- 935 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Mutlak Değer
Mutlak Değer
İşaretsiz sayının değeri zaten pozitiftir. Negatif olanlar (-) ile gösterilir! Yani bir sayıya ön işaret konmamışsa pozitif olarak kabul edilir, işaret var ise bu (-) işaretidir ki şöyle düşünülebilir! İşaretsiz sade bir sayı pozitif, mutlak değerini ifade eder! İşareti eksi olan sayının da mutlak değeri pozitiftir!
Peki, insanın mutlak değeri nedir!
İnsanın mutlak değeri, pozitiftir yani insan evrende ne işlerse işlesin evrensel sonuç ve işleyiş açısından mutlak değeri pozitiftir! İşareti ne olursa olsun! Çünkü evrenin sahibi açısından işleyiş önemli, işleyişte her unsurun mutlak değeri işler! Ancak insanın evrensel mutlak değeri evrenin sahibi için pozitiftir! İnsanlar açısından kendi aralarında negatif de olabilir! Yani bir insan, diğer insana “Eksi” değer biçmiş olabilir ama bu biçtiği değer, sadece ve sadece kendi vicdani kanaatidir; o insanın asıl değeri olamaz; yani insan, insana mutlak değer biçemez! İnsanlar kendi aralarında, sadece izafi olarak kendine göreceli “İyi-kötü” gibi ya da “Negatif-pozitif” gibi kendince bir anlamı olan ama evrensel manada hükmü olmayan bir değer biçer! Evrenin yaratıcısı, abes iş yapmayacağından yarattığında da eksiklik olmaz! Evrenin yaratıcısı, insanın mutlak değerine baktığı için ya da mutlak değer evren için esas alındığı için bireyin diğer insanları değerlendirmesi sadece kendi değerlendirmesi olacaktır! Yani birey, başkasını nasıl değerlendirirse değerlendirsin o insanın mutlak değeri evrensel olarak pozitiftir!
Bunun bu şekilde izahının bize faydası ne?
Bunun bize faydası şu; kimse, kimseyi kendi açısından bir değerlendirme hakkını mutlak manada elde edemeyecek! “Evrensel eşit insan prensibi” mutlak değer üzerinden işler! Kendini başkalarından aşağı ya da yüksekte görmeyen birey, mutlak değerinin farkında olan orjin insandır! Başkasının bize ne değer verdiğinin mutlak manada bir hükmünün olmadığını biliyoruz! Kendimizi başkasından aşağı ya da yüksek görmeyeceğimizi de biliyoruz! Pek ala, kendimizi nasıl değerlendiriyoruz! Bakın burası çok önemli! Kişi kendini nasıl değerlendirir ise evren ona o karşılığı sunar! Yani evren açısından mutlak değeri pozitif olan bir günahkar ya da katilin, izafi değerinin “Eksi” olduğu düşünülebilir! Burada evrensel işleyiş, nasıl adalet edecek ona bakalım! Mutlak değeri artı, izafi değeri eksi olan biri nasıl mutlak değer parantezinden pozitif olarak çıkacak! İşte burada bir bedel var, tercihlerin bedeli var! Tercihlerin işleyişi her zaman evrenin yaratıcısı açısından pozitiftir ama tercihlerin sonuçları kişisel izafiyete göreceli negatif ise bunun değeri kadar bir bedel ödemesi gerekir tercihlerini özgürce yapan bireylerin! Yani kaderin adalet etmesi, bazı insanların zulmetmesiyle de gerçekleşir! Mutlak değer, parantezden nasıl çıkıyordu; artı da olsa eksi de olsa, “+” olarak çıkıyordu yani işaretli ya da işaretsiz olsa artı olarak çıkıyor! Mutlak değer parantezindeki eksi sayının artı olarak çıkmasındaki mantık eksi sayının çıkarken eksi ile çarpılmasıydı değil mi? Yani günahkar olduğundan eksi değer almış ama mutlak değer olarak insan olma açısından pozitif olan bir insanın, mutlak değerini bulması için eksi ile çarpılması gerekir! Yani Cehennem denen yerde ya da vicdanında, tercihlerinin karşılığını veya bedelini vermesi gerekecek! Bedel sonrası, yine mutlak değeri pozitiftir! Kişi kendine değer biçebilir bu zaten kendi açısından izafidir ama bir insan kendisi ile eşit hukuka sahip diğer bir insana asla değer biçemez! Hukuksal yaptırımlar ve cezalar bu kapsamın dışında değildir! Hukukun yaptırım ve cezaları da aslında doğru uygulanır veya anlaşılır ise insanları mutlak değerine ulaştırmak için mutlak değer parantezinden çıkarmak için eksi ile çarpılan sayının durumu gibidir! Eksi tercihleri kadar eksi ile karşılık görmeli ki mutlak değerini pozitif olarak bulsun! Matematiksel olarak da mutlak değer parantezindeki bir eksi işaretli sayı, eksi işaret ile çarpılarak çıkarılır! İki eksi değer çarpımı da pozitiftir! Yani mutlak değerinin işareti artıdır!
