- 653 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SIFIR NOKTASINDAYIZ
Durgun sularda kıyıya vurmuş ölü balıklar gibiyiz her birimiz: Gözleri açık ama görmüyor. Hareketsiz ve bir o kadar tepkisiz.
Göğün derinliklerinde ücralara sıkışıp kalmış varla yok arası bulutlar gibi belki de…
Gizemin büyüsü ile yoğrulmuş olmalıyız zira kıt kanaat mutluluklarla yetinmeyi öğrendik. Yine de istisnalar kaideyi bozmamalı. Bir yanda bitmek bilmeyen aç gözlülüğümüz mükemmelin peşinde.
Yoksa adını mı unuttuk mutluluğun hüzün ile paralel seyreden düşlerin gölgesinde. Ola ki mutsuz ola ki deli divane. Biraz huysuz belki de, nazı ve niyazı bitmeden koşturup duran…
Sevgi katsayısı çoktan kayıplarda ve eş güdümlü yalnızlık her birimizi ters köşeye yatırmışken.
Yitip giden onca kifayetsiz sancılar çekiyoruz bin kez doğar gibi ve eşlik ederken ölüm o boğucu ve nemli ıslaklıkta. Sonunda çıkan çıktı kerevetine bazıları muradına ermez iken…
Murat dediğin ne ola ki… Şarkılardaki gibi dilek tutarken düşünüyoruz bir yandan neye niyet etsek diye. Ya ayna kırılırsa ve uğursuzluk bizi esir alırsa. Bak şu siyah kediye nasıl da geçti kapını önünden. Sakın ha merdivenin altından geçme hatta düşünme bile.
Zirve yapmış onca saçmalık tıpkı süregelen saçma hayatlarımız gibi.
Güveni mi unuttuk nedir yoksa en çok kendimize mi güveniyoruz oysa güven telkin etmeyen zavallı varlıklarımızla.
Kolaysa yapın şu alışverişi ve sevin karşılıksız. Ne çıkar, sevgi de mi parayla… Ya merhamet ya sükûnet yoksa dostlukta mı ipotekli.
Hadi atın ne var ne yoksa şu dipsiz kuyunun en dibine hem de. Varsa umudunuz varsa sevgi kırıntısı boca edin hadi olmadı kendinizi de atın da bitsin şu sefil yalnızlık.
Nefret dolu onca söylem ve bitmek bilmez ihanet. Hadi ne duruyorsunuz, ne var ne yok gizli saklı dökün tüm kirli çamaşırlarınızı.
Aydınlık ve karanlık arsında gidip gelmemek mümkün mü. Arkasından kurulmuş bir araba gibi kolaysa toslamayın duvarla. Mümkünse alabora da olmayın. Alın işte aynaya tosladık yine ve kırık dökük seyrelmiş düşler ayağınızın tam da dibinde. Binlerce kırık dökük yansıma. Sancılı bir döngü. Kifayetsiz bir döngü hatta ve hatta kısıra intikal etmiş. Kolaysa ayıklayın pirincin taşını. Tonlarca pirinç içi çer çöp dolu. Nöbete durun hadi ki çalınmasın düşleriniz. Kurun alarmı ve tetikte olun her daim.
Noldu şu çizdiğiniz sınırlara? İhlal mi ettiler yoksa? Tabii, öyle ya tebeşirle çizilmiş tüm sınırlar aşıldı. Zaman aşımı gibi hepimiz ve günahlarımız arındık kirden pastan. Zaman aşımına sığındık sevdiklerimize sığınamazken. Rehine verdiğimiz her ne ise. Belki de ruhlarımızı çoktan sattık şeytana.
Sınırları ihlal edilmiş kirli bir dünya ve unutulmuş insanlık. Kaybolduk, çoktan yitip gittik. Mefhumları çoktan kaybettik ve ne varsa özel kayıp gitti ellerimizden.
Çocukların katledildiği, sevginin adının bile unutulduğu ve ne varsa biz vahşi insanlara dair. Ne ise bizi biz olmaktan çıkaran.
Bizler gündelik işlerimizle haşır neşir olalım. Düzenimiz kurulu ne de olsa. Anahtarıyla kapısını açtığımız bir evimiz var iyi kötü. İyi kötü bir işimiz var ya da yok. Belki yalnızız belki aşırı girişken ve sosyal varlıklar. Önümüzde bir kap yemek ve sıcacık yataklarımız.
Ya gerçekler…
Aynaya bakabiliyor muyuz? Süslenmek değil kastım. Rahat mı vicdanımız ya da kefil miyiz insanlığımızdan?
Adım gibi eminim ki kimse kimsenin umurunda bile değil. Öyle olsa bu kadar rahat ve kaprisli olabilir miydik?
Tık nefes bir zorlamayla ite kaka yaşıyoruz hatta çoğumuz da gayret ediyoruz her ne kadar açık vermemek adına uğraşsak da. Artık biliyorum ve görüyorum maskelerin ardında saklanan yüzleri. İster iki yüz deyin ister kırık yüz. Ana, kişiye ve mekana odaklı sayısız kılıf, sayısız maske ve bir o kadar yalan yanlış beyanat.
Güven ve aidiyet denen yalancı sıfatlar… Anlamını yitirmiş insanlık… Kifayetsiz ve yeti kaybına uğramış bir dünya. Ölümün kol gezdiği sefil bir tablo acımasızlığın gölgesinde.
Ölen çocuklar; suçu olmadan, hayatı tanımadan ve melekler kadar saf ve masum.
Sıfır noktasındayız an itibariyle. İnsanlığımızı kaybettiğimiz o sefil noktadayız. Hala kahkahalar atabiliyoruz. Hala birbirimizin kuyusunu kazabiliyoruz.
Ama çok ama çok uzağındayız kayıp vicdanlarımızın. Kendimize uzak ya da yakın olsak ne fark eder ki.
Suçluyum ve suçluyuz. Bir o kadar duyarsız, yetersiz, dirayetsiz.
Kimiz biz? Sadece yaşamak ve dünyanın sefasını sürmek için yaratılmış canlılar mı yoksa akıl, vicdan ve yürek tahsis edilmiş insanlar mı ki çoktan çoğu şeyi geride bırakmış…
Sıfır noktasındayız ve eksi sonsuzluğa sürükleniyoruz global anlamda üstelik.
Küresel bir vahşet sergilenirken hala gündelik kaygılar içersinde yalan yanlış hayatlar sürüyoruz. Kimi küpünü dolduruyor sefaletin üzerinden prim yapıp kimi de tavan yapıyor tüm dürtüleriyle.
Şatafatlı hayatları ile sefa sürenler ve ölümün kokusu üzerimize sinen.
Ölüm kokuyor dünya ve ölüm kokuyor insanlık. Ne parfüm giderir bu kokuyu ne de dezenfekte edebiliriz ruhlarımızı.
Kokuşmuş ve duyarsız kimlikler nöbette şimdilerde hem de hiç olmadığı kadar.
Sıfır noktasındayız ve bir o kadar yakın cehenneme. Cennet yeterince dolu zira o masum yavruların melek ruhlarıyla…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
bazen susuyoruz aslında hep mi susuyoruz?
Susmalıyız belki de ama her zaman da değil. Sanırım çok susan biri olarak kelimelere sarıldım ve sessiz kalemime. Paylaşmak adına.
selam olsun...
yüreğiniz dert görmesin.