albay doktor değil memleketten hemşerimiz…
-Eee
-Eesi babam ona yaptırdı
-Neyi
-Orduevini
-Bu albay müteahhit mi yoksa
-Yav hacım lafın tamamı aptala denir, anlasana artık. Neyi olacak torpili işte, orduevi torpilini
Sorgu cevap şeklindeki muhabbet nalburda dalga geçiliyormuş izlenimi uyandırdı. Sinirli bir şekilde
-Yav hacı amca iki saattir sen benle makara mı yapıyorsun allasen.
-Haşaa! Olur mu hiç öyle şey.
Nalbur sıkıldığını belli eder bir tonda söylendi
-Tamam hacım tamam uzatmayalım, biliyorsun“fazla tıraş cildi bozar”
-Özür dilerim kardeşim başını ağrıttım, ben aslında şey için gelm…
Nalbur Ruşen’in lafını bitirmesine müsaade etmeden araya girdi.
- Şu üstünü de bir ovar artık, kaç dakikadır söyleyeceğim, ne o öyle gömleğin bir düğmesi yukarda iliğin ötekisi aşağıda
Ruşen gayri ihtiyari elini boğazına attı, tabiri caizse biri Şam’da diğeri Bağdat’ta olan gömlek yakalarını hizalamaya çalıştı.
-Tühh, sabahtan beri böylemi dolaşıyordum ben.
-Orasını ben bilmem
-Yav bir Allahın kulu da ikaz etmez mi kardeşim
-Ahanda ben gördüm söyledim
-Hay senden Allah razı olsun
Ruşen nalbura karşı mahcup olduğunu hissetti. Bir yandan ikazı için nalbura teşekkür ederken bir yandan da gömleğin düğmelerini düzeltmeye koyuldu. Yanlış düğmelediği için taa göbeğine kadar sarkan gömlek cebi olması gereken yere gelince birden cebindeki gözlük eline geldi. Nerdeyse eşeğini bulmuş Nasrettin Hoca kadar sevindi. O sevinçle gözlüğü taktı, derin bir oh çekti
-Oh bee! Dünya varmış, işe bak meğer gözlüğüm kaç saattir yanımdaymış
Ruşen bir yandan elindeki cd’yi incelerken diğer yandan nalbura meramını anlatmaya devam etti;
-Bak kardeşim kaç dakikadır vaktini aldım senin, aslında buraya gelmemin sebe…
Birden afalladı, sözünü tamamlayamadı, telaşla elindeki cd’yi avuçları içinde saklamaya çalıştı. İçinden “vay piç kurusu, ince sidi dediği demek buymuş” diye söylendi.
Panik halini nalbura belli etmemeye çalıştı, hemen toparlandıysa da kekeleyerek devam etti
-Lafa daldık unuttum, ben şey için gelmiştim. Hah İngiliz sicimi alacaktım. Şöyle üç beş metre kadar olsun
-Yalnız bunlar üç beş metre satılmaz hacım 30 metrelik toplar halinde satılır ona göre
Ruşen üstelemedi;
-Olsun olsun 30 metrelik bir top ver bari önümüz kurban nasıl olsa. Lazım olur
Nalbur raftan ip topağını indirirken Ruşen elinde saklamaya çalıştığı cd’yi çaktırmadan tezgâhın bir köşesine usulca bıraktı.
Parayı uzattı, ambalaja sarılı ip topağını aldı şöyle bir inceledi suni bir tebessümle nalbura döndü;
-Eminsin değil mi bunun İngiliz sicimi olduğuna, bakıyorum da üzerindeki tek İngilizce yazı “Made in China” ha ha ha!
-?!
-Şaka yaptım şaka, hadi hayırlı işler
-Güle güle hacı amca, yine bekleriz
-Allah iyiliğini versin, amca, dayı, abi, baba… Çorba yaptın yani.
Ruşen nalburdan çıktığı gibi arkasına bakmadan koşar adım kalabalığa karıştı. Nalbur parayı kasaya koyarken tezgâhın ucunda cd’yi gördü. Ruşen ne kadar saklamaya çalışsa da nalbur elindeki cd’yi fark etmişti. “Unutmuş geri zekâlı” diye geçirdi içinden. Koşarak cd’yi aldı kapıya yöneldi, arkasından bağırdı
-Aloouv hacııı…
Yetişememişti, içeri girerken cd’yi inceledi. Sonra gülerek kendi kendine söylendi
-Hay senin sakalına emi, sapık hacı
İsmet BABAOĞLU
YORUMLAR
Sevgili ;
Ağyar,
ya da İsmet Babaoğlu
veya Temsi Ulğoabab.