Altınçağ ilkelerinden biri de şu; "Sana dokunmayana, sen de dokunma!"! Bu "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” demek değildir! Bu “Bana dokunmayan, başkasına da dokunmaz!" gibidir! Yani potansiyeldeki muhtemel bir suçu, açığa çıkarmak henüz işlenmemiş ya da hiçbir zaman işlenmeyecek bir suç icat edip onun üzerinden kavgaya tutuşmaktır! Yani bir ihtimal üzerinden, insanlar arasında kavga çıkarıp savaşmak da yersiz. Potansiyeller ve ihtimaller üzerinden kavga edenlerin başka emelleri ve amaçlarının olduğunu tahmin etmek zor değil! Herkes kendi tercihini yaşar, cebinde akrep taşıyan sokulur! Başkasının cebindeki akrebi öldürmek isteyen de başkasıyla potansiyelde olan bir tehlike bahanesiyle savaşa tutuşur! Potansiyeldeki tehlike büyür! Evrenin yaratıcısının işine de karışılmış olur! Evrende potansiyelde ne var ise onlar tercihe göreceli açığa çıkarılmak için vardır! Beğenmediğini sen alma, beğenen alsın! Senin tercih ettiğini beğenmeyen, seni tercihinde sınırlamaya kalkınca nasıl zoruna gidiyor ise sen de başkasının tercihine ilişme! İyi de kötü de aslen sonuç açısından mutlak değer açısından hayırdır! Herkes kendi tercihini yaşar, tercihinde yanlış yapanlar bir şekilde bedelini öder! Bazı zulümler ve bedeller eksi değer olarak insanları mutlak değer parantezinden artı olarak çıkarmak içindir! Konuyu uzatmayım deveran var; insan, mutlak değer açısından pozitiftir, eğer kendini tercihleriyle izafi olarak negatif yapmış ise bedeli ondan alınır ve aslına mutlak artı değerine geri döndürülür! Bu aşamalar çetindir!
“Bir ben var benden içeri” Yunus. İnsan beni tektir ve mutlak değer açısından da pozitiftir! Birin mutlak değeri de birdir!
“Bugün Ahmet benim, ama dünkü Ahmet değil!” Mevlana.
Bu dizede de çok hikmet var! Matematiksel “Değil” bilirsiniz! Bir sayı için “5 değil” denilmiş ise o sayı, 5 hariç tüm sayılar olabilir! Bugünkü Ahmet, dünkü Ahmet değil ise asla aynı Ahmet bir daha tekrarlamayacaktır! Yani evrende tekrar olmadığı için her an değişim, gelişim içinde seyir var! O halde Orta Çağ’da yaşamış insanların aklıyla bu çağda yol alınmaz! Devamlı değişen şartlar ve gerekler, insanı Orta Çağ’dan zaten koparmış!
Başaran, bal yer. Başarmışsa yesin! Şuurlu olanlar, şuursuzları kullanır! Aslında çok da uyandırmak doğru değil şuursuz olanları; tekamül gereği evrimsel sürece müdahale oluyor uyarmak çünkü uyanınca da bulanıyor ortalık; belki de uykusunu almadan uyanmamalı insanlar. Uyarıcı olduğunu iddia edenlerin sorunu böyle bir şey! İnsanları uykusunu almadan uyandırmak gibi ters tesir ediyor! İnsanları bir şekilde kendilerine köle yapmış olanlar, ister bu çağda ister Orta Çağ’da olsun aynı tezgahı işletiyorlar. Uyandırmak da tehlikeli olur köleliği kabul etmiş olanları; ne yapacakları belli olmaz! Tekamül süreci sonsuza kadar uzanıyor! Kim hangi aşamada onu bilemez uyarıcı konumunda olanlar ya da uyarıcı konumunu kendilerinde görenler! Yani uyarıcı önce kendisi uyansın!
