- 728 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
VARLIK VE YOKLUK BİLİNCİ 2_3
VARLIK VE YOKLUK BİLİNCİ
2
Psikanalistler benlik tanımlarını şu temeller üzerine bina etmişlerdir.Onlara göre
Kişiliğin üç temel birimi bulunmaktadır:
İD
SUPEREGO
EGO
İD İçgüdüsel olarak ortaya çıkan bilinçsiz davranışların kaynağıdır.
Kişiliğin doğuştan gelen yönüdür ve bitmez tükenmez istekleri vardır.
İd ilkel dürtülerin (cinsellik ve saldırganlık dürtülerinin) kaynağıdır ve davranışı büyük ölçüde etkilemektedir.
Mantıksızdır. Sonuçları düşünmeden hareket eder.
SÜPER EGO İd’in karşıtıdır. Toplumsal ve kültürel etkilerin içinde kişinin ne yapması gerektiğini belirler, sansür koyar. Zaman içerisinde kazanılan değer yargılarının benimsenmesidir.
Superego ile id devamlı bir çekişme içerisindedir. Bu çekişme ego tarafından dengelenir.
Superego kişinin vicdan yönüdür ve kişiyi ayıp, günah gibi yasaklarla sürekli engellemeye çalışır.
EGO İd’in koruyucusu, yöneticisi durumunda olan superego ile id arasında denge kurulmasına yardım eder.
Ego’nun başarısız olduğu durumlarda davranış bozukluğu ortaya çıkar. İd’in sonsuz istekleriyle superegonun baskıları arasında denge kurmaya çalışılır.
Lise yıllarımda dikkatimi çekmişti,psikoloji ders kitabımızın ön sözünde,gayet mantıksız bir şekilde şu cümle yer almaktaydı.Psikoloji ruhun varlığı yokluğu konusuna girmez,bu felsefenin alanıdır.Psikoloji ruhun davranışlarını araştıran,deneye dayalı pozitif bir bilimdir.Düşünebiliyor musunuz hem ruhun davranış biçimlerini araştırıyor hem de varlığından bir nevi şüphe ediyor.Zira biliyorlar ki ruhun varlığını kabul ettiklerinde Allah ın varlığını zımmen tasdik etmiş olacaklar.Materyalist bilimin en büyük açmazı da budur.Materyalist batı felsefesi uzun yıllar boyunca dine hep mesafeli ve hatta inkar tarafında saf tutuğu için insanın hakikatine ister istemez bigane kalmıştır.Bu gün dahi gayretleri inkarlarına dayanak aramak noktasında birleşmektedir.Cern de ki labaratuarlarda Hiigs bozonunu arama gayretleri de maddeye bir dayanak noktası oluşturmak içindir zannımca.Öyle ya bilim o yüzyıllardır tapındığı maddeyi bulamaktadır şu anda.Maddeye kütle kazandıran şey nedir? Bize fen bilgisi derlerimizde maddenin temel yapı taşının atom olduğu öğretildi yıllarca.Bu gün dahi eminim böyle inanmaktadır insanlar.Ama atomun yapısı çözüldükçe görülmüştür ki çekirdeğin içinde her an var olup kaybolan,varlıktan yokluğa ,yokluktan varlığa doğru sürekli bir devinim içinde olan enerji parçacıkları vardır.Bilim adamları işte madde budur,her şey bundan oluşmuştur diyecek bir nesne bulamıyorlar.Kaldı ki o meşhur çift yarık deneyi de kabus gibi çökmüştür üzerlerine.
Psikanaliz ,kuantum fiziği ve kelama dair derin analizler içerisine girmek gibi ne bir niyetim nede birikimim var.Buna kesinlikle ihtiyaç da duymuyorum.Allah izin verirse asıl niyetim maksadıma hizmet edecek her bilimden ihtiyacım kadar istifade edip,o ağdalı uzun makalelerin içerisinden saf bir bilinç damıtabilmek.Sizin benim gibi hayatını bu tür konulara vakfetmeyen insanlar için hem sıkıcı hem de ağır konulardır bunlar ,biz de doğal olarak uzak duruyoruz ama gerek kendimizi gerekse de kainatı doğru anlayıp anlamlandırabilmek için ufkumuzu mümkün olduğunca genişletmek zorundayız.