Siteyi şöyle bir dolaştım. Yazılanları okudum. Bazıları çok güzeldi. Bazıları sarmadı beni.
Ellerimi kenetledim.Gerindim. Uykum gelmişti. Sonra birde açık olanlara bakayım dedim.
Baktım sen açıksın.Hemen sana tıkladım. Tıklamam ismineydi yani.Yanlış anlama. Yine de yanlış anlarsan
cümleyi yok say.
Beni bir gülme aldı ki sorma ! Uyku falan kalmadı bende. Gülmem senin önceki yazılarına yorumlarınaydı.
Bu son yazını okudum. Yer yer güldüm. Yer yer ancak iyi bir gözlemcinin tespit edebileceği diyaloglara hayran oldum. Diyeceksin ki "Bu yazıda niye yorumun yok" . Ben o tarihlerde sitede yoktum çünkü...
Düşünüyorum. seninle dedikodusunu yapabileceğimiz ne var ?
Haa... Ben umreye gittim. Dönüşte sakal bıraktım. Alış-veriş bahanesiyle dükkan dükkan gezdim. Ama kimse bana "Hacı" demedi. Emmi,dayı,dede diyorlar ancak "Hacı" demiyorlardı her nedense.
O çok bahsettikleri Nur inmemişmiydi acaba yüzüme ?
Sevgili Ağyar !
Bu aralar sitede ayakkabılarının topuğuna basan, üstten üç düğme açan, sol omuzunu düşürüp yengeç
gibi yan yan yürüyenler türedi. kendilerince racon kesiyorlar.
Sorun değil. Sakinleşirler. Bu defter ne yiğitler gördü. Şimdi esameleri yok.
Bu arada ben mi ne yapıyorum?
Okuyorum.Arada bir yazıyorum. yorumlar yapıyorum. Klasik defter işleri işte.
Sağlam bir kaç tane yazı dostum var. Ama senin tadın, senin tarzın bir başkaydı. Seni özlüyorum.
Mesela sen son yazılarımda niye yoksun ? Merak ediyorum.
Gözünü budaktan, söyleyeceği sözü kaleminden esirgemeyen Can Ağyar !
Aslında bunların hepsi boş. Sağlığın, mutluluğun yerindeyse gerisi lafı güzaf...
Hoşça kal dostum...
Ağyar
Öncelikle Umre ziyaretin hayırlı olsun, Allah büyüğüne de nasip etsin. Ağabey bu aralar bir hayli dünyevi meselelere giriftar olmuşum, senin anlayacağın kafa ağzına kadar dolu daha almıyor. :-(
Bu yüzden eskisi kadar siteye de giremiyorum. Ahvali şerait işte budur Ne olur gönül koymayın… Biraz kafam boşalsın Allah’ın izniyle kaldığımız yerden devam İnşallah :-)
Derin saygılar, çokça selamlar
Ağyar
Çok teşekkürler kardeşim, selamlar
[ enişteye de :-) ]
Böyle bir hikayeyi,
ben bir ayda yazamazdım herhalde.
Gerçekten çok güzel aktarılmış.
Ya da kurgulanmış.
Ağyar
Teşekkürler...
Saygılar
En sevmediğim edebiyat çevresinin ahlak adına anlatımı sansürleyen, anlatımı deforme eden tavrıdır. Tavır ortak bir amentü olunca siz gibi, ben gibilerin yaşamın en bilindik, en aşina varoluş tavrını yine yaşamın kendini aktarmak için kullandığı gerek argo, gerek bol küfürlü jargonunu yazıya dökerken yok varsayma gayretine itilmesi dediğim...Sanki yazıya dökülen isktir anlamsız sözcüğünün .iktir olduğunu herkes bilmiyormuş gibi deforme etme ihtiyacına itilmemiz çok mu dürüstçe?
Neyse, öykü aralarını çok uzun tutmayın zira öykücülerin sayfalarına yazdığınız uzun akıl ve duygu dolu yorumlardan bile bir hayli güzel öykü çıkar...