Son tahlilde; benim gayretim, bilgi kirliliğinin sislerini dağıtıp yolu kendim için açmak. Tabi ki yolu, başka kendi için açmaya çalışanların çabasına da destek olmak. Kendi için değil de başkası için çalıştığını iddia edenlerden de uzak durmak! Çünkü kendine faydası dokunmayanın başkalarına da faydası olmaz! Kendi uyanmayan, başkasını da uyarmasın! Kendine faydası olmayanların, başkaları için çabalıyor görünmesine ve vaatler sunmasına da aldanmamak gerek! Riya ve menfaat saklıdır genelde bu vaatlerin ardında!
Evet, tüm insanlar aynı yazılımı "İnsan" yazılımını kullandığına göre ve tüm insanlar bir ruhu yüklenmiş olduğuna göre burada dikkat edilecek şey, insanların aynı yazılımı nasıl kullandıklarıdır! Beden, ruha binek; beden ve ruh da "Ben" hizmetinde! “Ben” ise beden ve ruhu kullanan yani donanım ve yazılımı kullanan kullanıcı! "Ben", zatı oluşturur, demek zatta farklılaşır insanlar; aynı hakikatin milyarlar zatını oluşturduğunda hepsi kocaman bir zat olacaktır.
Tüm insanların aynı hakikati, milyarlarca zat üzerinden açığa çıkarması gibi insanlığın mutlak değerlerin açığa çıkması.
Aklını kullanmak övülür literatürde çok vardır! Akletmek de övülür yani akıl kullanmak, akletmeyle tamamlanıyor! Akılların bileşkesi tüm insanlığın adına yazılır! Edison bulur, ben kullanırım.
"Ene-l Hak" diyen bir insanın diğer insanlara bu söyleminden bir üstünlüğü olamaz; her insanın "Ben Hakkım" deme hakkı var ama "Ben elçiyim" diyen bu elçiliğinden dolayı diğer insanlardan itaat istemesi söz konusu! Yani pratikte Hak olan, diğer insanlarla eşit ama elçi olan, diğer insanlardan itaat istiyor! Sanırım burası mühim.
"Mış" ifadesi, zaten bir geçmiş zamana dair nakli ifade eder. Bu anlamda peygamberlerin ve filozofların ve bilginlerin, ariflerin sadece kendileri getirdikleri bilgilerin tamamı, "Mış "olarak günümüze nakledildi. Bu "Mış" ları günümüz insanı aklıyla ve diğer evrensel hakikatler ışığında bilince çevirdiğinde ancak tam anlamış olacak! Yoksa eski nakilde kalacak bu bilgiler ve iddialar! Yani nakiller, akılla ve hakikatler ışığında oturtulacak zihne yoksa havada asılı kalacak!
“Aklın yolu bir” konusu; evet, milyarlarca aklın ulaşacağı yer bir noktadır! Tıpkı bir noktadan bir evrenin patlamasının sırrının, bir noktada bir evrenin saklı olması gibidir! Tüm ağacın ve çiçeklerinin ve meyvelerinin bir tohumda saklı olması gibi. Tohumdan ağaca gidildiği gibi ağaçtan da tohum akıl edilmeli! İnsanlığın hedefi asıl kavuşması gereken yer O’na ulaşmak olarak tarif edilmiş! Peki, O kim? "Ene-l Hak" diyen onu kendinde bulmuş; "İlim kendin bilmek" diyen de O’nu kendinde bulmuş. O halde O insanın ta kendisinde saklı. İnsan kendini bulduğunda hedefe ulaşmış olur! Bu süreç devam ediyor! İnsanlık henüz tam manası ile kendini aradığının farkında değil. Kendi dışındaki araması tamamen bittiğinde aradığı her ne ise kendinde bulacaktır!
Selamete,
Ahmet Bektaş
www.youtube.com/watch?v=EK3OBtZoPSg