Kuantum fiziğinin,insanın kendisini tanıma yolculuğunda nasıl bir katkısı olabilir diye sorabilirsiniz.Evet belki insanın aslında ne olduğunu izah edemez bu bilim dalı ama şunu çok iyi başarır.İnsana ne olmadığını açıklar,bir nevi maddeye dikiz tutar maddeye.
VARLIK VE YOKLUK ÜZERİNE 3
Düşenmeyi su üzerinde seken yassı taşlara benzetirim,kayıp gider siz farkında olmadan.Tıpkı az önce benimde yaptığım gibi daldan dala sıçrar bir anda.Yunus Emre den,psikanalize ,oradan da kuantum fiziğine geçmem sebepsiz değil gerçi.Bu konular birbirleriyle alakasız gibi görünse de iç içeler.İnşaallah sırası geldikçe bahsedeceğim.
Şimdi psikanalizcilerin İD şeklinde tabir ettikleri NEFİS ten başlayalım.Bu konu insanın kendisini tanıma yolculuğunda temel noktalardan biridir. En çok kendisine yabancıdır galiba insan ve en çok kendisine uzak.Adına “ben”dediğimiz bir yabancının nam ı hesabına yaşıyoruz farkında olmadan.O nun dünyası,hayalleri,hevesleri,arzuları,ihtirasları,umutları,korkuları,hesapları,alacağı ,vereceği,vermeyeceği…liste böylece uzayıp gider.
Benim Hayatım “ dediğimiz olgu sadece bir yanılgıdır.Yukarıda saydığımız duygu ve düşünce halleri de hep bu yanılgının birer tezahürüdür.Şöyle ki; hiç birimiz var olup olmayacağımıza karar veremedik, anne ve babamızın ,akrabalarımızın,çocuklarımızın kimler olacağını,nerede,ne hüvüyyette hangi cinsiyette doğacağımızı,fiziki ve ruhi yapımızı ,kısacası kendimizi seçemedik.İnsan sırf bu zaviyeden baksa bile ,şöyle bir an durup” beni hangi sebeple ve kim getirdi beni buraya”diye sormalı değil mi.
Ama sormuyoruz,sanki her şey normal, olması gerekende zaten buymuş gibi düşünüyoruz ve düşüyoruz ,o “ nev zuhur” şahsın derdine.Varsa yoksa onun ihtiyaçları ,arzuları ,gelecek planları,diğer insanlarla olan münasebetleri,çekişmeleri ve tabi hiç bitmeyen dünya dertleri.Bütün bu gaileler,düşünceler çoğu zaman o kadar dolduruyor ve meşgul ediyor ki bizi , değil ailemizi,çocuklarımızı ,komşularımızı ,akrabalarımızı, kendimizi bile ihmal ediyoruz.Mutlu olup olmamıza aldırmadan yaşıyoruz hayatı,ne kendimize huzur verebiliyoruz nede çevremizdekilere.Hep yorgun gönlümüz ve hep huzursuz.
Burada bahsetmeye çalıştığımız ”ben ,benlik” kavramı Allah Resulünün; Allahumme lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete `aynin ve lâ akalle min zâlik.(Allahım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta bundan daha az zaman bile nefsimle başbaşa bırakma.) (İbn-i Hanbel) Hadisi Şeriflerinde ifade olunan nefistir.
İşte biz bu noktada hataya düşüyoruz.Nefsimizi kendimizden ayrı tutmuyoruz ve “ben” dediğimiz zaman bununla ekseriyetle nefsimizi kastediyoruz.Peki ,Peygamber Efendimizin hadisin başında zikrettiği ”ben” Öznesi neyi ifade eder ? Kanaatimizce;
"Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilim¬den ancak az bir şey verilmiştir." İsra 85 Ayeti Kerimesinde bahsi geçen “ruh” tur.Bu konu hakikat ilmine dahil olduğu için avama örtülüdür, bu hakikati bilen söylemez söyleyen de bilmez.Zaten bizim sorunumuzda ruh ile değil nefis ile ilgilidir.