Ağyar
Yaf sanki Hindistan’dan birisine hitap ediyormuş gibi bir hisse kapıldım bir an, içimden size Metin bey diye hitap etmek geldi nedense ;-)
Saygıdeğer Metin bey (isimde yanılmıyorumdur inşallah)
Öncelikle gösterdiğiniz ilgi ve teveccüh için çok teşekkür ediyorum.
Naçizane fikrim; en azından “sinkaf” içeren ve benzeri terimlerin, gerek yaş gerek kültür olarak böyle kozmoplit ortamlarda esnetilerek veya kamufle edilerek veya çağrışım yapacağı başka bir kelimeyi kullanarak veya… kullanılmasından yana. Bunun ne kadar dürüstçe ! olduğu muhakkak ki tartışmaya açıktır.
Değerli yorumunuz için ayriyeten teşekkür ediyorum
Selamlar, saygılar
Sormadan edemeyeceğim:
1) cemisbond mu, ceymisbond mu?
2) pisküvit mi, püskevit mi?
Gece vakti gayet güzel geldi. Her karakterin aslında işi gücü olmaması dikkat çekici (Uzun sohbetler bunun kanıtı) Okurken bir hikayeye ilham bile verdi. Bir de öykülerin arası bu kadar açılmamalı. En derin saygılarımla.
Ağyar
1)Bond konusunda ne desen haklısın kabul, fakat gel sen bunu Mahmutpaşa esnafına anlat anlatabilirsen :- )
2) “E” şıkkı, hiçbiri :-)
Aynı zorluğu “cd” yazarken de çektim. Sidi mi yoksa cidi mi derken “cd”yazdım. O kadar tembih etmeme rağmen bizim işportacı kopil ağzından bir iki yerde ağzından sidi diye kaçırdı. Artık günahı vebali onun
Yarı dermatolojik yarı özel [özel ama ulvi değil :- )]sebeplerden dolayı yaklaşık üç aydır sakallarıma yol verdim. Sakallı birisinin ilk etapta maruz kaldığı ön yargıları ve tepkileri, sakal bırakmanın avantajları ve handikaplarını irdelemek adına yazılmış (başarısız) bir yazı idi. Öykülerin arası bu kadar açılmamalı derken yerden göğe kadar haklısın, öykünün bayağı sarktığının farkındayım. O kadar da elediğim sahneler olmasına rağmen. Öyle ki mayıs ayının ortalarında lise arkadaşları ile içkili bir mekanda toplanmıştık, siparişleri verdik sohbet ediyoruz bir ara garson geldi “pardon hacı abi, Tekirdağ kalmamış da Altınbaş getirsek olur mu” dedi.
Kısa ama samimi yorumun için çok teşekkürler
Saygılar, selamlar
İlhan Kemal
2) E şıkkına itiraz edeceğim çünkü metinde kelimenin siyasi versiyonuna gönderme var: 'Sosyal mesajlarda hep “error” veriyorsun ama siyasilerde fena sayılmazsın.' Kelimenin siyasi kullanımına gidince de çeşitli medya kaynaklarında sözü geçen kelime püskevit diye anılmakta. bkz. http://www.milliyet.com.tr/devlet-bahceli-den-puskevit-aciklamasi/siyaset/siyasetdetay/11.05.2011/1388995/default.htm
(Belli olduğu gibi, pek işim gücüm yok şu sıralar)
Eğer kelime ceymisbond ise, diğer kelime de sidi'dir.
Ara vermemeli derken ben okuyucu açısından düşünmüştüm (Kusura bakmayın, herkes kendini düşünüyor bu dünyada) Yazmaya gelince, yine kendim için söyleyebilirim, ara verdikçe anlatımda bir paslanma oluyor. Bu arayı daha bir açınca konu bulmak da zorlaşıyor. Ama bu benim durumum, sizinki ya da Aynur Hanım'ınki (Kendisi de iyi bir ara verdi) buna uymamasını doğal karşılamalı.
Sakalın tarihte ilginç maceraları var: Son pagan Roma imparatoru Julian çevresindeki Hristiyanlara tepki olarak sakal bırakıyor; böylece klasik Yunan filozoflarıyla kendi arasında bir bağ kuruyor.Bundan 160 yıl sonra da sakalsız Roma imparatoru göremiyoruz. Sizin birinci elden bu kadar deneyiminiz varken, sakal üzerine bir hikaye yazmamak da olmazmış hani.