Bu kitabın amacı bir farkındalık oluşturmaktır,hakikatte şuursuz bir şuur ile ,tabiri yerindeyse birer uyurgezer gibi yaşadığımızı mümkün olduğunca çok insana anlatabilmektir.Gayet tabii ki dünyevi işlerimizle ,bedenimizin sıhhat ve afiyeti ile meşgul olacağız.Diğer insanlarla alışverişimiz ,münasebetlerimiz olacak ve yine gayet tabii ki nefsimizin meşru isteklerini yerine getireceğiz.Bunun aksi hayatın tabiatına aykırıdır.Burada dikkat edilmesi gereken husus bütün bu faaliyetleri icra ederken,bunu kimin adına ve neden yaptığımızı bilip bilmediğimizdir.Bu dünyaya dünya için gelmediğimizi,nefsimizin dünya hayatının şartlarına göre takdir edilmiş bir vasıta ,bir binek olduğunu idrak meselesidir.Bu hayatın gayesi nefsi tatmin değildir, bunula beraber tatmin çaresi de dünya ile değildir.Ters bir orantı,nefs ancak kendisine muhalefet edilirse tatmin olabilir.
Yine insana dönelim.Her gün bir başka telaşe ile işine gidip gelirken,yol kenarlarında ki çiçekleri görmeyen, hatta çiğneyip geçen,kendisini dinlemekten başkasını duyma imkanı bulamayan, nefsinden başka her şeye kör olan insana.Akşam evine geldiğinde televizyondan,bilgisayardan,akıllı telefonundan fırsat bulup ta eşinin çocuklarının gözlerinin içine bakamayan ,sorunlarına ,ihtiyaçlarına en önemlisi ruh ve gönül dünyalarına yabancılaşan ve günbe gün büyüdüklerini fark edemeyen insana.Kaç zaman oldu kim bilir,kuş sesi duymuyoruz değil mi? Yaprak hışırtısı,ağustos böceği cırıltısı yada yağmurların o eşsiz şarkısı…hepsine sağır olduk.Çünkü önce kendimize,ruhumuza kör ,kalbimize sağır olduk.Bir an olsun çıkıp da dışarıya kendimizden ,Allah ın bizler için yarattığı harkulâdeliklere ibret nazarıyla bakmadık,baksak da hisse kapmadık.Kalbimize,aklımıza,vicdanımıza kulak tıkadık.Kendimizi içerisinde bulduğumuz dünyanın ve hayatın ,eğer ”madde “ diye bir şey gerçekten varsa aslında hakikat olamayacağını anlayamadık.Kara topraktan rengarenk,mis kokulu çiçeklerin çıkamayacağını,bir odun parçasının o envai çeşit meyveleri,lezzetleri sunamayacağını anlayamadık.Bu örnekleri sonsuza kadar uzatmak mümkündür ama biz sadece yemeye baktık. Ama kim ne derse desin,ne yaparsa yapsın yıldırım hızıyla geçip gidiyor hayat ve biz bu halimizle sedece bu hayatı değil işin kötü tarafı ebedi hayatı da ıskalıyoruz.
Ne diyordu bilim insanları İD için. Mantıksızdır. Sonuçları düşünmeden hareket eder.Bu size de çocukça geliyor mu.Öyle zannediyorum ki geliyordur.Çünkü çocukça..nefis takribi üç,dört yaşlarında bir çocuğun ilkel dürtüleri ile emreder.Tabi burada nefis derken mutasavvıfların NEFSİ EMMARE şeklinde tabir ettikleri seviyeden bahsediyoruz.Zira gerekli terbiye usullerinden geçip kötülüklerinden arınmış nefis değil kastımız.İnşaallah bilahare bu tekamül evrelerine ve usullerine de değineceğiz ama önce şuan bulunduğumuz noktayı tahlil etmeye çalışalım.
Nefsi emmare bizim şuursuz şuurumuzdur,hayvanlarla ortak yanımızdır.Farkında olalım ya da olmayalım hareketlerimizin çoğunu tetikleyen unsurdur.Kişinin bu realiteyle mücadele edebilmesi için ilk önce ne ile karşı karşıya olduğunu bilmesi gerekir.
DERDİNİ BİLMEYEN DEVAYI NEYLER
KANDİL DE TUTSAN GÖZÜNE,ÂMA YİNE BİLDİĞİN EYLER.
Nefsi emmare görünmez bir zar gibi kaplar insanı,farkında olmaz kişi aslında onun hesabına yaşadığını.Kalbi onun ağına takılmışsa eğer ,bedenin kumandasını kalp üzerinden ele geçirir.İnsan artık onun gözü ile görür,kulağı ile duyar ,eli ile tutar ,dili ile söyler.Sahte bir benlik algısıdır bu,ölüm ile hükmü kalkar.İnsanları görüyorsunuz,psikologların,terapistlerin,sahte şeyhlerin,cinci hocaların ve daha birçok yalan yanlış inanışın kapıların eşiğinde deva aramaktadır.İşin en acı tarafı bunu dertlerinin asıl kaynağının ne olduğunu bilmeden yapmalarıdır.Doğru teşhis konulamayan her hastalık katlanarak geri dönmektedir sahibine.Aslında bütün akli,ruhi ve kalbi ve bir çok bedeni hastalıkların sebebi nefse uymaktır.Peki bu sapmadan nasıl kurtulur insan.Kendisini tanıyarak ,Hak ile batıl ayrımı yaparak ve bu sahte benliğin karşına, Allaha hakiki manada kul olma arzu ve iradesi koyarak.
Biz kendimizi bir bütün olarak algılarız ,ilkel bir BENLİK ile hareket ederiz ve çevremizden bize ulaşan her bilgiyi kalıplaşmış algılarla müşahade ederiz.Algılar ve kavramlar düşünce dünyamızda öyle büyük bir yer tutar ki ,kendimizden neredeyse dışarıya hiç çıkamayız.Kendi kendisinin hapishanesidir insan,kendi elinde esirdir.
Psikologlar olsun kişisel gelişimciler olsun insana hep bu yüzeysel görünümünden yaklaşmışlardır,kendilerinden bile haberleri yokken şifa dağıtmaya çalışmışlardır.Özellikle kişisel gelişimciler çok yanlış bir yöntemle mutlak bir varlık zemini asla olmayan nefse odaklanmış,onu güdüleme ,motivasyon gibi çeşitli yollarla bir kalıba sokmaya ,ideal bir insan biçimlendirmeye çalışmışlardır.Sonuç; hüsran.Zira bir yere kadar etkili olabilir bu yöntemler,insanı kamil manada tanımayan ,ihtiyaçlarını bilmeyen hiçbir yöntem kalıcı etki bırakamaz.
İnsan on cüzden müteşekkildir.Bunların beşi misal alemine,diğer beşi ise emr alemine ait unsurlardır.Cismani yapımız, dünyada ki diğer bütün cisimlerde de olduğu gibi hava,su ,toprak ,ateş ve nefsi natıkadır.Mana yönümüz ise kalp,sır ,ruh,hafi ve ahfa da saklıdır.İnsanı insan yapan,bir maddeye asla ait olamayacak aklınıza her ne gelirse bütün özellikler işte bu lataifler marifetiyle meydana gelir.İnsan kainatın küçük bir örneği ve aynı zamanda asıl mecraıdır.Potansiyel olarak bütün iyi ve kötü huylar ama az ama çok mevcuttur.Bir insan hiçbir zaman nefsini temize çıkartmamalıdır zira eğer bir kötülüğü işlememiş yada işlemeyeceğini düşünüyorsa da ,eğer uygun şartlar zaaflarıyla birleşirse hhiç thmin etmeyeceği sonuçlar ortaya çıkabilir.Bununla beraber hiçbir zaafı içinde ,ben bu durumumdan kurtulamam,bu benim kaderim,hayatımı bu şekilde idame ettirmek zorundayım diye düşünmemeli potansiyel olarak bütün iyiliklerden bir emarenin ruhunda mevcut olduğunu unutmamalıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.